05 Mayıs 2020 00:43

Öcalan'ın telefon görüşmesi: İktidarın hesapları, Öcalan'ın mesajları

Fotoğraf: Mustafa Abadan/AA

Paylaş

21 yıldır İmralı Cezaevi’nde tutulan Abdullah Öcalan, geçen hafta (27 Nisan) ilk kez telefonla görüşme hakkını kullandı.

Söz konusu olan Öcalan gibi ülke ve bölge (Ortadoğu) siyaseti bakımından önemli bir aktör olunca, 21 yıldır kullandırılmayan bu hakkın neden şimdi kullanılmasına izin verildiği ve dahası Öcalan’ın bu görüşmede hangi mesajları verdiği üzerinden birçok değerlendirme yapılıyor.

Öncelikle şunu belirtmekte yarar var: Daha önce defalarca söylediğimiz gibi, uluslararası bir operasyonla ülkeye getirildiği günden bu yana Öcalan’a ‘özel bir hukuk’ uygulanıyor. Yoksa ceza ve infaz yasasına göre ağırlaştırılmış müebbet cezası alan her hükümlü 15 günde bir yakınları ile telefon görüşmesi yapma hakkına sahip. Yani Öcalan bugüne kadar 500 defa kullanması gereken bir hakkı ilk defa kullanabildi. Üstelik bu hak özel koşullar altında; kardeşi M. Öcalan, Ş. Urfa adliyesinde özel bir odaya alınarak ve sabit bir telefon üzerinden görüştürülerek kullanılabildi.

Öcalan’a uygulanan ‘özel hukuk’un en belirgin yönü tecrit politikasıdır. Bugüne kadar tecrübeyle sabittir ki, Öcalan’ın ailesi, avukatları ile görüşmesi ve en son telefon hakkını kullanabilmesi ve bu görüşmeler üzerinden siyasi mesajlarını verebilmesi ancak ya iktidarın ciddi bir baskıyla karşı karşıya kaldığı ya da Öcalan’ın devreye girmesi üzerinden siyasi hesaplar yaptığı zamanlar mümkün olabilmiştir. İktidarın Kürt sorunuyla ya da ülke ve bölge siyasetiyle ilgili olarak Öcalan’ın devreye girmesini kendi politikaları için tehdit olarak gördüğü tüm zamanlarda İmralı kosteri hep ‘bozuk’ olmuştur!

Erdoğan iktidarının Öcalan’a özel koşullarda da olsa telefonla görüşme hakkını kullandırıp mesajlar vermesine izin vermesinin arkasında ne gibi hesaplar olabileceğini, Öcalan’ın verdiği mesajlara bakıp tartışmak daha doğru olacaktır.

Birinci olarak, Öcalan’ın telefon görüşmesindeki en önemli gündemi KDP ile PKK ve YNK arasında gerilime neden ZineWerte ve bağlı olarak Kürtler arasında birlik konusu olmuştur. Bu noktada Öcalan’ın 1982 yılında İdris Barzani ile imzaladıkları protokolün güncellenmesi vurgusunu yapması dikkat çekiyor. 1982 protokolü, her iki hareketin varlık-yokluk sorunu yaşadığı bir dönemde bu zorlu koşulların dayattığı bir ‘ittifak’ olarak tanımlanabilir. Bugünkü koşullar elbette o dönemle karşılaştırılamaz ama yine de 2017 ‘bağımsızlık referandumu’ sonrasında KDP-Barzani çizgisinin Kerkük başta önemli kazanımlarını kaybettiği ve yine o günden bugüne Öcalan çizgisinin hem Türkiye’de taktik bir yenilgi aldığı ve hem de Rojava’da önemli bir mevzi kaybına uğradığı da gözardı edilemeyecek bir gerçektir. Dolayısıyla Öcalan mesajında Kürtler arasında birliğin sağlanmasını bu kayıpların önüne geçilmesinin yolu olarak değerlendiriyor. Öcalan, birlik çağrısını ZineWerte’nin denetimi konusunda yaşanan gerilim üzerinden KDP ve YNK’ye yönelik “işte savaşırız bunun karşılığında bize devlet verirler” yaklaşımı içinde olunmaması uyarısıyla birlikte yapıyor.

Gerçekten de bölgede son birkaç yıldır Suriye ve Irak merkezli olarak devam eden egemenlik/paylaşım mücadelesinde Kürt hareketleri,bu mücadelenin taraflarına yedeklenip karşı karşıya geldikleri oranda kaybeden taraf oldular. Ancak mevcut güç dengeleri içinde ve bu Kürt harekelerinin ekonomik, siyasi ve askeri olarak angaje oldukları ilişkiler dikkate alındığında birlik söyleminin hayat bulmasının kolay olmadığı da ortadadır.

Öcalan’ın birlik yönündeki çağrısının muhatapları bakımından nasıl değerlendirileceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz.

Öcalan’ın görüşmesinde öne çıkan bir diğer önemli konu Rojava’daki duruma dair değerlendirmeleridir. Bu konuyla ilgili değerlendirmelerin en çarpıcı yönünü Rojava’daki özerk yönetim ve temsil eden siyasi yapıya yönelik “dükkan küçük olsun benim olsun” yaklaşımı olarak nitelendirdiği siyasi tutumun eleştirisidir. Öcalan’ın Rojava’daki özerk yönetimi oluşturan siyasi yapıyı bu kadar açık eleştirmesi ortada önemli bir sorun olduğunu gösteriyor. Çünkü Öcalan çizgisini temsil eden hareketin uzunca bir süredir stratejisini Rojava’nın kazanması üzerine kurduğu biliniyor-ki, Türkiye’deki ‘çözüm süreci’nin sona ermesinde de Rojava belirleyici bir rol oynamıştı. Dolayısıyla “küçük olsun benim olsun” değerlendirmesi, Rojava’daki küçük kazanımlar için diğer parçaların feda edilesi eleştirisi olarak anlam kazanıyor ve bu eleştiri, Rojava’daki özek yönetimin hareketin stratejisini boşa düşürecek yönelimleri konusunda bir uyarı olma anlamı da kazanıyor.

Son olarak Öcalan, kendisine yönelik kimi eleştiri ve değerlendirmelere dair rahatsızlığını ifade edip bunlara daha sonra kapsamlı bir yanıt vereceğini söylüyor. Ancak kendisinin bütün çabasının akan kanı durdurmaya yönelik olduğunu ve bu temelde daha fazla çaba gösterilmesi gerektiğini vurguluyor.

Burada Kürt sorunu ve bölgedeki gelişmelerle ilgili Öcalan’ın mesajlarını daha önemli kılan birkaç noktaya daha dikkat çekmek gerekiyor.

Birincisi, Öcalan’ın birlik çağrısında da vurguladığı ZineWerte’deki gelişmelerdir. ZineWerte, Türkiye’deki iktidarın Kandil’i kuşatması ve ABD’nin de Patriotlarını taşıdığı Erbil’deki (Hewler) Harir üssünün güvenliğini sağlaması bakımından önem taşıyor-ki, ABD’nin de PKK’nin bölgede silahlı bir güç olarak varlığını istememesi, bu iki hedefi birbirine bağlıyor.

İkinci önemli gelişme, Rojava’da ABD’nin girişimleriyle Barzani çizgisindeki ENKS ve Öcalan çizgisindeki TEVDEM arasında birlik konusunda ‘ortak bir inisiyatif’in oluşturulmasıdır. ABD’nin öncülük ettiği bu girişimin SDG’yi (Suriye Demokratik Güçleri) Rusya’nın garantörlüğünde Suriye yönetimi ile çözüm hedefinden uzaklaştırması düşük bir ihtimal değildir.

Diğer bir gelişme de bunlardan bağımsız düşünülemeyecek olan, ABD’nin Suriye Özel temsilcisi Jeffrey’in Erdoğan iktidarı ile yaptığı görüşme ve pazarlıklardır. Jeffrey’in İdlib’de Türkiye’yi desteklediklerini açıklaması ancak öte yandan Rusya dışındaki güçlerin Suriye’den çekilmesi açıklaması, ilk bakışta çelişkili gibi görünse de aslında ortada birbiriyle bağlantılı iki hedefin bulunduğunu gösteriyor. Bir yandan Türkiye ile etkin bir işbirliği ve öte yandan Kürtleri kendi politikaları etrafında birleştirmek.

Böylesi bir tabloda Erdoğan iktidarının Öcalan’ın telefon hakkını kullanması iznini vermesi, ABD ile yapılan pazarlıklar ve Kürt sorunu üzerinden kurulmaya çalışılan yeni denklemle bağlantılı bir adım olarak değerlendirilebilir.

Bölgede bir sıkışmışlık yaşayan Erdoğan iktidarı, kurulmaya çalışılan bu denklemin kendi yayılmacı emelleri ve Kürt sorununda kendi inisiyatifinde bir çözüm için ne kadar hareket alanı sağlayacağını görmek isteyecektir. Dolayısıyla bugün bu hakkın kullandırılmış olması, iktidarın Kürt sorunu ve bölgesel denklemde yarın istemediği bir sonuçla karşılaşması halinde-ki bu düşük bir ihtimal değildir-eski ‘bozuk’ havasına dönmeyeceği anlamına da gelmiyor!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa