06 Mayıs 2020 07:21

Yolumuz bellidir; ‘Denizlere çıkar sokaklar!’

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, idam edilişlerinin 47. yıl dönümünde Ankara Karşıyaka Mezarlığı'nda düzenlenen yürüyüş ve törenle anıldı | Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Tarihin yay gibi gerildiği dönemler vardır. Farklı toplumsal dinamiklerin tetiklediği çelişki ve çatışmaların biriktirdiği enerjinin giderek rüzgâra, fırtınaya dönüştüğü dönemler... 1960’lı yıllar değişim rüzgarının hayata hükmettiği, önüne kattığı herşeyi, herkesi değiştirip dönüştürdüğü böylesi bir dönemdir. ‘68’ ise rüzgârın devrimci fırtınaya evrildiği aşamanın simgesidir. Ülke yeni bir doğumun sancısını yaşamaktadır. Yeni ya doğacak, serpilip büyüyecek, ya da doğarken daha boğulacaktır. Bu doğum sürecinde her toplumsal, siyasal güç kendi hikâyesini yeniden yazmaya çalışacaktır ve hiç bir şey aynı kalmayacaktır artık.

60’ların gençliği de ülkenin bu kendisini yeniden doğurma sürecinde, değişimden devrime esen fırtınalı arayışın içinde, hem kendi yönünü bulmaya ve hem de toplumsal arayışa yön vermeye çabalıyor, hız katmaya çalışıyordu. Evet, bu fırtınanın içinde hiç kimse aynı kalamazdı; gençlik hareketi de başlıca doğal mecrası durumundaki üniversitelerden taşıyor, kentlerde işçilerle, kırlarda köylülerle tanışıyordu. İşçi grevlerinden Ege’nin toprak işgallerine; köylü mitinglerinden, Hakkari Zap’ta köprü yapımına ve elbette Filistin’e kadar... gençlik fırtınasının değmediği yer yoktu.   

Bazen el yordamıyla, bazen indirgemeci, bazen acemice...

Ama büyük bir sorumluluk duygusuyla tartışıyorlar, kafa yoruyorlardı genç devrimciler...

Sorular soruyorlardı:

Ne yapmalı, nasıl değiştirmeli?

***

Ve yanıt arıyor harekete geçiyorlar; hareket ederken yanıt arıyorlardı...

Ellerinde hazır bir ‘yol haritası’ ya da ‘müktesebat’ da yoktu; önerilenler de milliyetçilikle, askercilikle, parlamenterizmle malul, derde deva olamaz ‘paketler’di.

Aydınlanmalarının ilk evrelerinde şu ya da bu ölçüde etkilenebildikleri, ‘abi tavsiyesi’ sayılabilecek ‘yollar’, 60’ların sonlarında girilmiş fırtına ikliminde kısa zamanda aşılacak, bir kenara bırakılacaktı. Bir yıl önce ‘Samsun veya bayrak’ yürüyüşü yapan gençlerin, bir yıl sonra Filistin’e gidip silah kuşanmalarının ‘sırrı’ da rüzgârdan fırtınaya evrilen bu iklim değişikliğiydi zaten.

’68 gençlik hareketinin en ‘zirve’, en ‘simge’ isimleri yani Denizler’i bu ‘hareket halindeki zaman’ diyalektiğini hesaba katmadan doğru anlamak mümkün değildir. Normal zamanlarda uzun bir süreci gerektirebilecek değişimler, 68 misali yay gibi gerilmiş dönemlerde çok kısa sürede mümkündür. Böyle dönemlerde bir yıl 365 günden ibaret değildir, çok daha uzundur. Nitekim, rüzgârdan fırtınaya evrilmiş politik iklime paralel olarak keskin bir bilinç sıçraması yaşayan gençler, bir başka yoldan yürümeye, bir başka dilden konuşmaya başlamışlardır. Arayışın yanıtı belli olmaya başlamıştır artık; devrim ve sosyalizm gerektir, bunun için de ideolojik değer ve kaynaklarıyla birlikte ‘düzen’den kopmak gerektir.

***

Böylesi bir süreç içinde şekillenmiştir Denizler’in başını çektiği devrimci gençlik hareketinin yolu. Onlar, dramatik sonlarıyla efsaneleşen, gençlik heyecanıyla kahramanlık yapan ‘asiler’ değildiler. Tarihin önlerine koyduğu tablo içerisinde, toplumsal arayışın öne çıkardığı sorumlulukları üstlenmişlerdi sadece. Ve evet, tarihin kendilerine yüklediği ‘sıradan-insani’ görev ve sorumlulukları yerine getirmeye çalışıyorlardı sadece. “Güneşten ışık yontmayı” gerektiren bir büyük ama ‘mütevazı’ sorumluluk!..

68’in gençlik hareketinin içinde olup bu sorumluluğa omuz vermek, bir devrimci genç için ‘olmazsa olmaz’dı o fırtınalı iklimde. Amerikan bayraklarını yakmak, Amerikan filosunun askerlerini Dolmabahçe’den kovalamak, Filistin kamplarında İsrail siyonizmine karşı savaşmak... Ya da, ‘bağımsız ve demokratik bir ülke için’ üniversite işgalleri, ders boykotları... Hepsi de bu mütevazı sorumluluğun ‘sıradan’ ve doğal gerekleriydiler.

Ve onlar, sonuçta katledilmelerine, hapislere atılmalarına, darağaçlarına çekilmelerine rağmen, bu sorumluluğu ihmal etmediler. Görev ve ‘görev yeri’ hiç terkedilmedi!

Bugün 6 Mayıs...

Bütün halklardan gençlerin bir şekilde andığı, isimlerini dillendirdiği Denizler, yani Deniz, Yusuf ve Hüseyin, darağacındaki son nefeslerinde bile görev başındalardı. Onların yurtseverlik ve enternasyonalizm, devrim ve sosyalizm ideallerinin yıllar sonra da olsa dillendiriliyor oluşu da, Denizlerin hâlâ görev yerinde, görev başında oluşlarını gösterir. Şairin ‘En uzun koşu’ dediği o maraton sürmektedir çünkü!

***

Deniz’in fotoğraflarının çoğunda hep yürüyor olması, teşbihte hata olmaz, bu uzun koşuyla ilgilidir sanki. Harekete geçiren, yürüten, koşturan o koşullar bugün de sürüyor işte. Devrimciliğe evrilen gençlerin önce ‘Deniz olunmalı’ şiarını bellemeleri tesadüfi değildir. Teraddütsüz sahiplenişleri bundandır.

Belirleyici koşullar değişmeyince, ‘yol’ sürdükçe, yıllar da geçse, önümüzde yürüyen Denizler akıyor yaşamımıza. Basit bir ‘simge’ meselesi değil yani.

Özetlemeye çalıştığımız, fırtına ikliminin dayattığı sıçramayla girilmiş o son  ‘yol’ ve ‘yolculuk’ es geçilerek Denizleri bugünkü tipik ‘ulusalcılığa’ doğru bükmek, öyle kategorize etmek, onlara yapılabilecek en büyük haksızlıktır. Son nefeslerinde bile halkların kardeşliği diyen, Kürtleri kendisinden bilen bir anti faşizm-anti emperyalizmin içindeydi Denizler. Ki Kürt gençlerinin de onları “ortak tarihimizin sembolleri” diye belliyor olmaları, onların bıraktığı mirasla ilgilidir zaten. Kim ne kadar zorlarsa zorlasın, Denizler’den ‘milliyetçi’ çıkarmak mümkün değildir. Perinçek tayfası örneğin... Deniz’i ‘Türk Solu’ dergisine yazdığı birkaç mektupla, ya da Samsun yürüyüşüyle kategorize ederek sunmaları boşuna değil. Aşılıp geçilmiş süreçlerde Deniz’i dondurmak; 6 Mayıs şafağında darağacı sehpasından dillendirdiği manifestoyu sansürleyerek aktarmak... Denizlerden burjuva milliyetçiliği türetmeye dönüktür hep. Yurtseverlik adına Kürt düşmanı, ırkçı nasyonalistliklerine (siz faşizm anlayın!) Denizleri malzeme etmeye çalışıyorlar. Boşunadır, tutmaz!

Tam 48 yıl öncesinin şafağında, hayatlarının o son kertesinde üç beş cümleye sığdırdıkları yol haritasında halklar da vardır, Kürtler de vardır.

Bunlardan “feragat” ederek Denizleri anmak olmaz!

Her 6 Mayıs’ta vurguladığımız gibi bitirelim:

Son sözleri, önsözümüzdür.

Devrimimizin önsözünde, onların şafağa kazınmış son sözleri yazar!

Yolumuz bellidir: ‘Denizlere çıkar sokaklar!’

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa