Şimdi değilse ne zaman?
Süper Lig’in kalan 8 haftasının tamamlanması ve sıralamanın belirlenmesi için federasyon, kulüp yöneticileri ve yayıncı kuruluş tarafından türlü formüller gündeme getirilirken, işin en büyük riskini üstlenmek zorunda kalacak olan futbolculardan ve teknik direktörlerden -birkaç röportaj dışında- ses çıkmaması tuhaf. Çıkan sesler de çoğunlukla, “Devlet büyüklerimiz ve federasyonumuz süreci çok iyi yönetti. Gereken önlemleri zamanında aldılar. Bundan sonra da en doğrusunu yapacaklarına inanıyoruz” ekseninde yürüyen övgüler manzumesi niteliğinde…
Sağlıklarını ve geleceklerini tamamen, devlet büyüğü dedikleri kişilerin inisiyatifine bırakan irade yoksunu teslimiyetçi bir yaklaşımla sorunlarının çözüleceğini sanıyorlarsa, fena halde yanılıyorlar. Futbolcular ve teknik direktörler bu yaklaşımla, karar alma süreçlerinde ağırlıklarını hissettirememek bir yana oyunun piyonu olmaktan da asla kurtulamazlar. Oysa en ağır yükü omuzlayanlar olarak, en kudretli sesi çıkarabilmeliler. Bu onların en doğal, en temel, en vazgeçilemez hakkı…
Eğer bu salgın süreci de spor emekçilerine dayanışmanın, örgütlü mücadelenin önemini ve gerekliliğini hissettiremediyse, başka ne hissettirebilir acaba?
Şu aşamada ses çıkarmak için örgütlü olmaya bile gerek yok aslında. Birbirleriyle iletişim halinde olmaları, kaygılarını, korkularını, önerilerini birbirlerine anlatmaları, görüş alışverişinde bulunmaları yeterli. Sonuçta da farklı platformları kullanarak güçlü ortak bir ses çıkarabilirler. Maçların başlaması durumunda en büyük riski üstlenecek grup olarak elbette dile getirecekleri düşünceleri, duyguları, soracakları soruları vardır, olmalıdır…
Mesela, “Kalan 8 haftayı en fazla bir ay içinde, hatta biraz sıkıştırarak üç haftada tamamlamak pekala mümkünken bu acele neden? Biraz daha bekleyip salgının seyri hakkında daha sağlıklı bir fikir edindikten sonra uygun maç takvimi belirlemek doğru olmaz mı?” sorusu sorularak işe başlanabilir.
Ayrıca maçların oynanması ne diye bir zorunluluk olarak öne sürülüyor ki? Gerekirse, karşılaşmalara çok daha uzun süre ara verilebilir ya da salgının önü tam anlamıyla alınana kadar bütün karşılaşmalar durdurulabilir. Nitekim bunu yapan ülkeler oldu. İlla, “Ama Avrupa kupalarına gidecek takımların belirlenmesi gerekiyor” denirse de bunun için kura yöntemi bile tercih edilebilir. (Tabii o tarihe kadar sağlık açısından maçların oynanmasının önünde engel kalmadığı varsayımıyla)
Kura yöntemiyle, ligin en mütevazı takımları dünyanın en tanınmış kulüpleriyle karşılaşma fırsatı yakalayabilir. Böylelikle futbola farklı bir heyecan, renk ve keyif katılmış olmaz mı? “Bu sene de böyle olsun” diyebilmek bu kadar mı zor? Futbolu, paradan, kârdan bağımsız düşünemeyenler için zor, hatta imkansız elbette. Çünkü bu, eşitsizlik üzerine kurulu alışıldık işleyişin bozulması anlamına gelir. En çok kazananların hemen hemen belli olduğu düzenin/döngünün hiçbir şekilde sekteye uğramasını istemezler. Sağlığı riske atabilirler ama para kaybetmeyi kesinlikle göze alamazlar…
Oysa dünyada sağlıktan daha değerli ve elzem bir şey yok. Dolayısıyla sağlığa kâr-zarar hesaplarıyla bakılamaz. Bakıldığı zaman ne gibi acı sonuçlarla karşılaşıldığını her gün görüyor, yaşıyoruz.
Kulüplerin ve yayıncı kuruluşun, ekonomik çıkarları gereği dayattığı zorunluluk maçların oynanmasıysa, spor emekçilerinin zorunluluğu da sağlıklı yaşam talebi doğrultusunda dayanışmak için bir araya gelmek, daha ötesi örgütlenmek ve güçlü ses çıkarmaktır…
- Galatasaray yerinde sayıyor 23 Ocak 2025 04:29
- Transfere koşullanmak 16 Ocak 2025 04:12
- Oyunu saha dışına taşımak 09 Ocak 2025 04:37
- Hakemlere takık kafalar 02 Ocak 2025 04:28
- Sorun oyunda mı, oyuncu da mı? 26 Aralık 2024 04:50
- Kaybetmek kazandırabilir 19 Aralık 2024 04:20
- Yapı 12 Aralık 2024 04:32
- Herkesi kendi gibi sananlar 05 Aralık 2024 04:28
- Bize oyunu anlatın 28 Kasım 2024 06:10
- Tutuculuğun bedeli 21 Kasım 2024 04:37
- Buyrun cinnet ortamına... 14 Kasım 2024 04:14
- Komplodan komediye 07 Kasım 2024 04:12