09 Mayıs 2020 00:01

İktidarın yeni yönetim tekniği olarak Pandemi sendromu: Can korkusunun manipülasyonu

Pazarda alışveriş yapan yurttaşlar

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Haddimi aşmak...
Ruh sağlığı uzmanlarının sahasına (hele destursuz hiç) girmek istemem…
Hoşgörülerine sığınarak kısaca soru altı yapıp, sualimi kapılarının önüne bırakmak isterim:
Malum; salgından bu yana cümle alemin gözü kulağı “yukarıda”…
Nitekim son anketler de onaylıyor:
Sağlık Bakanı (Kızmış mıdır acep) Reis’ini hafiften sollayarak “Performansı beğenilen” liderler dizilişinde ilk sıraya yerleşmiş(*)…
Berisi de var:
Can kıran korkusu, yakın zamanlara kadar “en önemli sorun” skalasını (mecazen değil gerçekten) altüst etmiş…
Evveli hatırlanmayan vakitten bu yana “en önemli sorun” cetvelinde ilk sıralar için yarışan “PKK ve terör” ile “işsizlik-ekonomik kriz” hayli diplere düşmüş…
Özetle, sağlık kaynaklı sorunlar ilk sıraya yerleşmiş…
Yanlışımızın vebali sözümüzü dayadığımız anket, böyle diyor…

CAN KORKUSUYLA KURTARICI ARAYIŞININ TILSIMI

Ruh sağlığı uzmanlarımız, toplum psikolojisi ne der bilemem ama…
Çıplak gözle bakınca aradaki korelasyon aşikar…
Hani insanın canı ağrıyan yerindedir, misali…
Kum ya da taş döksen (Döken bilir!) mesela bevliyeciye...
Ya da çeneni tuta tuta yığıldığın dişçi koltuğunda diş doktoruna kurtarıcın olarak teslim olur, “Üstüne adam/kadın tanımam aga!”cı olursun…
Bu da biraz öyle gibi…
Gelecek korkusu ile teslim alınan kalabalıkların nezdinde 12 Eylül darbecilerinin “kurtarıcılar” olarak sahiplenilmesi misaline girersem iş büyür, mevzu derinleşir…
Güzergahtan sapmamak için “Stockholm Sendromu”nda ortayı bulalım…
Nedir Stockholm Sendromu?
“Stockholm sendromu, rehinenin kendisini rehin alan kişiyle olası diyalog sürecinde oluşan, duygusal anlamda sempati ve empati oluşması olarak özetlenebilecek psikolojik durumu anlatan bir terimdir.” (Vikipedi)
Yukarıda, dişçi koltuğunda otururken az evvel, “Bu da biraz öyle”ye bağlamıştım…
Kastım:
Salgın korkusuyla can derdine düşmüş cümle alem (de), kurtarıcı olarak meşruiyeti “Bilim Kurulu” (Sahi bu kez neden mesela İlim Kurulu denmedi?) onaylı (Hekimbaşı olarak görülen) Sağlık Bakanına sığınılan kurtarıcı “diş doktoru” muamelesi yapıyor…
Demek istemiştim…

‘STOCKHOLM SENDROMU’NDAKİ REHİNELERE Mİ BENZİYORUZ?

Sorarsanız:
Behey adam! Bu anlatılanların Stockholm Sendromu(**) ile ne alakası var?
Cevap veriyorum:
E işte ben de size onu soruyorum…
‘Size’ derken, buradaki ‘siz’, liyakat sahibi olarak ‘psik’in muhtelif devamlarını taşıyan meslek ehilleri oluyor…
Uzmanlık sorusu da bu:
En az üç beş kuşağın ilk kez bu çapta yaşadığı küresel salgın, Pandemi şoku, “Stockholm Sendromu” efsanesindeki ilişkiyi çağrıştıracak denli, nüfusun ekseriyetine, yığınlara “görünmez düşman” olarak zerk edilen Covid-19’un rehinesi psikolojisini yaşatıyor olabilir mi?.. 
Ahalinin bu ruh hali, mahkum hissettiği belirsizlikten kendilerini kurtarıp selamete çıkaracak güç ve kudret arayışı olarak tanımlanabilir mi?
Sağlık Bakanı nezdinde İktidar mahfilleri, çaresizlikle sığınılacak saçak altı arayışını mı cezbetmeye çalışıyor?
Covid-19 mereti karşısında bilgisizliğin ve tutacak dal arayışının tahrik ettiği bu meçhule sürükleniş hissi, mesela yönergelerle yaşamı planlanan bir “sürüleşme”yi mi doğuruyor?
Toplumsal haletimizi kışkırtılan böyle korkular ve güce teslim olma bıkkınlığı mı domine ediyor?
Diyor ve buralardan türetilebilecek rezerv sorularımla birlikte bilim insanlarının kapısının eşiğine bırakıyorum...
Şarteli indirmeden bu kez sana soruyorum, ey okur?
Can korkusuyla sığınacak güce teslim olmaya hazır, belirsizliklerden önünü göremeyen, geleceğe umutla bakamayan kitleler ne yapar?
Nereye yönelir?

Otoriterleşme/açık faşizme, “faşist diktatörlüğe” yöneliş(***) tartışmalarının toplumsal karşılığını bu tartışmada aramak gerekmiyor mu?
Önümüzdeki yazılarda yer yer bu (vb.) sorular çerçevesinde tartışmayı sürdürürüz…

SALGIN KORKUSUNUN İSTİSMARI İKTİDAR ETME TEKNİĞİ OLARAK KULLANILACAK

Şimdiden söyleyeceğim değerlendirme çıktılarım şunlar:
Saray İktidarı şöyle ya da böyle bu tablonun farkında…
Kimilerinin (alışkanlık icabı belki) yaptığı RTE’ye rağmen Sağlık Bakanı’nın ilk sıraya yerleşmesi üzerine “ince” dokundurmalı analizleri muhtemelen bıyık altından sinsice gülümsemelerle karşılanıyor… durrrr.
Zira Bakan Koca üstünden bu sığınma/teslim olma psikolojisinden üretilecek meşruiyetin tek adam rejimine/Saray’a yazacağından eminler… (ve haklılar.)
Koca üstünden AKP’ye sempati devşirme ve rejimin meşruiyet kaynağına tahvil etme çabaları ayan beyan ortada zaten…
Öngörüm o ki:
Saray, pandemi korkusunu yönlendirmeyi ve kullanmayı hiç değilse kısa vadede temel iktidar (etme) aracı olarak kullanacak…
Ekonomik ve siyasi terörün faturasını salgına çıkararak ve salgın travması üzerinden dönem politikalarına meşruiyet/onay üretmek; yönetim stratejisinin omurgasını kabaca bu oluşturacak… Gibi…
Böyleyse eğer…
Saray’ın kendi gücünün bırakın sarsılmasına, gölgede bırakılmasına dahi tahammül etmek istemeyeceği bir döneme giriyoruz demektir…
Pandemi travması ile toplumu yönergelerle Pavlov’un köpekleri gibi yönetebilmesi, “Allah’ın lütfuna” çevirmeye çalıştıkları süreçte İktidar merkezli dengenin bozulmamasına bağlı…
“Devlet içinde devlet olmaz” çıkışları anlık refleks değil…
Kitlelerin arayışında rakip bir ses ya da odak çıkmasından duydukları ürküntüyü yansıtıyor…
Bekleyen kriz günlerini yönetebilmenin muhtemel tek yolunun toplumun “sürüleştirilerek” güdülmesine bağlı olduğunu, en çok İktidar biliyor olmalı.  
Tepkilere rağmen belediyelerin üstüne üstüne gitmeyi göze almasının sebebi, ileride kontrolü kaybetmesine sebep olacağı korkusu…
Başta İmamoğlu’nu kıskaca almış görünen (Ama tabiatıyla onunla sınırlı kalmayabilecek ve) şimdilik ağır çekim seyreden kayyum sürecinin ters/hızlı çekimle final yapması hiç de öyle yabana atılır gibi değil…
Bu minvalde Güven Gürkan Öztan’a (Birgün, 27 Nisan 2020) katılıyorum:
“İktidar bloku salgın boyunca istediği gibi at oynattı…” tespitini ardından yazdıklarını da çizmeye çalıştığım perspektif çerçevesinde okuyorum:
“İktidarın bu süreçte dengesini yalnızca ama yalnızca muhalefetin elindeki belediyeler bozdu. Öyle böyle değil hem de…”

YENİ NORMALİMİZ OLARAK TEBLİĞ EDİLEN ‘KONTROLLÜ HAYAT’ SAĞLIKLA MI SINIRLI!

Vaziyet bu ise şayet…
İktidar, “Dengesini bozucu” olarak gördüğü tüm mahfilleri (Bir vakitlerin popüler MHP sloganındaki gibi) “Ya tam susturma ya kan kusturma” hesap ve planı yapıyor…
Dün ‘sarı öküz’(****) kayyumlanmaları ürkekçe “kınıyoruz”la yetinip sineye çekilen HDP’li belediyeler idi…
Şimdi (Ayar verilmesi gündeme gelen) TMMOB, TTB ve barolar başta tüm kontrol dışı mesleki demokratik kitle örgütleri…
Vee… CHP için yarın vereceği sarı öküz kalmayabilir…
Ne diyor “Performansı en beğenilen lider” kurdelası takılan Sağlık Bakanı:
Artık bundan sonraki yeni normalimiz Kontrollü Sosyal Hayat…
Sahiden şeffaf adam…
Hep Fatih Portakal alkışlayacak değil ya…
Ben de isterim; alkışlıyorum Bakan Begimizin şeffaflığını:
“Kontrollü Sosyal Hayat”…
Kontrol etmeli mutlaka söylenenin ardında önünde, ötesinde berisinde ne var acep?
Ne?

(*) Konsensus’un anketine göre, Cumhuriyet, 2 Mayıs 2020
(**) Stockholm Sendromu analojisini elbette tüm ideo-politik kabul ve anlamlarının ötesinde, yaygın, popüler misal olarak izah edici bulduğum için kullanıyorum.
(***) Enteresan bir iddia: “New York Merkez Bankası tarafından yayımlanan bir çalışma, 1918 İspanyol Gribi salgını ile Almanya’da Nazi Partisinin iktidara gelmesi arasındaki bağlantıya dikkat çekti.” (5 Mayıs 2020)
(****) “Biz o sarı öküz vermeyecektik” pişmanlığıyla nihayete eren hikaye için mesela bk. https://www.youtube.com/watch?v=RR41gjP11z0

Satır altından notlar…

23 NİSAN’IN 100. YIL SELFİESİ

Egemenlik kayıtsız şartsız Reis’e aittir!(*)
---
(*) Esinleyen: Işık Kansu’nun yazı başlığı: Egemenliğin Reisi, 25 Nisan 2020

1 MAYIS ‘BALKON KONUŞMASI’ YAPTI

Başta DİSK’imiz…
İstisnalarımız ne güzel bozdularsa da kaideyi…
Bu yıl esas alanlarımız balkonlardı…
Balkondan balkona mendil salladık el salladık, ‘Merhaba 1 Mayıs’.. dedik… (Eyi dedik eyii.)
Ve galiba öyle kendiliğinden:
Erdoğan’ın mutat “Balkon konuşmaları”nın alternatifi ‘Balkon’un adresini de göstermiş olduk…
Bizimki Balkanlaşma değil ha!..…
‘Balkonlaşma’…

BİR GENÇTEN KİNDAR BİR FAŞİST YARATAN ‘AYDINLIK’…

“Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim.” Rakel Dink
Dün mesela hocalarını ihraç eden medeni ölüm cezası hükümlerini,  KHK’leri destekliyor…Kadınların şiddete karşı ‘Las Tesis’ dansını ‘Devlet düşmanlığı’ ilan ediyorlardı…Bugün ‘Ölüm orucundaki Grup Yorum üyeleri ölmesin’ diyenleri, terör destekçisi sayıyorlar…
1973’te Şili Ulusal Stadyumu’nda Victor Jara’nın ellerini kıran Pinochet kuvvetlerinin reenkarnasyonları adeta…
Hitler Gençliği profili veren (Türkiye Gençlik Birliği) TGB’den söz ediyorum…
TGB ne?
Vatan Partisinin (gayriresmi) gençlik örgütü...
Aydınlıkçılığın hık demiş burnundan düşmüş…
TGB’lilerin son marifeti:
“Grup Yorum’un “Bomba” Şarkıları
Yazının başlığı bu…
Alt başlık da Grup Yorum’u nişangaha yerleştirip yaylım ateşine tutmanın maksadını özetliyor:
“CHP Gençlik Kollarının savunduğu bu müzik grubu nice vatandaşımızı, polisimizi, devlet görevlilerimizi şehit eden bir terör örgütünün yapılanmasıdır.”
CHP’ye (aynen kendi ifadesiyle) “Grup Yorum DHKP-C’dir” demek istemiş…
TGB Devlet dairesi yazışması yapmış…
Mahiyet de üslup da bu… 
TGB internet sitesinde yayımlanan (26 Nisan 2020) sivil ‘polis fezlekesi’nden ibaret yazının sadece ara başlıklarını anmak yeterli…
“Masum Türkülerin Masum Olmayan Teröristleri”
“Grup Yorum’un Militan Devşirme Merkezleri: İdil Kültür Merkezi”
“Örgütün Finans Kaynağı: Konserler”
“Ölümden Beslenen Yamyam Örgütü ve Davulcuları”

Rakel Dink, Hrant’ına veda ederken, “Bir bebekten bir katil yaratan karanlık”tan söz etmişti (23 Ocak 2007)…
“Bir gençten türkülere düşman kindar faşist yaratan Aydınlık” da o “karanlık”ın yanardöner tonundan başka ne ki!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa