13 Mayıs 2020 00:42

Sendikal özgürlüğün sınırı milliyetçilik

Türk-İş 23. Olağan Genel Kurulu

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

1947 yılında Çalışma Bakanı Dr. Sadi Irmak, 5018 sayılı İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Hakkında Kanun’a dair meclis bütçe görüşmelerinde sendikaların kurulmasını yasallaştıran düzenlemenin amacını şöyle açıklamaktadır:

“Türk işçisinin hakları arasına mesleki dernekler kurma hakkı da katılmıştır. Bu teşekküllerin mesleklerin yükselmesine, temsiline ve yardımlaşmıya hadim olması ve yabancı ideoloji oyunlarının dışında hür ve milli duyguya dayanan bir gelişmeye kavuşmalarını sağlıyacak bir kanun tasarısını huzurunuza sunmak üzereyiz” (Ahmet Makal, Türkiye’de Çok Partili Dönemde Çalışma İlişkileri: 1946-1963, İmge Kitabevi, 2002, s.232).

Irmak’ın “yabancı ideoloji” diye bir mecaz kullanarak adını bile anmaktan imtina ettiği fikir akımı sosyalizmdir. Tek parti taassubu sendikanın yerli ve milli olmasını şart koşmaktadır. Bu da yetmez. Kanunun gerekçesinde enternasyonal proleter dayanışmasına düşman bir millilik anlayışı Türk sendikalarının hürriyetinin bir koşulu olarak tanımlanır:

“Bu kanun tasarısı, hürriyetçi, milliyetçi ve devletçi olan rejimimizin çalışma hayatında işçi ve işveren sıfatiyle faal olanların meydana getirecekleri teşekküllere hür bir gelişme imkanı sağlamak fikrinden mülhem olmuştur… Rejimimizin milliyetçi karakterine uygun olarak sendikaların da milli teşekküller oldukları ve milliyetçi bir zihniyetle çalışacakları ve beynelmilel mahiyet almıyacakları tasarıda tesbit edilmiştir”  (Makal, s.233).

Gerekçenin açıkça ortaya koyduğu gibi kuruluşundan itibaren sendikanın özgürlüğü, içeriğini iktidarın belirlediği bir milliyetçilik ideolojisiyle sınırlandırılmıştır. Buradaki ideolojiyi sadece bir soyut düşünceler bütünü olarak algılamak eksik olur. İdeoloji her şeyden önce bir yönetim tekniği, bir idare pratiğidir. Sınıf sömürüsünü gizlemekle kalmaz, o sömürü mekanizmasının ta kendisidir.

Bu mekanizma iki şekilde işler: Bir yandan, dünyanın her yerinde işçi sınıfının aynı sömürüye tabi olduğunu gizler; diğer yandan, içinde yaşadığımız toplumun sınıflara bölünmüş olduğunu reddederek aynı kaderi paylaşan yekpare bir millet olduğunu ileri sürer. Enternasyonalist sendikacılık “yabancı” olarak damgalanır ki işçiyle sermayedarın çıkarları özdeş sayılsın. Eğer emek ve sermaye arasında bir çatışma yoksa o halde emekçilerin sermayeden talepleri ancak yabancıların milleti bölmek için ektiği nifak tohumları olabilir. Bu ideoloji iş yerinden başlayarak siyasi iktidarın zirvesine kadar burjuvaziyi bir dokunulmazlık zırhıyla donatır. Zira sermayenin kârını işçinin ücretinin düşüklüğünden çıkardığı bir ekonomide çıkarların özdeşliğini öne sürmek, pratikte sermayenin hakimiyetini savunmaktan başka bir şey değildir. Marx’ın da dediği gibi burjuvazi ancak bütün toplumun çıkarlarını temsil ettiğini iddia ederek -yani bir toplumsal temsil tekeli kurarak- hakim sınıf haline gelebilir.

Burjuvazinin temsil tekelinin işçi sınıfı açısından yaşamsal sonuçları vardır: Milliyetçilik, enternasyonalist sendikacılığı “bölücülük” olarak mahkum ederken işçi sınıfını sektörler, sosyal güvenlik kapsamı, eğitim sertifikaları, coğrafi dağılım, siyasi yönelim, milli-etnik kimlik ve dini inanç temelinde böler. 1947 yılından bu yana geçen yetmiş üç yıl boyunca sermaye birikiminin temel dinamiğinin düşük ücret olması bu bölünmüşlüğün bir sonucudur. Rejimin karakteri de düşük ücrete dayanan sermaye birikiminin bir ürünüdür. Halkın büyük çoğunluğunu düşük ücrete mahkum eden bir siyasi sistem otoriter olmayacak da ne olacaktır? Hangi halk, hür iradesiyle yoksulluğa razı olur?

Günümüzde rejim analizinde sıkça dile getirilen popülizm eleştirilerinin genellikle es geçtiği nokta budur. 1947 yılında kurulan “milli” çalışma rejimi halkın büyük bir bölümünü (özellikle kırsal kesim çalışanlarını, ev emekçilerini ve kentlerdeki kayıt-dışı emekçileri) sendikal haklardan ve sosyal güvenceden dışlamıştır. Önce Özal, sonra AKP sendikaların gücünü kırarken bu dışlanan emekçilerin desteğini almaya çalışmıştır. Öyleyse tekrar güçlenmek için sendikalar bu emekçileri kazanmaya mecburdur. Bu da ancak emekçilerin çıkarlarının sendikalar tarafından temsil edildiğini ısrarla savunan “beynelmilel” bir sendikacılıkla mümkündür. Milliyetçi sendikacılık sınıfı birleştirmez, böler.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa