16 Mayıs 2020 00:43

Erdoğan iktidarının HTŞ ile ilişkilerinin gayriresmi tarihi-2

HTŞ güçleri Mushairfa köyüne girerken

Fotoğraf: Qasioun News Agency/Wikimedia Commons (CC BY 3.0)

Paylaş

Yazının ilk bölümünde Türkiye’deki iktidar ile HTŞ arasındaki ilişkilerin gelişimini özetledikten sonra en son Erdoğan ve Putin arasında 5 Mart’ta imzalanan Moskova Mutabakatı’nın Erdoğan iktidarının uzunca bir süredir sahada gayriresmi olarak iş birliği yaptığı HTŞ ile giderek daha fazla karşı karşıya geldiği/geleceği bir süreci başlattığını belirtmiştik.

Şimdi Erdoğan iktidarı ve HTŞ arasındaki ilişkilerin neden eskisi gibi devam edemeyeceğine ve devamında da yeni durumun sahadaki aktörler için ne anlama geldiğine bakalım.

Öncelikle şunu belirtelim: Erdoğan iktidarı ne İdlib’de geri adım atmayı ve ne de Rusya’nın baskısına boyun eğerek yeni şartlar altında bir mutabakat imzalamayı istedi. Hatta bu sürecin önüne geçebilmek için Rusya destekli Suriye ordusuyla savaş durumuna gelmeyi ve ağır kayıplar vermeyi bile göze aldı. Ayrıca Rusya’ya baskı uygulayarak geri adım attırabilmek için ABD ve AB’yi devreye sokmaya çalıştı. NATO’yu olağanüstü toplantıya çağırarak 5. maddenin uygulanması (Üye bir ülkeye yapılan saldırının bütün NATO’ya yapıldığı ve ortak yanıt verilmesi gerektiği) talebinde bulundu. Ancak bütün bu süreçlerden “Türkiye’yi destekledikleri”, “Türkiye ile dayanışma içinde oldukları” mesajlarının/açıklamalarının ötesinde beklediği desteği alamadı. Dolayısıyla ya İdlib için kapsamlı bir savaşı göze alacak ya da Rusya’nın dayattığı yeni koşullara razı olacaktı. Moskova’ya giden Erdoğan, ikincisini tercih etti, etmek zorunda kaldı.

Erdoğan için Putin’le ile uzlaşma, bugün Türkiye’nin ÖSO gruplarıyla elinde bulundurduğu bölgeleri koruyabilmek için de zorunlu hale gelmişti. Çünkü Rusya, İdlib’de savaş ısrarının devam etmesi halinde Afrin başta olmak üzere Türkiye’deki iktidarın ve desteklediği cihatçı grupların denetiminde bulunan bölgelere Kürtlerle birlikte operasyonlar yapılabileceği mesajını vermeyi de unutmamıştı!

Özetle Erdoğan iktidarı, Suriye’nin geleceğiyle ilgili pazarlık masasında kalabilmek ve Kürtlere karşı kazandığı pozisyonu kaybetmemek için İdlib’de HTŞ ile daha fazla karşı karşıya geleceği koşullarda Rusya ile uzlaşmak zorunda kaldı.

Erdoğan iktidarının kaybedebileceği başka yerler/şeyler vardı ama HTŞ için buradaki (İdlib) etkinliğini kaybetmesi sonun başlangıcı anlamına geliyordu. Üstelik M4 Otoyolu’nun denetimini kaybetmesi, ekonomik/ticari anlamda önemli bir kayıp yaşaması anlamına geliyordu. Dahası TSK’nin İdlib’deki askeri varlığını (asker ve zırhlı araç) sürekli artırması hareket alanı önemli oranda sınırlanan HTŞ’yi ya ÖSO’ya katılma ya da TSK ile daha fazla karşı karşıya gelmeyi göze alma arasında bir tercihe zorluyordu. Bugün için HTŞ’nin kendi etkinlik alanlarını koruyabilmek için M4 Otoyolu’nda Türk-Rus ortak devriyesine karşı gösteri ve saldırlar düzenlediği ve bu temelde Türkiye’deki iktidar ile pazarlıklar yaptığı söylenebilir.

Bu sürece dair en dikkat çekici tutum, ABD’nin tutumu oldu. Geçtiğimiz günlerde ‘Atlantik Konseyi’ adlı kuruluşun toplantısına katılan ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, “Türkiye’nin İdlib’deki askeri varlığını ve ateşkesi güçlü bir biçimde destekliyoruz” dedikten sonra “Türkiye’nin terör örgütlerine baskı uygulamaya devam edeceğini umduklarını” da vurguladı. Elbette İdlib’de söz konusu edilen terör örgütlerinin başında HTŞ geliyor.

Oysa daha birkaç ay önce, ocak ayında Brüksel’de telekonferans yoluyla gazetecilerin sorularını yanıtlayan Jeffrey aynı HTŞ için bakın neler diyordu: “İdlib’de ABD ve Birleşmiş Milletler tarafından terör örgütü olarak kabul edilen gruplar var(…) Nusra gibi, Hayat Tahrir el Şam (HTŞ) gibi. Bunlar doğrudan el Kaide’nin uzantıları, terör örgütü olarak kabul ediliyorlar ancak öncelikli olarak Esad rejimiyle mücadeleye odaklanmış durumdalar. Henüz biz bu iddiaları kabul etmedik ama kendileri, terörist değil vatansever muhalif savaşçılar olduklarını iddia ediyorlar. Bir süredir uluslararası bir tehdit oluşturduklarını görmedik.

Bu söylemi doğrular biçimde geçen yılın ekim ayında IŞİD Lideri Bağdadi’nin öldürüldüğü operasyon öncesinde HTŞ’nin de ABD’ye istihbarat desteği sağladığı iddiaları gündeme gelmiş/getirilmişti. Ayrıca ABD, HTŞ ile askeri olarak karşı karşıya gelen Hurraseddin adlı örgüte de askeri operasyon yapmıştı.

Peki, ne oldu da ABD, Türkiye’nin HTŞ’ye baskı uygulamasını ister hale geldi?

ABD, elbette çıkarları için yeri geldiğinde HTŞ gibi örgütleri kullanmaktan geri durmaz. Yakın zamana kadar HTŞ’nin İdlib’deki varlığını Rusya ve Suriye’nin planlarını bozduğu için destekliyor, bu güçlerin HTŞ’ye yönelik operasyonlarına “insani kriz” vb. gerekçelerle karşı çıkıyordu. Ancak yeni durumda İdlib’e askeri yığınak yapan TSK varken HTŞ’nin varlığı hem gereksiz hale geliyor ve hem de Rusya ve Suriye ordusunun olası operasyonları için gerekçe yaratıyordu.

Durumun anlaşılması için şöyle soralım: Sizce ABD, İdlib’de yarın bir gün yeni bir operasyon gündeme geldiğinde Rusya’nın karşısında kim olsun ister; HTŞ mi, yoksa TSK mi?

Dolayısıyla ABD, Erdoğan iktidarının idlib politikasını hem bugünkü geçici uzlaşmaya/mutabakata rağmen yarın Türkiye ve Rusya’yı karşı karşıya getirme potansiyeli taşıdığı ve hem de bu karşıtlık üzerinden Erdoğan iktidarını kendisine daha fazla yanaşmak zorunda bırakacağı için destekliyor.

Rusya cephesinden bakıldığında ise; 2017 Astana, 2018 Soçi ve 2020 Moskova mutabakatları, Suriye’de cihatçıların kademeli olarak ve üstelik bu konuda Türkiye’deki iktidara sorumluluklar yükleyen bir şekilde tasfiyesini öngören anlaşmalar olarak öne çıkıyordu. Dolayısıyla Rusya, Moskova’da imzalanan mutabakat ile öncelikle Erdoğan iktidarını daha geri bir pozisyonda anlaşmaya razı etti ve bu nedenle bu mutabakatta son operasyonda Suriye ordusunun denetimine giren Halep-Şam arasında ulaşımı sağlayan M5 Otoyolu’nun adı bile geçmedi. Devamında Lazkiye- Halep arasında ulaşımı sağlayan M4 Otoyolu’nun güvenliğinin sağlanması konusunda Türkiye’ye sorumluluk yükledi. Bu temelde yeni durum Türkiye’deki iktidarı ya HTŞ ile karşı karşıya gelerek gereken adımları atma ya da bunun yapılmadığı koşullarda Rusya ve Suriye ordusunun yeni operasyonu arasında tercih yapmaya zorluyor.

Özetle, Rusya İdlib’de hızlı bir çözüm isteyen Suriye yönetimi ve İran’la zaman zaman gerilim ve anlaşmazlık yaşamasına rağmen süreci Türkiye’deki iktidarı olabildiğinde karşısına almadan ve üstelik ona sorumluluklar yükleyerek kademeli olarak ilerletmeye dayalı bir politika izliyor.

Sonuç olarak ortaya çıkan yeni dengeler Erdoğan iktidarını bugüne kadar gayriresmi olarak çeşitli biçimlerde iş birliği yaptığı HTŞ ile karşı karşıya gelme noktasına getirmiş bulunuyor. HTŞ ile yaşanan bu kriz, Erdoğan iktidarının cihatçı çeteleri yayılmacı emellerinin bir aracı olarak kullanma politikasının dönüp dolaşıp Türkiye’yi vuracağı uyarılarının haklılığını bir kez daha gösteriyor. Çünkü kriz derinleştikçe Hatay sınırının birkaç kilomete ötesinde on binlerce silahlı militanı olan HTŞ’nin de daha büyük ve ciddi bir tehdit haline geleceğini söylemek için kahin olmaya gerek yok.

Ancak ne yayılmacı emeller için cihatçı çeteleri kullanma ve ne de bu emeller nedeniyle emperyalistler tarafından kullanılma konusunda Erdoğan iktidarının HTŞ ile ilişkilerin ortaya çıkardığı sonuçlardan ders aldığına dair hiçbir işaret bulunmuyor!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa