16 Mayıs 2020 00:30

Ezop olsa ne başlık atardı acep bu yazıya?

Ezop olsa  ne başlık atardı acep bu yazıya?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Vesile yaratılıp ‘darbe’ tezviratı parlatılarak tedavüle sokuldu…
Kafes kapıları açılan tosuncukların silahlı mermili ölüm listeleri resmi tehdit geçidi başladı…
Ekranlarda yayımlanan katliam simülasyonları eşliğinde…
Adeta sivil milis tatbikatı
başladı
Tesadüf ya da bağlantısız mı?
Yoksa merkezi örgütlü siyaset planının yürürlüğe sokulması mı?
İkinci şık flaşörleri yaktı; burası diyor…
Zira belli:
Silahlı kavanoz mermili tehditler periyoda bindi…
Sevda Noyan’ın “kursağında kalanı” hazmetme hazırlığı itirafı (*) gösteriyor:
“Bizim aile 50 kişiyi götürür…” (Nasıl?...)
“Benim listem hazır.”.”
Fatih Tezcan
’ın yekten Kılıçdaroğlu’nu hedef alarak sarf ettiği ifadeleri, Noyan’ı tamamlıyor:
“Karınızı, çocuklarınızı nasıl koruyacaksınız bizden?..”
“Kimleri toplayacağız haberiniz var mı sizin?​”
“Zulalardan, listelerden, yaşanacaklarından haberiniz var mı?
Bunlar münferit ve (salt adli) kriminal hadise olarak görülemez...
Kendini bilmez meczupluk olarak geçiştirilemez…
Hitler ve adamları ne kadar deliyse bunlar da o kadar...
Kara gömlekliler ne kadar meczupsa bunlar da öyle meczup…
Meczup deyip geçiştirilemez…
Mezcuplar tarih yazmaz, yazdırılır…
Sokağa salınıp, yazdırıldı (da) vaktiyle.
Öyleyse:
Muktedirin sükut halini neye yormalı?
Asli fail olduğunun ikrarına mı?
Devam edelim

BERNA LAÇİN’LERE REVA GÖRÜLEN

Berna Laçin’in ‘lince isyan’ (**) haberini okurken gördüm, o iğrenç tiveeti...
“Darbe” karşıtı demokrasi aşığı “unsur” muhalefete belden aşağı tehdit savururken, “dava” arkadaşlarına da yavşıyor:
Popüler kimi kadınların adı sıralanarak “O benim” yazıyor…
Sosyal medya kullanıcılarından öğrendim ki, meğer münferit değilmiş…
Hatta “O da bir şey mi”ymiş…
Gerçi basına yansıdıkça okuyorum; geçenlerde biri de nasıl bir hayat yaşadıysa artık, yine bilinen bir kadına “ıslak” müptezelliğiyle sataşıyordu…
Bunları okurken, kadınları (şimdilik) tehdit olarak savurdukları (muhtemel) pogrom harekatının “ganimetleri” olarak ilan etmeleri bana IŞİD’i hatırlatıyor
Savaş ganimeti olarak çoğu Êzidî/Kürt/Hristiyan aidiyetine sahip “düşman” kadınları savaş ganimeti olarak sahipleniyor ve hatta köle pazarında satıyorlardı…
Maliyeti yükselince destek ve sempati (En azından görünürde) kesilip terse döndü…
IŞİD “düşman” sayıldı.
O kadar ki, IŞİD, İslam’ı temsil edemez denilmekle kalınmadı, IŞİD’i İslam’la bir tutma İslam’a hakaret sayıldı.
Yetmedi IŞİD’in açılımındaki “İslam (devleti)” var diye IŞİD yerine “resmi” olarak Arapçası, DAEŞ tercih edildi; IŞİD’i kullanan kötü gözle bakıldı…
IŞİD İslam’ı temsil edemez diyen kimileri IŞİD’in izinde IŞİD zihniyet ve pratiğini taklit etmeyi tehdide dönüştürmesine demeli?
Zihniyet meselesi mi?
Ha bu arada…
Alenen tecavüz tehdidi var ama sosyal medyaya anında “Erdoğan’a hakaret” operasyonu çekenlerden tıs yok…
Şaşırtıcı mı?

***

Son iki yazıda tartıştığım/göstermek istediğim tablo tam da bu:
“Ya tam susturma ya kan kusturma” planı…
Niyeti kursaklarında bırakmak tabii ki mümkün…
Fakat unutmamak şart:
“HDP’li 3 belediyeye daha kayyum atandı; 4 belediye başkanı gözaltına alındı” (***) haberini ocağına düşmüş ateş gibi hissetmek de “Tabii ki mümkün” kılmaya dahil…
Tıpkı…
Kayseri’de Grup Yorum’un İbo’sunu mezarından çıkarıp yakmak isteyen (sivil) faşistlere uzun namlulu destek veren kamuflajlıların peşini bırakmama görevi gibi…

 ------

(*) Geçen yazıda Sevda Noyan vakasını ele alırken son ana kadar haberlere göz atmış ve yanıltmamak için okuru dipnot düşmüştüm: Bu satırların yazıldığı pazartesi öğle saatlerine kadar, “Benim bacılarım kastınız ne sizin, bak bunları birileri haşa efendimize söylese dipsiz kuyuda bulurdu kendini; siz ne yaptınız böyle?​” sorusu (dahi) sorulmamıştı…” Hâlâ sorulmadı; RTÜK Başkanı toplantıya gelmemiş. (15 Mayıs 2020) Haklı çıkmayı yanılmaya yeğlediğimiz günlerden söz ediyoruz…
(*) 14 Mayıs 2020
(***) 15 Mayıs 2020

HİŞŞT…

MHP’lisi AKP’lisi…
Cümle sayın zevat kavram hırsızlığı yapıyor…
Yavuz hırsız misali…
Faşistlerin “alayı” sık sık önüne gelene, hasım bellediklerine “faşist” ithamı yaparak-güya- kimliklerini maskelediklerini sanıyor...
Ama cehaletlerini sergilemekle kalmıyor…
Suçlama ve küfür olarak kullanamadıkları ‘komünist’in saygınlığını ve kıymetini kabul ettiklerini de ilan etmiş oluyorlar

SATIR ALTINDAN NOTLAR…

EVET, SORU TUHAF AMA VAZİYET GERÇEK: YAŞADIĞIMIZA İNANMAMIZ İÇİN MEDYANIN YAYIMLAMASI MI GEREKİYOR?

Elisabeth Noella-Neuman’ın Suskunluk Sarmalının Keşfi kitabında (*) rastlamıştım…
Vaktiyle Saturday Review’da yayımlanmış, Robert Mankof’un tek karelik çiziminden söz edeceğim…
Elinde kitap, koltuğuna kurulmuş adama…
Karşısına geçmiş çocuk sorar:
- Baba, ormanda bir ağaç devrildiğinde, orada bu olayı anlatacak medya mensupları yoksa, ağaç gerçekten devrilmiş olur mu?
Soru ile Neuman’ın kitabında karikatüre yer verdiği bölüm
başlığı örtüşüyor:

‘YAYIMLANMAMIŞSA YOK DEMEKTİR’

Ne zaman ‘medya yeniden kurduğu/icat ettiği gerçek’ ile ‘yaşanılan gerçek’lik arasındaki zıtlıktan neşet eden itiş kakış yaşansa…
Hep o karikatürü hatırlarım…
Dürter zihnimi, hatırlatır kendini…
Hattı zatında son cümleyi yazarken fark ettim; aslında yukarıdaki anlatımda “ne zaman” kipi pek doğru gibi durmuyor…
‘Olmadığı zaman da var’ imasını taşıyor, zira…
Halbuki öyle mi?!..
Anlattığım karikatürü bizim milyonlarca evin gerçeğine teşmil edip uyarlasak mesela, ortaya muhtemelen şöyle bir diyalog çıkar herhalde:
- Baba biz medya yazmadığına, ‘a haber’ filan yayımlamadığına göre şimdi aç değil miyiz?
- … maskesiz değil miyiz?
Misaller çoğaltılabilir...
Uzatmayacağım…
Beni yine o karikatüre götüren şu oldu:

MUHAKEMENİN FELCİ: MEDYA DOLAYIMINDAN GEÇMEDEN İDRAK EDEMEZ HALE GELMEK…

Malum:
Sokağa çıkma sahile inme…
Ama (rejimin ideo-kültürel rol modeli, ekonomik/sosyal mabedi) AVM’ye git!.. “yönergesinde” sırıtan saçmalığın açık ettiği üzere…
Kapitalizmin/piyasanın ihtiyaçlarına göre korona ile sosyal mesafemiz (korona kapitalizm lehine) yeniden düzenlendi...
İktidar medya aracılığıyla “Virüs kontrol altında” tufanı estirdi…
Sokak şifreyi anında çözdü; decoder “Kim korkar virüsten” çıktısı verdi... 
Vaziyet TV’lerdeki ‘sosyal kaynaşma’ görüntülerine yansıdı…
Hâlbuki… Daha birkaç hafta evvel böyle miydi?
“Evde kal” eksenli yaygın medya propagandası etkisini göstermiş…
Korona seferberliği hali tüm sarsaklıklara rağmen toplumsal teyakkuz oluşturmuştu… (Ne iyi!)
O kadar ki  “Evde kal”anların can havli, ücretli köleliğin ölüm pahasına “Haydi işe” istikameti verdiği işçileri bile umursamadı, gör(e)medi… (Yazık!)…

İNSANIN ÖLÜMÜ; NASIL VE NE ZAMAN?

Şimdi soru:
İnsanların Covit-19 insan kıranı karşısındaki reflekslerini kendi muhakemesinin değil, medyanın belirlemesi...
Kişisel otonomisini
medya talimatlarına uyum üstünde güç/iktidar komutlarına teslim etmesi mi kötü?
Teslim olunan iradenin piyasa lehine kullandığı tercihin bedelini canımızla ödeme ihtimali mi?..
Hangisi daha kötü?..
Belki de halkın kendi kaderini tayin hakkının (güce) peşkeş çekilip teslim edilmesi; kişisel iradenin/otonominin ölümüdür, asıl insanın ölümü?!
Ne dersiniz?

SARAY’IN MEDYA KARTELİ MAKKARTİCİLİKTE EL ARTIRDI: REKLAM AMABARGOSU UYGULAYARAK ÇİZGİ DIŞI SANATÇILARI EKONOMİK TERÖRLE ‘ETKİSİZ HALE GETİRMEK’ İSTİYOR...

Bizim muhalif medya pek nazik…
“Hükümete yakınlığıyla bilinen Turkuvaz Medya Grubu…”
“Turkuvaz Medya Grubu”nun hükümete “yakınlığı” mı kalmış!..
(Ortada fiilen ve resmen “hükümet” mi var da “hükümete…” faslını geçiyorum…)
Sabancı Holding’ten söz ederken, “Sabancı ailesine yakınlığı ile bilinen Sabancı Holding” mi diyorsunuz?
O halde (Hem de başlangıçta Vakıf ve Halkbank kredileriyle) aldırılan ve asıl sahibi Saray olan bir medya grubu için “yakınlığıyla bilinen” de neyin nesi oluyor?
“Yakınlık” ifadesi aynı zamanda, aksini “uzak/karşı” durabilme tercih ve iradesini gerektirmez mi?
Turkuaz’ın böyle (patrona mesafe koyma gibi) bir şansı trilyonda bir de olsa var mı?!..
Ee?
Eğer objektiflik adına ise bu hassasiyet, eşyayı adıyla anmak değil mi objektiflik!..

***

Buraya şurada geldik:
“Hükümete yakın Turkuvaz Medya Grubu'ndan Berna Laçin'e ambargo…
Oyuncu Berna Laçin’in yer aldığı hiçbir reklama yer vermeyeceklerini duyurdukları bir açıklama yaptı.” (14 Mayıs 2020)
Bir kez daha altı çiziliyor ki:
Medya karteli sadece haberleri kontrol etmiyor...
Reklamda oynayacak oyuncu/sanatçı kriterini tespite de yeltenerek...
İktidarla mesafeli kültür sanat insanları ekonomik terörle hizaya sokulmaya çalışılıyor… “Sadece dizide değil reklamda da ekmek kapını keseriz” tehdidinin ideolojik hedefi de olmalı…
Öte yandan..
İktidarın mesajı sadece Berna Laçin’lere de değil..
Reklam dünyasına…
Ve tabii onların patronu reklam verene…
(de.)
Saray nezdinde sicili temiz olan oyuncularla çalışacaksınız!
Laçin’e uygulanan ambaro terörünün tersten okuması bu…
Ambargo uygulayarak Mc Cartici mukalliti kara liste ile ekonomik terörün hedefi haline getirilen Berna Laçin’leri tıpkı Barış imzacısı KHK’li akademisyenler gibi medeni ölüm cezasına çarptırmak isteniyor..
Herkesi Ali Şanlaştırmak, Yavuz Bingölleştirmek..
Hiç olmazsa Ahmet Ümit şeyi gibi sabah’a bi aynı gemideyiz mülakatı patlattırmaya mecbur bırakmak…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa