18 Mayıs 2020 00:27

The Last Dance 3: Çocuğunuz Jordan gibi olsun mu?

The Last Dance 3: Çocuğunuz Jordan gibi olsun mu?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

The Last Dance’te sona gelindi. Bugün itibarıyla belgeselin son 2 bölümü de yayımlanmış olacak. Pandemi günlerinde sporseverlerin büyük ilgisini çeken belgesel, özellikle ’90’larda büyüyen kuşak için müthiş bir nostaljik seyir sağladı. Ancak zaman içerisinde çocukluk kahramanına karşı eleştirel bakabilmeyi öğrenmiş ben gibilerin de kafalarında soru işaretleri oluştu: Belgesel, Jordan’ın takım arkadaşlarına adil davranıyor mu, nasıl olur da Craig Hodges’la röportaj yapılmaz, yoksa seri Jordan güzellemesinden mi ibaret?

ESPN ve Netflix’in belgeselin kapanış jenerikleri dahil herhangi bir vesileyle açıklamadığı bir gerçeği öğrenmek bu konularda kafamızda beliren soru işaretlerini yanıtladı. Belgeselin yapımcıları arasında Michael Jordan’ın Jump23 adlı kendi prodüksiyon şirketi de vardı! The Guardian’dan Bryan Armen Graham, gizlenmeye çalışılan bu ciddi çıkar çatışmasının belgeseli gazetecilik açısından “Kaçırılmış bir fırsata” indirgediği yorumunda bulundu.

Nihayetinde belgesel yayımlanmadan önce Jordan’ın “Belgeselin kendisini kötü biri gibi göstereceği” şeklinde endişeleri olduğuna dair medyaya sızdırılan haberlerin de maksatlı olduğu anlaşılıyor. Belgesel aslında Jordan’ı, “Susup oyununa bakmayı reddeden” spor yıldızlarının yükselişte olduğu bir dönemde, eleştirildiği konularda (zorbalık, kumar, siyasi tarafsızlık) savunmayı, haklı göstermeyi hedefliyor. Jordan’ın 20 yıl bekledikten sonra belgeseli neden bu dönemde onayladığını anlamamızı da kolaylaştıran bir şey bu. Temel hedef Jordan markasını güçlendirmek ama bu marka önceki yazılarda da belirttiğimiz üzere sadece ticari bir yapı değil aynı zamanda “Be Like Mike” sloganıyla özetlenen bir ideolojinin parçası. Bu ideoloji, kapitalizmin sadece tekelleri değil emekçi sınıfın tüm bireylerini birbirine karşı kışkırtan, yarıştıran, düşmanlaştıran, birbirinin üzerine basıp geçmeyi, arkada kalanın üstünde tepinmeyi salık veren rekabetçi ideolojisi.

Daha önce yine 3 yazılık bir seriyle açıklamaya çalışmıştım, rekabetçi sporlar, sınıflı toplumun ürünüdür. Tüm hayatımız rekabet üzerine şekillenmişken, kolektif yaşamın bilincine varmış olanlarımız dahi bundan azade kalamaz, dolayısıyla rekabetçi sporların özünü en fazla ehlileştirebilir, modifiye edebilir, daha iyisi üzerine düşünebiliriz. Ancak madalyonun bir de öbür yüzü var. Kazanmanın amaç olduğu, yalnızca galibin anımsandığı ve kutsandığı, kazanmaya giden her yolun (hileden davranış biçimlerine) mübahlaştırıldığı düzenin oyununa ve onun değerlerine gerçekten “spor” deyip geçilebilir mi?

Soruyu bir de şöyle soralım. Spora yeni başlayan çocuğunuzun Michael Jordan’ı örnek almasını ister misiniz?

Kenardan izlerken sizin için önemli olan çocuğunuzun keyif aldığını, kendi bireyselliğini takım arkadaşlarıyla uyum içerisinde sahaya yansıttığını görmek mi yoksa büyük bir hırsla arkadaşlarını ezmek pahasına kazanması mı?

1972 Münih’in 7 altın madalyalı Rekortmen Yüzücüsü Mark Spitz’in, kendisine 2 yaşından bu yana “Yüzmek her şey değildir, kazanmak her şeydir” diyen babası Arnold Spitz gibi biriyseniz herhalde bu soruya yanıtınız “evet!” olur. Ve bence o zaman size de çocuğunuza da bir nebze üzülmek gerekir.

Bu belgeseli izleyip takım arkadaşlarını zorbalıkla hizaya getirebileceğini düşünen, kafayı spordan keyif almakla değil kazanmakla bozan gençleri ve onları bu hale sokan koçlarını, ebeveynlerini düşündükçe içim ürperiyor. Umarım çocuğunuza böyle bir kötülük yapmazsınız.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa