21 Mayıs 2020 00:37

Azalan umutlar

Uzaktan eğitim alan bir kız çocuğu (solda) ve çalışma masası (sağda)

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Halen “Uzaktan eğitim” demeye devam ediyoruz. Yahu bu yapılan eğitim filan değil. Biraz zorlarsak belki “Şöyle, böyle uzaktan öğretim” diyebiliriz. Hele konu üniversite ise, yapılana eğitim demek için 6 duyunun devrede olması gerekir. Görmek, duymak yetmez. Temas, koku, tat olmadan eğitim olmaz. Duygu yoksa zaten olmaz. Öğrenci ön sırada yer kapmak için erkenden sınıfa koşmuyorsa, 45 dakikalık dersin 40’ıncı dakikasında yerinden kıpırdayamayacağını bile bile içinde dayanılmaz bir bıkkınlık ve çay içme isteği duymuyor, duyduğu anda da kalkıp mutfağa gidip çayını içiyorsa, hoca kürsüde bir şeyler gevelerken camdan uzaklara bakıp yakın veya uzak geleceğine dalıp gitmiyorsa, hocaya daha yakın olmak için ara verildiğinde kürsüye koşup en olmadık soruları soramıyorsa yapılan iş eğitim olmaz. Öğrenci isterse bilgisayar ekranından dizi izler gibi izlediği dersten öğreneceklerini hoca olmadan kitaptan da öğrenebilir. Bu işin öğrenme kısmı. Ama bu ani uygulama hoca tarafında da ciddi bir sıkıntı yaratıyor. Sistemler tamam, yöntemler muhtelif olabiliyor. Kimi hoca ders notlarını bilgisayar ekranında öğrenciye gösterip bir iki yorumla normalde haftalık 4 saatlik bir dersi 1 saate sıkıştırmaya çalışıyor. Bizim öğrencimiz örnek görmeden durumu tam yorumlayamaz. Bu kadar kısa sürede örnek verme olanağı neredeyse yok gibi. Görseller ekrandan hızla kayarken derse katılım yüzde 30’lara zor ulaşıyor. Belki bazı öğrenciler kayıtlı dersleri sonradan tekrar izliyorlardır. “Online” derse çeşitli nedenlerle gir(e)meyen öğrenciler de zaten geleceğe ilişkin kaygı dersten daha önemli bir sorun. Yıllar önce bir arkadaşım, İstanbul’un büyük bir üniversitesinde (O yıllarda küçüğü yoktu zaten), birinci sınıf öğrencilerine “Şu anda diplomanızı versek alıp gider misiniz?​” diye sorduklarını ve okulun birinci sınıf öğrencilerinden yüzde 63’ünün bu soruya “evet” dediklerini anlatırdı da inanmazdık. Şimdi sorsak herhalde oran yüzde 90 çıkar. Kalan yüzde 10 da çekimser kalır.

Yakın geçmişte sanırım Adana’da, ya da Mersin’de bir devlet kurumunda çalışan ve çok sayıda projenin, ihalenin altına imza atan mühendisin aslında çakma mühendis olduğu 15 sene sonra anlaşılmıştı. Yani 15 sene boyunca hiç kimse bu arkadaşa mühendislikle ilgili bir şey sormamıştı. Şimdiki gençlerde sanırım, “Bilsek ne olacak, bir şekilde KPSS kazanıp, iki de dayı bulursak bir memuriyet koparırız” diye düşünüyorlar. Yani liyakatin ve derinleme bilginin değeri gün geçtikçe azaldı ve bu yolda harcanacak emek de gençler tarafından “fuzuli” olarak görülmeye başlandı. Bilmeyi ve öğrenmeyi bu kadar değersizleştiren, küçümseyen bir düzende öğrencinin “Bir yolunu bulup şu dersi geçeyim” düşüncesini nasıl ayıplayabiliriz ki. Hoca olmanın refleksi ile çalışanla, çalışmayanı, emek verenle, diğerlerini ayırmak için olağanüstü icatlar peşindeyiz ama karşı(?) taraf hem çok organize, hem de sistemi çok iyi kullanıyor. Ali’ye sorduğumuz soruyu Veli’ye sormaya hazırlanırken çözüm Veli’nin sosyal hesabına çoktan ulaşmış oluyor. Bu arada ilginç sonuçlar ortaya çıkmıyor değil. Ali soruyu yanlış çözmüşse 50 kişi aynı yanlışla soruyu çözemiyor ve herkes soruyu kendisinin çözdüğünü (yanlış da olsa) iddia ediyor. Bazen uyanıklık yapıp İhsan’a başka İskender’e başka soru gönderiyoruz “online” İskender’in cevabı İhsan’dan çıkıyor can havliyle. Çözümlerin fotoğraflarında arkadaki masa örtüsünün cıvıltısı ortaklaşıyor bazen. Yüzde 60’ı ülkesinden ümidini kesmiş, geleceği, fırsat bulabilirse, yurt dışında arayan gençlere ne diyelim. 

Bir garip dönem geçip gidiyor işte kırık dökük ama, arkasında uzaktan üniversite eğitimini(?) postmodern yöntem sanan tehlikeli insanlar, umutları tükenmiş gençler bırakarak.               

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa