22 Mayıs 2020 00:41

Libya'daki yeni dengeler Erdoğan iktidarının bir başarısı mı?

Libya bayrağı

Fotoğraf: Abdul-Jawad Elhusuni/Wikimedia Commons (CC BY-SA 3.0)

Paylaş

Birleşmiş Milletler (BM) Libya Özel Temsilcisi Ghassan Salame’nin mart ayı başlarında istifasının ardından onun vekilliğine atanan Stephanie Williams, geçtiğimiz günlerde Libya’daki gelişmelerle ilgili dikkat çekici bir uyarı yaptı. Williams bu açıklamasında “Libya krizinde başka bir dönüm noktasına ulaştık; iki tarafa da silah, askeri teçhizat ve paralı asker aktığına şahit oluyor ve buradan savaşın yoğunlaşacağı, büyüyeceği, derinleşeceği ve Libya halkı için yıkıcı sonuçları olacağı sonucuna ulaşıyoruz” diyordu.

Aslında yakın zamanlara kadar Halife Hafter’e bağlı Libya Ulusal Ordusunun (LUO) Sarrac’ın lideri olduğu Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) karşısında ciddi üstünlüğü bulunduğu ve hatta UMH’nin merkezi olan Trablus’u kuşatıp almasının an meselesi olduğu düşünülüyordu. Dahası Halife Hafter, geçen ay yaptığı açıklama ile 2015’te BM’nin garantör olduğu ve Libya’da siyasi geçiş süreci konusunda imzalanan Suheyrat Anlaşması’nın geçerliliğini yitirdiğini söyleyip kendini tek taraflı ‘devlet başkanı’ bile ilan etmişti.

Ancak Türkiye’deki Erdoğan iktidarının İhvancı Sarrac güçlerini desteklemek için bir süreden beri artarak devam eden militan ve silah akışının son dönemde Libya’da yeniden bir denge durumunun oluşmasını sağladığı görülüyor. Hatta uzunca bir süredir kuşatma altında olan UMH güçleri, mart ayı sonlarında Öfke Volkanı Operasyonu adını verdikleri bir karşı saldırı başlatmış ve birkaç gün önce stratejik bir öneme sahip olan Vatiyye Askeri Hava Üssünü Hafter güçlerinin elinden almayı başarmıştı.

Fakat Libya’daki bu yeni denge durumunu sadece Erdoğan iktidarının müdahalesi ile açıklamak eksik ve yanıltıcı bir değerlendirme olacaktır. Çünkü bu müdahalenin belli bir başarı kazanması, ABD başta olmak üzere buradaki egemenlik/paylaşım mücadelesine taraf olan emperyalistlerin tutumlarından ayrı düşünülemez.

Libya’da emperyalistlerin ve gerici güçlerin taraf olduğu egemenlik/paylaşım mücadelesi ve ortaya çıkan yeni denge durumunun Libya halkı için anlamını BM Temsilcisi Williams çok iyi özetliyor: Savaşın daha büyüyüp derinleşmesi ve Libya halkı için daha yıkıcı sonuçlara yol açması!

Şimdi Libya’da bu yeni denge durumunun oluşmasına yol açan gelişmelere daha yakından bakabiliriz.

Öncelikle Doğu Akdeniz’deki enerji sahalarının paylaşımı konusunda süren mücadeleye bağlı olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan ve UMH Lideri Sarrac arasında 27 Kasım 2019’da ‘Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası’ ile ‘Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası’nın imzalandığını hatırlatalım. Ancak Erdoğan iktidarının bu alandaki egemenlik, paylaşımdan pay kapma mücadelesini sadece İslamcılık veya İhvancılık ile açıklamak da yanıltıcı olacaktır. Geçtiğimiz günlerde Genelkurmay emrine çekildikten sonra istifa eden ve ulusalcı bir çizgide olduğu bilinen Tümamiral Cihat Yaycı’nın bu mutabakatların hazırlanmasında önemli bir rol üstlenmesi ve ulusalcı çevrelerin bu anlaşmaları “Mavi vatandaki Sevr’in önüne geçen anlaşmalar” olarak sahiplenmesi bile durumun bununla izah edilemeyeceğini gösteriyor.

Erdoğan iktidarının yaptığı anlaşmaların geçerlilik kazanması Sarrac güçlerinin ayakta kalmasına ve Libya’da egemen olmasına bağlıydı. Bu temelde önce Libya’ya asker göndermeye izin veren tezkere Meclisten geçirildi. Aynı şekilde Suriye savaşında Türkiye’deki iktidar ile iş birliği halindeki militanlar eğitilerek Libya’ya gönderilmeye başlandı. Yine yoğun bir şekilde silah ve mühimmat gönderildi-ki, özellikle SİHA’ların (silahlı insansız hava araçları) savaşın seyrinin değişmesinde etkili olduğu belirtiliyor. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, nisan ayı ortalarında Suriye’den Libya’ya gönderilen Türkiye destekli militan sayısını 7 bin 400 olarak açıklamıştı-ki, bu sayı artmaya devam ediyor.

Türkiye’nin askeri müdahalesinin (Militanlara ödenen ücretler ve silahlar) finansmanının önemli oranda yine Sarrac’ı destekleyen Katar tarafından sağlandığını da not edelim.

İtalya, savaşa aktif olarak dahil olmasa da BM tarafından tanınan Sarrac hükümetini meşru görüyor. İtalya’nın tutumunda özellikle Hafter’in Trablus’a olası müdahalesinin İtalya’ya çok büyük bir mülteci akınını tetikleyeceği kaygısının da etkisi bulunuyor.

Öte tarafta Hafter’in en önemli destekçileri Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), S. Arabistan, Mısır, Fransa ve Rusya olarak öne çıkıyor. Özellikle BAE, tıpkı Erdoğan iktidarı gibi Sudanlı paralı askerleri kullanıyor. Yine Rus özel askeri şirketi Wagner’in Hafter’e verdiği destek nedeniyle Rusya savaşa dahil olmakla suçlanıyor.

Daha önce Sarrac’ı resmi olarak tanısa da Hafter güçleri ile de görüşen ABD’nin (Hatta nisan 2019’da Trump Hafter’i telefonla arayıp desteğini açıklamıştı) son dönemlerde Libya konusunda Türkiye ile daha fazla yakınlaştığı görülüyor.

ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey, 12 Mayıs’ta yaptığı açıklamadan S-400’ler dışında Libya, Suriye ve Irak’ta Türkiye ile anlaştıklarını söylemişti. Jeffrey daha sonra bölgesel (Ortadoğu) gelişmelerin değerlendirildiği bir telekonferansta “Ruslar muhtemelen Suriyeli olan milisleri Libya’ya götürebilmek için Esad rejimi ile beraber çalışıyor ve askeri ekipman sağlıyor” iddiasını gündeme getirerek Rusya’yı suçlamıştı. Aynı günlerde İtalya’nın La Rupubblica gazetesine NATO’nun Libya’daki tutumuna dair çarpıcı bir açıklama yapan Genel Sekreter Stoltenberg, “Libya’da tüm tarafların uyması gereken bir silah ambargosu var. Bu, BM tarafından tanınan Fayiz es-Serrac hükümeti ile Hafter tarafından idare edilen güçleri aynı kefeye koymak anlamına gelmez. Bu nedenle NATO, Trablus hükümetine destek vermeye hazır” demiş ve ardından Erdoğan ile bir telefon görüşmesi de yaparak talep halinde Sarrac’a destek verebileceklerini belirtmişti.

Bir diğer dikkat çekici gelişme de daha önce Doğu Akdeniz’deki egemenlik mücadelesinde Türkiye’ye karşıt blokta yer alan İsrail’in bu tutumunu değiştirme yönünde adımlar atmasıdır. İsrail tutum değişikliğinin ilk işaretini Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Yunanistan, Kıbrıs Cumhuriyeti ve Fransa’nın11 Mayıs’ta Türkiye’yi Libya’daki faaliyetlerinden dolayı kınadıkları açıklamaya dahil olmayarak gösterdi. Ardından İsrail’in BM Daimi Temsilcisi 20 Mayıs’ta İran’ı Libya’daki Hafter güçlerine gelişmiş silahlar gönderip silah ambargosunu delmekle suçlayan bir açıklama yaptı. Elbette İsrail’in öncelikli derdi İran’dı ama Hafter güçlerine karşı aldığı tutumun İsrail’i Türkiye’deki Erdoğan iktidarına bir adım daha yaklaştırdığı da inkar edilemez.

ABD’nin İsrail’i de eklemlediği ve NATO’yu da dahil ettiği stratejisine bakıldığında, bu stratejinin Suriye ve Irak başta olmak üzere diğer bölge ülkelerinde uyguladığı istikrarsızlığı yaygınlaştırma stratejisinin devamı olduğu söylenebilir. ABD, dengelerin lehine dönmesini sağlayamadığı koşullarda bölge ülkelerindeki sorunların çatışmalı-müdahalelere açık bir biçimde devam ettirilmesini ve istikrarsızlığın süreklileşmesini kendi çıkarlarına uygun görüyor. Çoğu Arap bölge ülkelerinde hem ülke içlerinde ve hem de ülkeler aralarındaki gerilim ve çatışmalar, İsrail tarafından da güvenlik stratejisinin önemli bir unsuru olarak görülüyor.

Fransa, gerek 2015’ten bu yana Libya-Çad sınırında radikal İslamcı gruplara karşı ortak operasyonlar yapması ve Doğu Akdeniz’deki enerji paylaşım mücadelesindeki çıkarları gereği Hafter güçleriyle iş birliği yaparak İtalya ve son dönemlerde ABD’den farklı bir tutum takınıyor.

Hafter’i destekleyen en önemli güç olarak öne çıkan Rusya’nın da derdi elbette Hafter değil. Rusya, Doğu Akdeniz’de kendi egemenlik alanlarını genişletmek ve buradan kendisine karşı oluşabilecek bloklaşmaları geriletmek peşinde koşuyor. Bu nedenle Hafter’e desteğinin koşullu olduğunu söylemek gerekiyor-ki Hafter’in nisan ayında kendini ülkenin hakimi ilan etmesini onaylamaması da bu tutumun bir göstergesidir.

Sonuç olarak, Libya’da Türkiye’nin müdahalesi sonrasında yeni dengeler ortaya çıkmış olsa da bu durumu Erdoğan iktidarının başarısı olarak değerlendirmek gerçekçi değildir. Her şeyden önce bugün ortaya çıkan dengelere göre ikiye bölünmüş bir Libya’nın Türkiye’ye kazandıracağı bir şey yoktur. Çünkü, deniz yetki alanları ile ilgili mutabakatı kapsayan alanlar bugün Hafter güçlerinin elindedir. Öyleyse Erdoğan iktidarının Libya müdahalesinin en çok ABD’nin bölge ülkelerini istikrarsızlaştırma ve ayrıca bu istikrarsızlık ve çatışmaya diğer bölge ülkelerini dahil etme stratejisine yaradığı söylenebilir. Bu durum son dönemlerde ABD, NATO ve İsrail’in Libya konusunda Türkiye’yi destekleyici açıklama ve tutumlarının nedenini de açıklıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa