23 Mayıs 2020 00:44

Tümamiral Yaycı'nın tasfiyesi tek adam rejiminin nişanesi!

Türk Deniz Kuvvetleri logosu

Paylaş

Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı iken hakkında soruşturma başlatılıp “Genelkurmay emrine çekilen” Tümamiral Cihat Yaycı’nın istifa etmesinin/ettirilmesinin nedenleri üzerine birçok görüş ve senaryo dillendirildi. Ancak ortaya çıkan olguyu açıklamaya odaklanan bu değerlendirmeler, bu istifanın/tasfiyenin işaret ettiği asıl gerçeği görmedi ya da göremedi. Çünkü bu tartışmalar, ülkedeki tek adam rejiminden bağımsız bir şekilde yürütüldüğü oranda sorunun çevresinde dolanmaktan öteye geçemedi; meseleyi kimin kimi istemediği ya da bu tasfiyenin hangi politika değişikliğine işaret ettiği gibi gerekçelerle açıklamakla sınırlı kaldı. Meseleye yaklaşım bu olunca iş kimi ulusalcıların Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bu ‘haksızlığı’ ortadan kaldırması talebinde bulunması gibi garip bir noktaya kadar vardı.

Tümamiral Cihat Yaycı ile ilgili değerlendirmeler, Yaycı’nın “mavi vatan” söylemiyle Türkiye’nin deniz alanında hak/egemenlik mücadelesinde ve en son Libya’da Sarrac Hükümeti ile yapılan deniz anlaşmasında önemli rol oynayan bir asker olduğu konusunda birleşiyor. Yine Yaycı’nın adına ‘Fetömetre’ dediği bir soruşturma/tahkikat yöntemi ile ordu içindeki Gülencilerin tasfiyesinde etkili bir isim olduğu biliniyor. Bu özellikleri ile Yaycı, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ulusalcılar ile Erdoğan iktidarı arasındaki birlikteliğin de sembol isimlerinden biriydi. Dolayısıyla Yaycı ile ilgili tartışma, kimi AKP’lilerin de katıldığı böyle önemli bir komutanın neden tasfiye edildiği noktasına odaklandı. Yapılan değerlendirmelere Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yaycı’ya yönelik kumpası görüp gereğini yapması temennileri eşlik etti.

Gerçekten de Yaycı’yı istifaya götüren sürece bakıldığında özellikle Milli Savunma Bakanı Akar’ın Yaycı’dan rahatsız olduğu ve hakkında Deniz Kuvvetlerinin Lojistik Başkanlığının bir ihalesi üzerinden soruşturma başlatıp terfi etmesinin önüne geçtiği görülüyor. Yaycı da istifa dilekçesinde görevden alınmasının “Mesnetsiz ve fetövari kumpasları çağrıştırırcasına yapıldığını ve onuru zedelendiği için istifa ettiğini” belirtiyor.

Yaycı’nın Libya ile yapılana benzer bir şekilde İsrail ile de deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşması yapılmasını savunduğu için tasfiye dildiği görüşü de dillendiriliyor. Oysa dünkü yazıda Libya konusunda ABD ve İsrail ile yakınlaşmanın adımlarının atıldığını belirtmiştik. Yani Yaycı’nın tasfiyesi, böylesi bir anlaşmanın yapılması olasılığını ortadan kaldırmıyor. Yine bu kez tersi bir şekilde ulusalcı Yaycı’nın tasfiyesinin ABD ile yakınlaşma hamlesi olduğunu savunanlar da bulunuyor. Ancak orduda ulusalcı generallerin önemli bir bölümü görevlerine devam ediyor. Hatta bu kesimlerin sözcüsü gibi davranan Perinçek, “Savaşta istifa olmaz” diyerek Yaycı’yı suçlayan ve “vatan savaşı”nın başkomutanı ilan ettiği Erdoğan’a bağlılık bildiren açıklamalar yaptı.

Tartışmanın bu kısmını uzatmadan söylersek; son dönemlerde öne çıkmaya başlayan Yaycı’nın tek adam iktidarının etrafındaki klik ve çıkar grupları arasındaki dengelere bağlı olarak tasfiye edildiği görülüyor.

Yaycı’yı istifaya götüren süreçle ilgili tartışmalarda ihmal edilen ilk önemli nokta, Erdoğan iktidarının uzunca yıllardır sürdürdüğü “Orduyu siyasetten kurtarma” söyleminin aksine, yaşananların bugün ordunun ne kadar politize olduğunu ve politik çekişmelerin bir parçası olmaya devam ettiğini bir kez daha gözler önüne sermiş olmasıdır. Muhalefeti darbecilikle suçlayanlar, eğer bu ülkede darbeler hâlâ bir olasılık olmaya devam ediyorsa bunun asıl nedeninin ülkeyi baskı politikaları ile yöneten ve bu temelde orduyu da politik çekişmelerin içine çeken iktidar olduğunu bilmelidir.

Yaycı’nın istifasının/tasfiyesinin ortaya çıkardığı asıl önemli gerçek ise, şudur: Bugün ne kadar ‘önemli’ bir komutan, bakan ya da bürokrat olursanız olun tek adam rejiminde yarın ne olacağınız tek adamın iki dudağı ya da bir cümlelik kararnamesine bakar! Yaycı gibi kuvvet komutanınızın bile haberi olmadan (Yaycı’nın Genelkurmay emrine çekilmesi kararı Deniz Kuvvetleri Komutanı’na bildirilmemişti) bir gece yarısı görevinizden alınabilirsiniz. Soylu’nun istifasında da aynı şey yaşanmış; Erdoğan bugünkü koşullarda Soylu’nun istifasını uygun görmeyerek görevine devam etmesini istemişti. Ama yarın koşullar değiştiğinde Erdoğan’ın Soylu’yu görevden almayacağının garantisini kim verebilir?

Sonuç olarak, Yaycı’nın istifasını Akar istemiş ya da öne çıkması genel bir rahatsızlık yarattığı için böylesi bir karar alınmış olabilir. Fakat nedeni ne olursa olsun bu kararın gerçekleşmesi, Erdoğan’ın tek adam rejiminin etrafında birleştirdiği güçler arasındaki ilişkilere bağlı olarak ve ancak Erdoğan’ın kararı ile olabilmiştir.

Bugün tek adam rejimi etrafında birleşmiş farklı sermaye çevreleri, bunların iz düşümü olan siyasi çevreler, cemaatler, tarikatlar, vakıflar vs. gibi birçok çıkar grubundan söz edilebilir. Ancak kendi aralarında çekişmeler, çıkar çatışmaları da yaşanan bu çevreler tek adama, Erdoğan’a biat noktasında birleşmektedir. Dolayısıyla bugün bu farklı çıkar çevrelerini kendi etrafında birleştirme ve bunlar arasındaki dengelere göre müdahaleler gerçekleştirme tek adam rejiminin yönetme biçiminin bir parçasıdır.  Bu yönetme biçiminde Yaycı’nın istifa etmesi/ettirilmesi, bütünün çıkarlarını korumak üzere parçanın atılması olarak anlam kazanmaktadır. Durum buyken bazı ulusalcıların Erdoğan’a “Sayın Cumhurbaşkanım bu yanlışı ancak siz düzeltirsiniz” yönlü yakarışları da içine düştükleri pespaye durumun trajikomik bir tezahüründen başka bir şey değildir!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa