24 Mayıs 2020 00:05

Beyoğlu'nun tarihi sinemaları

Emek Sinemasının dıştan görünümü.

Fotoğraf: Mesut Kara

PAZAR
Paylaş

Evrensel’de kasım 2012 yılından bu yana Sine-Masal başlığı altında yazılarım yayımlanıyor. 10 Kasım 2012 tarihinde yayınlanan ilk yazımın başlığı şöyleydi: “Yıkılan ya da kapanan sadece sinemalar değildi.”

Evrensel gazetesinin pazar ekinde yayımlanan yazılarım, ek sonrasında da her hafta Evrensel Pazar sayfalarında yer alıyor. Noktası-virgülü dahil hiçbir müdahale olmadan özgür bir yazı alanı sağladıkları için Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat’a, Pazar sayfaları editörü arkadaşlarıma bir kez daha teşekkür ediyorum.

“Yayımlanan ilk yazımı Beyoğlu, Yeşilçam ve Sinepop sinemalarının borçlarını ödeyememekten, seyircisizlikten zor günler geçirmesi, kapanma tehlikesiyle karşı karşıya olması üzerine yazmış Beyoğlu’da olan bu sinemaların “Toplumsal bellek açısından önemli yerleri, amaçları vardı. Tıpkı daha önce kapanan/yok olan diğer sinema salonları gibi.” demiştim. O tarihten çok değil iki yıl önce de İstiklal Caddesi’nde yürümeye başladığımda, “Alkazar Sineması kapanıyor” haberlerini almış, Emek Sinemasının kapanması, yıkılması tartışılırken 97 yıllık Majik Sineması ile komşusu Maksim Gazinosu’nun yıkılıp yerlerine 17 katlı otel yapılmasına dair projenin onaylandığını öğrenmiştim. Çok yıkıcı, üzücü bir durumdu bu. Bunlar Beyoğlu’nun tarihine, kültürüne çok renkliliğine, çok sesliğine,  yüz yıllardır süren ve bizlere kadar ulaşan tarihi ve kültürel mirasına ihanet demekti. Yakın zaman öncesine kadar Beyoğlu koca bir açık hava kent müzesi gibiydi. Fakat ’90’lardan itibaren değişim ve yıkım başlamıştı, ruhu yok ediliyordu.

Beyoğlu’ya ilk kez ne zaman, kaç yaşımda gitmiş, ilk kez ne zaman yürümüştüm İstiklal Caddesi’nde anımsamıyorum. Yine ilk kez Beyoğlu’ya film izlemek için gitmiş, bir Beyoğlu sinemasında film izlemiştim? Hangi sinema ve hangi filmdi bu? Bu soruların yanıtlarını net biçimde veremiyorum. Tarihleri, zamanları, mekanları net olarak anımsayamıyorum. Her şey bir sis bulutunun ardında puslu, silik hatıralar olarak geçmişte, uzakta tekrar yaşanamayacak, geri dönülemeyecek ama hep özlenecek, özlemle anılacak biçimde duruyordu. Anımsadıkça yitip giden güzelliklere de geri dönülüp yeniden yaşanamayacak olmasına da içimiz yanıyordu.

BEYOĞLU VE SİNEMALAR

Beyoğlu dendiğinde aklımıza ilk gelen Beyoğlu’nun simgelerinden olan sinemaları da yitip giden, yıkılan, yok edilen güzellikler arasındaydı ve ne yazık ki artık hiçbiri yoktu. Evrensel’de yayımlanan “Yıkılan ya da kapanan sadece sinemalar değildi.” başlıklı ilk yazımda; “Yok, olan kapanan, yıkılan yalnızca sinema salonları değildi, simgelerdi de aynı zamanda. Yok, olan yalnızca binalar değildi, geçmişimiz, çocukluğumuz, gençliğimiz, anılarımızdı da aynı zamanda. Her geçen gün anılarımızdan, geçmişimizden daha da koparılarak, daha da yalnızlaşarak; geleceğe güzel anılar biriktiremeden, dahası yeni yeni kötü anılar ekleyerek yürüyorduk tenhalaşan hayatlarımızla” demiştim.

Yine o yazıda şu cümlelere de yer vermiştim: “Çocukluğumuzun, gençliğimizin geçtiği Kartal’da,  Uzunkaya Sineması Uzunkaya Çarşısı’na dönüşmeden önce çocukluğumun birçok filmini izlemiştim, kışlık salonunda da, yazlık bahçesinde de. Uzunkaya tarihinin aynı zamanda Yeşilçam tarihi olduğunu bilmiyorduk henüz. Sinema yıkılıp çarşıya dönüşürken, Yeşilçam’ın da ‘Yıkıldığını’, bir dönemin kapandığını ve duvar yazılarından sabıkalı, ütopyasının izini süren hülyalı düş gezgini “bizleri” acı günlerin beklediğini fark edememiştik.”

Sinema salonları hayatımızda iz bırakmış, ayrı yerleri olan, güzel anılar biriktirdiğimiz, film izlediğimiz düş bahçeleri, düş şatolarıydı. Film izlemek için sinema salonuna gitmek, evden çıkmayı da gerektiriyordu. Bu sosyalleşmenin ilk adımıydı. Salona girene, film başlayana kadar hayatla, insanlarla bağ kurulur. Bir salonda o kadar insanın bir araya gelmesi, hayattan beyaz perdeye yansıyan düşsel ya da gerçekçi bir filmi, yönetmenin dünyasını izlemeleri, ortak etkileşime girmeleri sinema sanatının toplumla girdiği etkileşimin sağlanmasıydı da aynı zamanda.

Dönüp bakıyorum da anılar biriktirdiğimiz sokakların simgesi sinemalar hayata yenik düşüp perdelerini kapatmak zorunda kalıyordu; sistemin gücü karşısında “güçsüz” düşerek. Dönüp bakıyorum da çocukluk anılarımı biriktirdiğim Uzunkaya Sineması, işlevsiz bir çarşı yalnızca.

 

BEYOĞLU’DA İLK FİLM GÖSTERİMİ, İLK SİNEMA SALONU

Auguste ve Louis Lumière Kardeşler 28 Aralık 1895 tarihinde Paris’te Capucines Bulvarı’ndaki Grand Café’nin alt katında bulunan Salon des Indiens’de düzenledikleri gösteri ile sinematograf (cinématographe) adını verdikleri yeni icatlarını halka tanıtırlar. Bu tarihten bir yıl sonra, benzer bir gösteri, aynı filmler ile İstiklal Caddesi (Grand Rue de Pera) numara 246’daki Sponeck Birahanesinde gerçekleştirilir ve İstanbul halkı sinema ile ilk kez burada tanışmış olur.

Bazı kaynaklarda Galatasaray Lisesinin karşısındaki bu birahanede gerçekleştirilen ilk sinema gösterimini, Fransız Pathé Yapımevinin İstanbul temsilciliğini yapmakta olan Romanya uyruklu Polonya Yahudisi Sigmund Weinberg’in organize ettiği yazılıdır. Burçak Evren, ise “Sigmund Weinberg: Sinemayı Türkiye’ye Getiren Adam” başlıklı araştırmasında Sponeck’teki sinematograf gösterisini Weinberg’in değil, Henry adında Fransız bir sinemacının düzenlediğini belirtir.

İstanbul’da yayımlanan The Levant Herald gazetesinin 12 Aralık 1896 tarihli sayısında Osmanlıca ve Fransızca olarak yayımlanan bir ilanda, yapılacak gösteriyle ilgili şunlar yazılıdır: “Beyoğlu’da Galatasaray karşısında İsponek [Sponeck] salonunda İstanbul’da birinci defa olarak Paris ve bütün Avrupa’nın mazhar-ı takdiri olmuş olan canlı fotoğraf lubiyyatı [eğlencesi] her akşam icra olunur.”

Sponeck Birahanesi, 1870-1903 yılları arasında hizmet vermiş ve sinema dışında çeşitli gösterimlere de ev sahipliği yapmış. İstanbul’a tam beş kez gelen Fransız İllüzyon Ustası Caseneuvede, 1893 yılında birahanenin bir bölümünü tiyatroya çevirmiş ve gösterilerinin bir kısmını uzun bir süre burada yapmış.

İSTANBUL’UN İLK SİNEMA SALONU: PATHÉ SİNEMASI (CINÉMA THÉÂTRE PATHÉ FRÉRES - 1908)

Ülkemizdeki ilk sabit sinema salonu olan Pathé Sineması, 1908’de, Tepebaşı’da kurulmuştur. Kurucusu Sigmund Weinberg olan sinema Meşrutiyet Caddesi (eski adı Mezarlık Caddesi), 17 numaralı adreste faaliyete başlamıştır. Weinberg, Sponeck’teki  (1897) ilk gösterimin ardından özellikle kahve ve birahane salonlarından yaygınlaşan film gösterim işini daha profesyonel bir tarzda yapmaya karar verince, 1896’da Fransa’da kurulmuş olan ve 20. yüzyılın en büyük sinema şirketlerinden birisi haline gelen Cinéma Théâtre Pathé Fréres adlı şirketin temsilciliğini almıştır.

Haftaya: Beyoğlu’nun yok olan sinemaları

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa