27 Mayıs 2020

Kuşatma

“Ders alınsaydı hiç tarih tekerrür mü ederdi” demiş bir bilge kişi. Gerçekten de insanlık tarihine göz attığımızda, yüzyıllar boyu savaşlardan çok uluslu şirketlerin zenginleşme hırsının yol açtığı dünyanın ekolojik dengesinin bozulmasına, insanın insana kıyımlarına kadar yaşanan olaylardan insanlığın ibret almadığı ortada.

Salgın hastalıkların hemen hemen bütün ülkeleri yüz-iki yüz yılda bir sarsması, milyonlarca insanın ölümüne yol açmasının nedenlerinden biri de doğaya yaptığımız saygısızlık değil midir? Bu saygısızlıkta kuşkusuz anamal düzeninin de bir parçası olan ülkemizin de payı var. Hatırlayalım ’50’li yıllarda başlayan ve hâlâ süren ağaç katliamları, akarsu ve göllere verilen zararlar günümüzde de aynı şiddetle devam ediyor.

Ders almak söz konusu olduğunda Türkiye’nin de geçmişinden alacağı dersler pek çok. Tek partili dönemden çok partili döneme dek hatta günümüzdeki rejime kadar sürer. 12 Mart, 12 Eylül dönemlerinin baskılarını, zulmünü, yargısız infazlarını, işkencelerini hatırlamamak elde değil. Şimdilerde bu askeri darbelerin, kalkışmaların izleri toplumun üzerinde bütün hızıyla devam ediyor

Toplum 1950’lerde olduğu gibi yine ayrıştırılıyor. İktidarı eleştiren her birey öteki olarak kabul ediliyor. Devlet terörü görmezden geliniyor ama iktidara yönelik, devlete yönelik en küçük eleştiri ‘İster yazıyla ister çiziyle olsun’ terör diye değerlendiriliyor ve karşılığında adli mekanizmanın acımasız çarkları işliyor.

Neredeyse 1960’lardan bu yana hemen hemen 10 yılda bir yapılan darbelerden, darbe girişimlerinden hiç ders almadı iktidarlarımız. Şimdi de gazetecilere, aydınlara, sanatçılara yönelik baskılar, tehditler, hedef göstermeler devam ediyor. Çiller’in, Mehmet Ağar’ın iktidar dönemlerinde pek çok yurttaşın kanına giren ünlü JİTEM yine ortalarda. Seçimle belediye başkanlıklarını kazanmış HDP’li başkanlar yine birer birer ayıklanıyor yerlerine kayyum atanıyor. Ve bugüne kadar erken seçimler topluma sanki bir yarar getirmiş gibi yine seçim konuşuluyor siyaset arenasında. Yurttaşların geçimi bir yana bırakılmış, şimdi seçim üzerinde her zamanki gibi belden aşağı vurmanın da mübah olduğu bir siyaset yapılıyor.

Emek insanının, dar gelirlinin yaşam hakkına kimsenin aldırdığı yok. Covid-19’un ülkede görüldüğü andan beri özveriyle çalışan ve insanları yaşatma gayretinde olağanüstü çaba harcayan doktorlar ve sağlık elemanları bu özverilerinin karşılığını almak bir yana kendini bilmez saldırganların hedefi oluyorlar. İnfaz indiriminden sonra ülkede kadın ölümlerinin birbiri ardına devam ettiğini görmek ülke adaletinin hangi noktaya geldiğinin de bir göstergesi.

Bilgisayarın başına oturduğunuzda bazen umudunuzun örselendiğini hissediyorsunuz. Toplum içinde bir kez daha yabancılaştığınızı, yalnızlaştığınızı da… Yaşanan tüm olumsuzluklar içinde küçücük bir mutluluk bulmak için uğraşıyor ama ne yazık ki bulamıyorsunuz.

İçişleri Bakanlığının genelgesiyle geçtiğimiz pazar günü 65 yaş üstüne tanınmış sokağa çıkma izni vardı. Yalnızca biraz oksijen almak ve ayaklarını açmak için yaşlı bireylerin ıssız yollarda banklara oturup ürkek tavırlarla sessizce sağı solu seyretmeleri içime dokundu. Oysa yaşlı dediğimiz o insanlar içinde halen iş yapan pek çok kişi de var. Devlet erki onların farkında bile değil. 90’lı yaşlarını süren Hıfzı Topuz, Moris Gabbay, Orhan Karaveli, 80’li yaşlarını süren Altan Öymen, Ali Sirmen ve yine yaşdaşım Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı Adnan Özyalçıner,  70’li yaşlarını süren Zeynep Oral, Işıl Özgentürk, Niyazi Dalyancı, Ahmet Özdemir ve daha bir çırpıda anımsayamadığım arkadaşlarım, dostlarım hâlâ üretiyorlar. Bu ülkenin kültür zenginliğine katkı veriyorlar, çoğunun boylarına ulaşan kitapları var. Hâlâ bütün kurum ve kurallarıyla işlemesini hayal ettikleri demokrasi için mücadele ediyorlar. Onların kendi iç disiplinleri virüsten korunmaya yeter. Ya sizlerinki!

Edip Cansever sevdiğim ve şiirleriyle özdeşleştiğim şairlerden biridir. Özellikle hayatı, yalnızlığı, sevgiyi en iyi anlatan benim has şairlerimdendir. Bu yazıyı da Cansever ustanın güzel bir şiiriyle bağlayalım.

“Kuşatma”

Bir gün akıp gitmeye her yerim
Suyundan içmeyle alışık.
Gitmek! Yazmışım defterime çoktan
Rıhtımlar, güz halatları, daha bir sürü şey
Şuramda darmadağınık.
Vişneler, atlar, yıldızlar
Yıldızlar, sık ağaçlar, kasaba lokantaları
Yıllarca duran sözler yenisi konuşulmadık.
Oteller, oteller, o bakımsız suçluluğum benim
Geçmem kapınızdan bile artık.
Doğasın, bir sen beklersin beni, bilirim
Sesimi, düşlerimi, kırık parmaklarımı,
Var başka neyimse onları artık.
Doğasın sen, doğasın, yarat beni yeniden,
Ey yalnızlığımı kuşatan yalnızlık!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
İmamoğlu'nun gözaltına alınmasıyla ilgili Ömer Çelik: Bizim dosya hakkında bilgimiz yok. Siyasetçinin yapması gereken yargı sürecini beklemek.

Evrensel'i Takip Et