Ne yaratıcı düşünce önemsizleşti ne de mücadeleci örgüt

Fotoğraf: 902.gr
Zonguldak Alaplı’da kurulu bir iplik fabrikasının 15 işçisinde Covid-19 pozitif tespit edilmiş. Daha kaç yüz işyerinde bu tür vakalar yaşanıyor, kaçı tespit edilip kaçı görmezden geliniyor; hastalananların kaçı ölüyor kaçı kurtuluyor; bu konuda kesin bir şey söylemek mümkün değil. Bir zamanlar (1970’li yıllar) İtalya’da bir işçinin “iş kazasında ölmesi” üzerine, kitle desteği hâlâ yüzbinlerde olan revizyonist parti ve sendikaların çağrısıyla 10 milyon işçi grev eylemiyle olayı protesto etmişti. Şimdilerde bu tür güçlü duyarlılıklar henüz yaşanmıyor. Böyle olunca da, örnek olsun Trumpçıların harekete geçirdiği virüs yayıcı güruhlarla “neonazi” denen Alman ırkçıları ve bazı ülkelerdeki hükümet-devlet koordineli besleme çetelerin sokak eylemleriyle “özgürlük isteriz!” çığırtkanlığı, gazete ve televizyonlara “protesto eylemi” olarak naklediliyor. Ama tarihsel olan en temel etkinlik biçiminin; yani insanın üretici etkinliğinin tarih değiştirici-tarih yapıcı maddi güç halinde rol oynamasının, kalıplara sığmaz bir özelliği de var. Hayat kavgası çok boyutlu olmasıyla, birikmiş durgun suya benzemez; hareketi süreklilik gösterir ve değişkendir. Kişisel bazda da, toplumsal kapsamda da böyledir.
Bundandır ki, örnek olsun işçi ve emekçilerin yüzmilyonlarıyla kıyaslandığında, bu hem küçük hem aykırı ve karşıt grup eylemlerinden de esinlenerek “normale dönüş” istemleri ve fiili uygulamaları artmışken, o büyük harekete geçirici üretici etkinlik; yani insanın en basit gereksinmelerini karşılamasını olanaklı kılan emekçinin yaratıcılığı, kendi yararına, kendinin bu zulüm cenderesinden, bu vahşi sömürü çarkının dişlilerinden kurtuluşu için düşünme ve yol-araç-yöntem bulma zorunluluğunu da kışkırtıcı olabilecektir. Öyle ya, bu güruh eylemleri oluyorsa, halkın; işçi ve emekçilerin hayati sorunlarıyla ilişkin etkinlikleri de olacaktır. Ne yaratıcı düşünce önemsizleşti çünkü, ne de mücadeleci örgüt ihtiyacı ortadan kalktı. Aksine ihtiyaç daha da arttı.
Öyle ya, neredeyse gün aşırı sağlık emekçilerinden, mahallelerdeki yoksullardan, işyeri ve fabrika işçilerinden ölenler var. “Vaka tespiti” oran ve sayılarını bir yere barakalım; onlar milyonlara ulaştı. Sorun gündemde olmaya devam ediyor.Ve bağlantıları da var: neredeyse her gün bir polis saldırı olayı televizyon ekranlarından evlerin içine dek hamle yapıyor. Yerine göre “ben devletim!” celallenmesiyle, devletin yurttaşlara yaşamı zinden etme hakkı varmış gibi vuruyor-kırıyor-sakat bırakıyor-suçluyor, fezleke düzenliyor-gözaltına alıyor vb....! Gerçek şu ki, sadece tekil bireylerin değil, muhalif örgüt, parti, dernek, sendikanın da; bu muhalif örgütlenmelerin yöneticilerinin de “işte düşman!” diye işaret edilerek hedefe konması, Türk burjuva yönetim geleneğinde vazgeçilmeyen bir yöntemdir. Kara propagandayla çamurlamak ve yokedilmesini vatan-millet yararına göstermek, alıcısı hiç te az olmayan bir tezgahtarlıktır!
Böylesi durumlarda tarihin öğreticiliğine başvurmak hep yararlı olmuştur. Karapropagandayı, manipülatif söylemi, çamur siyasetini etkisiz kılacak yaygınlıkta bir devrimci açıklayıcılık; hakları koparıp alacak kararlılıkta direnç ruhuyla hareket; bulunulan yerde sinip kalmayan yaratıcı bir çalışkanlık, çıkış yolunu işaret edecektir.
Burjuva muhelefeti dahil-ki onların çeşit çeşit olmasına rağmen, sistemin çizdiği sınırların dışına düşen bir muhalefetleri bulunmuyor- hak arayışındaki herkesi hedefe koyan bir oligarklar grubunun, faşizan bir baskı sistemini inşaya soyunmuşken, ellerindeki iktidar merkezi ve kurumlarını terketmemeyi “hayat-memat sorunu” olarak gördüklerini defalarca ilan ettiklerini görmemek, duymamak, anlamamak olmaz. Aksinde “ışık gören”ler fena yanılacaklardır. İşçi ve emekçiler, sendikal ve siyasal örgütlü mücadele birliğini güçlendirme çalışmasını ihmal etmemelidirler. Savaşlar, hastalıklar, “doğal afetler”e rağmen, yaşam ve onun kaçınılmaz kıldığı mücadele devam edegelmiştir ve devam edegidecektir. İşyerinde, fabrikada çalışan, mahallede yaşamını sürdürmekte olan emekçilerin, düşünmeye ve üretmeye zamanı şimdi daha da uygun olan genç devrimci beyinlerin, sınırları sürekli daraltılan düşünce, söz ve eylem alanının genişletilmesi ve zenginleştirilmesi için yapacakları mutlak olacaktır.
Saray iktidarı militanları, tehdidi pratiğe çevirir ve “Türk İslamı”nın kadın-erkek silahşörleri televizyon ekranlarından ve teknoloji harikası telefonlarından kavanoz kavanoz mermi gösterip yok etme listelerinin ellerinde olduğunu ilan ederken; burjuva iktidar burçlarından “ne seçimi, hem seçim olsa ne yazar, siz kendi kendinize gelin-güvey olmuşsunuz!” aşağılamaları eşliğinde taht oyunları dersi veriliyorken, kapitalist vahşete ve burjuva diktasına karşı güçlü örgütlü varlığa olan ihtiyaç daha da hayati oluyor. CHP yöneticileri “dipsiz kuyu”ya ya da yosun tutmuş gölete bir taş atmış, ve başka çokları da o taşın çıkardığı seslere veya yol açtığı halsiz-perişan küçük dalgacıklara bakarak yön tayin etmekle meşgul ise, ortada aşılması gereken bir durum var demektir. Muhalif olmayı ve “mücadele”yi, seçim-parlamento-milletvekili sarmalına çekenler, baskı ve yasak zincirlerinin sökülüp atılmasını değil, başka cinsten olanlarıyla ve başka biçimleriyle yer değiştirilmesini istiyorlar. Öyle ya, işçi ve emekçiler, hayatlarını verdikleri üretici çalışmanın sağladığı olanakları, kendi haklarını savunma aracına dönüştürmeyi öğrenmelidirler. Grev, gösteri, miting, sendika, örgüt, parti, dayanışma, mücadelede birleşme kavramları hayati anlamlarını korumaya devam ediyor. Herbirinin, gelişmelerle bağlı olarak somut biçimleriyle gündem oluşturdukları dönemler oldu; bundan sonra da olacaktır. İletişimin “sanallaşması”, eylemin somut ve fiziki gerçekliğini ortadan kaldırmış değildir.
Evrensel'i Takip Et