01 Haziran 2020 20:24

Suriye ve Libya'da askeri üs yarışı kızışıyor!

zırhlı araç

Arşiv fotoğraf: Cem Özdel/AA

Paylaş

Rusya’nın Esad’dan kurtulmak istediği haberleri eşliğinde Suriye’de Esad sonrasına dair senaryolar konuşulurken Putin’in Rusya’nın Şam Büyükelçisi Aleksandr Yefimov’u “Suriye ile ilişkilerin geliştirilmesi için” özel temsilcisi olarak atadığı haberi geldi. Bu haberin üzerinden daha bir hafta bile geçmeden bu kez Putin’in savunma ve dışişleri bakanlıklarına Suriye’de yeni üsler için ilave gayrimenkul ve deniz alanı tahsisi konusunda Suriyeli yetkililerle müzakere emrini verdiği haberi geldi.

Bilindiği gibi Rusya’nın Suriye’de Sovyet döneminden kalan Tartus Deniz Üssü ve 2015’te Lazkiye’de yapılan Hmeymim Hava Üssü bulunuyor ve 2015’te yapılan bir anlaşmayla bu üsler 49 yıllığına Rusya’ya tahsis edilmişti. Bu üsler Rusya’nın Doğu Akdeniz ve bölgedeki (Ortadoğu) egemenlik mücadelesi bakımından stratejik bir önem taşıyor.

Türkiye’deki Erdoğan iktidarının Fırat’ın doğusundaki Kürt özerk yönetimine karşı yaptığı Barış Pınarı operasyonu öncesinde Türkiye ile karşı karşıya gelmek istemeyen ABD Başkanı Trump, 6 Ekim 2019’da Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı telefon görüşmesi sonrasında Suriye’deki askerlerini geri çekeceklerini açıklamıştı.

Sonra ne olmuştu?

ABD, Türkiye ile karşı karşıya gelmemek için Kürtleri yüzüstü bırakıp sınır bölgelerindeki askerlerini geri çekti.

Ardından daha önce Suriye’deki askerlerini çekeceklerini açıklayan Trump, bu kez “Petrolü çok seviyorum” demeye başladı. Sonra da ABD’nin Suriye’nin petrol bölgelerini korumak için buradaki askeri üslerini genişleteceği haberleri geldi. Suriye’nin en önemli petrol bölgesi olan Deyrizor’daki El Omar ve yine Haseke’deki Tel Beyder üslerine yüzlerce tırlık silah, zırhlı araç ve askeri teçhizat sevkiyatı yapıldı. Yetmedi, Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) mayıs ayında yaptığı açıklamada ABD’nin Deyrizor’un batısındaki el-Cezrat bölgesinde yeni askeri üs kurmak için çalışmalar yaptığını açıkladı.

Kaldı ki ABD, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile iş birliği yaptığı bölgelerden çekilse bile Suriye-Irak-Ürdün sınırında bulunan ve SDG dışındaki “muhalifler”in eğitildiği el Tanf üssünü boşaltacağına dair hiçbir emare bulunmuyordu. Bu üs hem İran destekli milislerin Irak’tan Suriye’ye geçişinin denetim altında tutulması ve hem de GolanTepelerindeki İsrail işgalinin güvenceye alınması bakımından stratejik bir önem taşıyor.

Askeri üs yarışı sadece bölgeyi paylaşmak için rekabet eden emperyalistler arasında değil; emperyalistlerle iş birliği halinde bölgesel liderlik peşinde koşan güçler arasında da yaşanıyor.

İran, Irak’ta ABD ile rekabet edecek kadar ciddi bir milis gücüne sahip olmasının yanı sıra Suriye’de de önemli bir askeri güç bulunduruyor. İran’ın Suriye’de askeri uzmanlarının yanı sıra özel birlikleri ve yine Şii milis güçleri bulunuyor. ABD ve İsrail, Suriye’deki önceliklerini İran’ın buradaki güçlerinin geri çekilmesini sağlamak olarak açıklıyorlar. Mayıs ayı başında İsrail uçakları, Deyrizor yakınlarında İran destekli milis güçlerin bulunduğu bir noktaya hava saldırısı düzenlemişti. Şam ve Humus’taki Şayrat başta olmak üzere İran birlikleri ve İran destekli milis güçleri Suriye’nin birçok askeri noktasında konuşlanmış durumdalar.

Türkiye’deki Erdoğan iktidarı da hem yayılmacı emellerle ve hem de bir tehdit olarak gördüğü Kürtlerin kazanımlarını ortadan kaldırmak için üs peşinde koşan güçler arasında bulunuyor. Ağustos 2016’da Rusya’nın ‘olur’u ile yapılan ve görünüşte IŞİD’e karşı ama gerçekte Kürt kantonlarının birleştirilmesini engellemek amacıyla yapılan Fırat Kalkanı operasyonundan bu yana ele geçirilen bölgelerde askeri güç yığınağı yapıldı. En son Erdoğan ve Putin arasında imzalanan Moskova Mutabakatı’nın ardından İdlib’de M4 Otoyolu’nun kuzey bölgelerine binlerce asker ve zırhlı araç sevkiyatı yapıldı.

Suriye’den sonra bölgedeki çatışmaların merkezi haline gelen Libya’daki gidişat da giderek Suriye’ye benzer bir hal alıyor.

ABD, Libya iç savaşıyla ilgili Rusya’ya yönelik suçlamalarına her gün yenisini ekliyor. En son ABD Afrika Komutanlığı (AFRICOM), Rusya’nın Hafter’e bağlı birliklerle birlikte savaşan Rus Wagner güvenlik şirketinin paralı askerlerini korumak için Libya’ya savaş uçakları gönderdiği iddiasını gündeme getirdi. AFRICOM tarafından yapılan açıklamada Rusya’nın dördüncü nesil (Savaş uçaklarının bir önceki modelleri) 14 savaş uçağını Suriye’deki Hmeymim Hava Üssü üzerinden Libya’ya gönderdiği iddia ediliyor. Trablus kuşatmasına katılan Wagner şirketinin paralı askerlerinin Trablus’un 650 kilometre güneyindeki el Cufra Hava Üssüne çekildikleri haberleriyle eş zamanlı olarak yapılan açıklamada Rusya’nın gönderdiği iddia edilen uçak görüntülerine de yer veriliyordu.

Bu gelişmelerle ilgili gazetecilere açıklama yapan ABD’nin AFRICOM Komutan Yardımcısı Tuğgeneral Hadfield, “Rusya’nın Libya’da kalıcı bir askeri üsse sahip olması ve buraya uzun menzilli füzeler konuşlandırması durumunda, bunun NATO ve Avrupa için yepyeni bir güvenlik durumu meydana getireceğini” söyledi.

Yapılan açıklamalara bakılırsa ABD, Libya ve Doğu Akdeniz’de “yükselen Rus tehdidi” söylemi/iddiası üzerinden önümüzdeki dönemde NATO’yu Rusya’ya karşı devreye sokmaya ve Avrupa ülkelerini de bu temelde tutum almaları için zorlamaya çalışıyor.

İsrail’in Savunma Bakanı Bennett, nisan ayında İran’ı Suriye’den zorla çıkarma stratejisine geçtiklerini ve bu temelde saldırılarına devam edeceklerini açıklamıştı. Geçtiğimiz günlerde bu kez İsrail’in BM’deki Daimi Temsilcisi, İran’ı  Libya’daki Hafter güçlerine gelişmiş silahlar gönderip silah ambargosunu delmekle suçladı. ABD ile birlikte İsrail’in ortaya koyduğu tutum, Libya savaşının giderek Suriye savaşına benzer bir kamplaşmaya doğru ilerlediğinin bir diğer göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Son dönemde Libya’ya Suriye savaşından devşirdiği binlerce cihatçı militan, silah, zırhlı araç, İHA, SİHA ve askeri mühimmat göndererek savaşın seyrinin değişmesinde belirleyici rol oynayan aktörlerden biri de Türkiye’deki Erdoğan iktidarıydı. Erdoğan iktidarının Serrac’ın liderliğini yaptığı Ulusal Mutabakat Hükümetine (UMH) verdiği bu destek sayesinde hem Hafter’in Trablus kuşatması kırılmış ve hem de karşı saldırıya geçen UMH güçleri bu kuşatmada kullanılan ve stratejik öneme sahip olan el Vatiyye Hava Üssü’nü ele geçirmişti.

Bu gelişmeler yaşanırken Rusya’dan yayın yapan ‘Reportyor’ adlı site, Trablus’ta Türkiye’ye ait M60A1 tanklarının görüntülendiği iddiasını gündeme getirdi. Aynı haberde iki adet C-130 Hercules askeri nakliye uçağının Trablus’a ve iki fırkateynin de Misrata Limanına yanaştığı ve bu hareketliliğin Türkiye’nin Libya’da bir askeri üs kurduğunun işareti olduğuna dikkat çekiliyor.

Bu günlerde Erdoğan iktidarının Libya’daki “büyük başarısı” üzerine çokça şey yazılıyor/söyleniyor olması, oluşan dengelere bağlı olarak elde edilen bu “başarı”nın Türkiye’deki iktidarın Doğu Akdeniz ve Libya’da emperyalistler arasındaki egemenlik/paylaşım mücadelesinin ikincil bir aktörü olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Çünkü bırakın Akdeniz’in öbür ucunda olan ve Türkiye ile arasında binlerce kilometre mesafe bulunan Libya’yı, Türkiye’nin en uzun sınır komşusu olan Suriye’ye yönelik 9 yılı geride bırakan müdahale politikası göstermiştir ki; Erdoğan iktidarı, ancak emperyalistler arasındaki çelişkileri kullanabildiği ve emperyalistlerin ‘olur’ verdiği koşullarda bu müdahale için belli bir hareket alanı bulabilmiştir. Dolayısıyla böylesi koşullarda elde edilen “başarı”nın anlamı, emperyalistler arasındaki kamplaşmanın giderek belirginleştiği Libya’da Türkiye’nin paylaşım mücadelesinden pay kapmak üzere bu kamplaşma ve çatışmalara daha fazla dahil olmasından başka bir şey değildir.

Sonuç olarak, Suriye ve Libya’daki savaşlara taraf olan emperyalistler ve bölge gericiliklerinin temsilcileri ağızlarını her açtıklarında “ateşkes”ten, “barışçıl çözüm”den söz ediyorlar. Ancak arkalarını döndüklerinde bu güçlerin hepsi askeri üs kapmaca oynuyorlar. Çünkü emperyalistler ve iş birlikçi gerici rejimler için “barış” denilen şey, aslında paylaşım mücadelesinde dengeleri kendi lehlerine değiştirmek için daha büyük bir savaşa hazırlıktan başka bir anlam taşımıyor.

Elbette kimin kime nerede üstünlük kurduğu, kimin nerede askeri üs kurduğu yarışından bu paylaşıma sahne olan ülkeler ve halklarının payına düşen hiç değişmiyor: Ülkelerin daha fazla yıkıma uğraması; halkların ölüm, göç ve yoksulluk girdabına daha fazla sürüklenmesi!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa