02 Haziran 2020 20:40

ABD'de sıkıyönetim

George Floyd için Washington DC'de yapılan eylem

George Floyd için Washington DC'de düzenlenen protesto | Fotoğraf: Yasin Öztürk/AA

Paylaş

Geçen hafta Minneapolis’te George Flyod’un polis tarafından öldürülmesiyle tetiklenen protestolar Amerikan siyasetini hızlı bir şekilde dönüştürüyor. Cuma günü Beyaz Saray önündeki protestolar esnasında bir ara yer altı sığınağına çekilen Başkan Trump hafta sonu boyunca Twitter’daki söylemlerinde göstericilere karşı azgın köpeklerin ve mermilerin kullanılabileceğini ifade eden mesajlarıyla gerilimi yükseltti. Mesajlarının şiddet içerdiğini belirten Twitter’ı kapatmakla tehdit etti. Böylece tabanının kendisinden beklediği güçlü, otoriter lider imajını korumaya çalıştı ve protestoculardan korkmadığı, onlara meydan okuduğu sinyali verdi. Bu tavır – tahmin edilebileceği gibi- protestoların öfkesini ve provokasyon ihtimalini arttırdı. Dükkan ve mağazaların yağmalanması, Trump’a gösterileri bastırmak için daha otoriter yöntemleri kullanma fırsatı verdi. Siyasetçi de pazartesi günü Beyaz Saray’ın Gül Bahçesi’nde yaptığı açıklamada hedefine dair hiçbir kuşku bırakmadı ve hatta üstüne basa basa söyledi: “Sokağa hakim olmak”.

Acaba Başkan’ın farklı bir tepki vermesi mümkün müydü? Beyaz Saray’dan basına sızan bilgiler Trump’ın ekibinin ikiye bölündüğünü, bir grubun protestoculara daha yumuşak, diğerinin daha sert davranmayı savunduğunu bildiriyordu. Burada ilk aklıma gelen ilk tarihsel karşılaştırma Richard Nixon’ın 9 Mayıs 1970’te Lincoln Anıtı’ndaki göstericilere sabah beşte gerçekleştirdiği ziyaret. 30 Nisan’da Nixon’ın Vietnam’daki savaşı Kamboçya’ya doğru genişleteceğini ilan etmesiyle üniversitelerde gösteriler başlamış, eyalet valisi tarafından göreve çağrılan Ohio Ulusal Muhafızının açtığı ateş sonucunda Kent Devlet Üniversitesinde dört öğrenci ölmüş, biri belden aşağı felç olmak üzere dokuz öğrenci yaralanmıştı. Vietnam savaşıyla öğrenci cinayetleri arasında sıkışan Nixon, kendi karakter özelliklerini zorlayarak (Ayaküstü sohbetleri beceremediği bilinirdi) başkente akın eden öğrencilerle yüz yüze gelmek, onlara bizzat görünmek, seslenmek istemişti. Eğer bir Afrikalı Amerikalı hakları protestosu olsa Nixon bu cesareti gösterebilir miydi? Eğer kamuoyunda giderek sorgulanan bir savaş gündemi olmasa Nixon bu denli sıkışır mıydı?

Her iki açıdan da Trump’ın koşulları farklı. “Amerikan askerini eve getireceğim” dediğinde kimse orduyu Amerikan vatandaşının başına dikeceğini tahmin etmiyordu, ancak gelinen noktada ülke örfi idareye geçmiş durumda. Trump Gül Bahçesindeki açıklamasını takiben Beyaz Saray etrafındaki göstericileri cebren uzaklaştırarak elinde İnciliyle gösterilerde zarar görmüş tarihi Aziz Yahya Kilisesi’ni ziyaret etti. Ürününü farklı açılardan kameraya gösteren bir televizyon pazarlamacısı misali kitabı elinde çevirdi ve sonra takım arkadaşlarıyla bir dizi fotoğraf çektirdi. Kilisenin piskoposu ağır bir hakarete uğradığını söylese de bu fotoğrafın siyasetçinin tabanını seferber edecek, onun moralini yükseltecek bir imaj olduğu kuşku götürmez. İşte nihayet polis ve ordu vasıtasıyla Başkan boş sokaklarda seçim kampanyasını başlattı. Tecrübelerimizden yola çıkarsak, sokaklara hakim olduktan sonra buraları elinde otomatik silahlarla salgın önlemlerini protesto eden kalabalıklarla dolduracağını tahmin etmek çok zor değil. Trump açıklamasının satır arasında aldığı önlemlerin gerekçesi olarak “İkinci anayasa değişikliği hakkınızı korumak için” derken mesajı zaten verdi: İkinci değişiklik silah taşıma hakkından bahsediyor. Özetle, bundan böyle siyaset sokakta belirlenecek.

Peki göstericiler ne yapacak? Siyasi bir liderliği veya eş güdümü sağlayan bir örgütü olmayan kitleler esas olarak tarihsel tecrübe ve öngörülerle yola devam ediyor. Kamuoyundaki meşruiyeti korumaya çalışan göstericiler yağmaya engel olmaya çalışsa da gösterileri siyasi bir menzile oturtacak liderlerin yokluğunda sınıf ve ırk hiyerarşisinin simgelerine yönelen öfkeyi kontrol edebilmek çok zor. Gösterilerde ortaya çıkan yağmanın altında yatan sebep daha 1968’de Demokrat Partili Başkan Johnson’ın atadığı ve Illinois Eyaleti Valisi Otto Kerner’ın başkanlığını yaptığı raporda açıkça belirtilmişti: Beyaz ırkçılık. 1967’nin ünlü “uzun yazında”, yine Afrikalı Amerikalılara yönelik polis şiddetine karşı meydana gelen protestolar ertesinde yazılan Kerner Raporu’nda ırkçılık ve sınıf eşitsizliğinin birbirini nasıl beslediği, devletin konut, eğitim ve sosyal hizmet politikalarının iflas ettiği, medyanın hadiseleri tamamen beyaz bir perspektifle ele aldığı uzun uzun anlatıldı. Ancak, Vietnam fatihi Johnson kendi atadığı komisyonun raporunu usulca rafa kaldırdı. Şimdi rapordan elli iki yıl sonra 1967’den beri gerçekleşen en büyük protesto eylemlerinde aynı mesele başka bir kuşağın önünde bir Gordion Düğümü gibi duruyor. Düğümü çözebilmek için son yarım yüzyılın bir muhasebesini yapmak göstericilerin omuzlarındaki tarihi bir sorumluluk. Bu sadece ABD’nin değil, dünyanın nereye doğru gideceğini belirleyecek ağır ama artık kaçınılmaz bir görev.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa