06 Haziran 2020 00:30

Yığınların siyasete müdahale ettiği bir mücadele için seferberlik

HDP İstanbul İl Örgütü, Leyla Güven, Musa Farisoğulları ve Enis Berberoğlu'nun milletvekilliğinin düşürülmesini protesto etti.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Virüse karşı mücadelenin oluşturduğu can korkusu, belirsizlik ve yasakların yarattığı dumanlı havadan yararlanan AKP-MHP ittifakı; tek adam yönetimini tahkim etmek ve iktidarını sonsuza kadar sürdürmek için ne teamül, ne hak-huhuk, ne yasa-anayasa, ne siyasi etik, ne halk iradesi,... hiç bir değeri tanımadan yoluna devam ediyor.

Bu tutum önceki gün TBMM’ye dayandı: HDP’li Leyla Güven ve Musa Farisoğulları ile CHP’li Enis Berberoğlu’nun milletvekillikleri düşürüldü. Daha Meclisin kararı kağıda dökülmeden savcılar harekete geçti, üç milletvekili gözaltına alındı. Hemen arkasından tutuklanarak cezaevine gönderildiler!

Elbette bu ilk değil. 1994’te SHP listesinden milletvekili seçilen HEP’li Leyla Zana, Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 4 Mart’ta Meclise giren polisler tarafından gözaltına alınmışlardı. ’94’le aradaki fark milletvekillerinin Mecliste gözaltına alınmamaları gibi görünse de, bu, vekillerin Mecliste olmamalarından dolayıydı. Eğer vekiller Mecliste olsalardı bugün gelinen yerde polis, Meclise girerek milletvekillerini gözaltına almaktan imtina etmeyecekti!

İTİBARSIZLAŞTIRMA KUŞATMASI

CHP sözcüleri, önceki gün Mecliste yapılan tartışmalarda, AKP-MHP iktidarının “Ekonomideki ağır faturayı, yaptıkları fahiş yanlışları tartıştırmamak” için milletvekillerinin vekilliklerini düşürmeyi gündeme getirdiğini söylüyordu!

Evet; ekonomide, iktidarın konuşulmasını istemediği önemli gelişmeler vardır. Ama şu da bir gerçektir ki, sadece ekonomiyi tartışarak varılacak hiçbir yer yoktur. Hele de ekonomi tartışması, halkın taleplerini elde etmek için harekete geçirilmesini dışlayan,”Biz iktidara geldiğimizde sizi kurtaracağız” klişesini aşmayan vaatlerle sınırlıysa! Ki, böyle olduğu için iktidar gerçekte ekonomiyi tartışmaktan hiç korkmamaktadır.

Bu yüzden üç muhalefet milletvekilinin vekilliğinin düşürülmesi, gündemin değiştirilmesi ya da hükümetin ekonomideki uygulamalarının tartışılmasını önlemek istemesinden öte;

1) Meclisin, seçilmişliğin, seçimin, halk iradesinin, hak-hukuka riayet etmenin itibarsızlaştırılmasının,

2) AKP-MHP ittifakının muhalefeti ezerek etkisizleştirme ve halkın gözünde iktidar seçeneği olmaktan çıkarma operasyonunun bir adımı olarak gündeme getirilmiştir demek gerçeğe daha yakın bir tespit olur.

7 Haziran 2015 seçiminde, artık seçimle iktidar olup sürgit iktidarda kalamayacağını anlamasından beri Erdoğan-AKP iktidarı, yanına MHP’yi de alarak amacına bu yoldan yürümektedir. Üç milletvekilinin vekilliğinin düşürülmesi de bu amaca varmak için atılan bir adımdır. Amaç doğru tespit edilmezse doğru adım atmak da mümkün olmaz.

Nitekim olmuyor da!

SOKAĞI TUZAK GÖREN MUHALEFET NASIL MUHALEFET EDER Kİ?

AKP-MHP ittifakı ve arkasındaki egemen sınıf güçleri, hedeflerine varmak için kendilerini hiçbir yasa, kural, gelenek-görenekle sınırlamayan adımlar atmaktadır. Ana muhalefet partisi CHP ise iktidarın amaçlarının ne kadar kötü olduğunu söylemekte ama onu önlemek için bir adım atmak yerine, “İzin vermeyeceğiz”, “CHP var oldukça amaçlarına ulaşamayacaklar” gibi, somutta karşılığı olmayan bir söylem muhalefeti çizgisinde kalmaktadır.

AKP-MHP cenahından baskı arttıkça CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, AKP-MHP ittifakının “CHP’yi sokağa çıkmaya zorladığını”nı, “Bunun CHP’ye kurulmuş bir tuzak olduğu”nu, “Bu tuzağa düşmeyecekleri” söylemini daha da öne çıkarıyor.

Kılıçdardoğlu, “sokağı bir tuzak” olarak görerek, halka; “Aman siz bir şeye karışmayın, bizim iktidarla yaptığımız söz düellosunu izleyin. Bizim sizin haklarınızı dile getirmekteki gayretimizi görün. Seçimde bize oy verin sizi kurtaralım!” demiş oluyor.

Oysa bugün, sandıkta seçimi kazanmış olmanın artık halk adına yetki kullanılabileceği anlamına gelmediği, seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyum atandığı, muhalefetin belediye başkanlarının çalıştırılmaması için akıl almaz oyunlar oynandığı ve nihayet seçim ve siyasi partiler yasalarında yapılmak istenenlerin bu kadar açıkça ilan edildiği koşullarda; ana muhalefet partisinin yığınların talepleri etrafında bir hak ve demokrasi mücadelesi mevziine girmesi nasıl bir tuzağa düşmek olabilir ki?

SOKAK YOKSA DEMOKRASİ DE YOK!

Evet iktidar kendine her karşı çıkanı “darbecilik”le suçlamaktadır. Sokağa çıkanları da elbette benzer şekilde suçlayacaktır. Ama devletin bütün imkanlarını ve az çok resmi-gayriresmi güç odaklarını eline geçirmiş, sendikaların bile önemli bir bölümünü “arka bahçe”si yapmış bir iktidara karşı halk yığınlarının gücünü seferber etmeyi gündemine almayan, bu gücün olmasa olmazı olan sokakları hak ve demokrasi mücadelesi için tuzak gören bir muhalefetin hiçbir başarı şansı olamaz.

Bunu yaşayarak da görüyoruz.

Nitekim Enis Berberoğlu’nun ilk tutuklanmasının arkasından yapılan “Ankara-İstanbul Adalet Yürüyüşü” ve İstanbul’da yüz binlerin katıldığı “Adalet Mitingi” sokağın etkisini ve önemini dost düşman herkese göstermemiş miydi?

Kaldı ki, demokrasi ile “sokak” arasındaki ilişki sadece bugüne dair ya da çok özgün koşullarda ortaya çıkan bir ilişki değildir. Tersine demokrasinin halk için bir anlamının olması sokak mücadeleleri içinde biçimlenmiştir. Sokak halkın ülke yönetimine müdahale etmesinin bir alanı olmaktan çıktığında, demokrasi de sermayenin mülkiyet hakkını savunmayı aşmayan bürokratik bir yönetim biçimine dönüşür. Bu yüzden bugün yapılması gereken, her sorunda olduğu gibi demokrasi mücadelesinde de, yığınların siyasete doğrudan müdahale ettiği bir mücadele hattına girilmesi için seferber olmaktır.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa