06 Haziran 2020 00:05

Emekçilerin birlikteliği

Kadın işçiler

Arşiv | Fotoğraf: DHA

Paylaş

Marx ve Engels’in emekçilerle ilgili üç önemli önermesi vardır. Birincisi, emekçilerin “radikal zincir” oluşturabilecek kapasitede oldukları ve bu özellikleriyle küresel birlikteliğe yönelebilecekleridir. İkincisi, çok bilinen fakat kapitalizmin inanılmaz başarısıyla uygulanamayan, emekçilerin birlikteliğidir. Özelleştirme saldırısı yaşanırken birleşemeyen emekçiler tüm alanlarını nasıl kaybettikleri ortadadır. Ondan dolayıdır ki, emekçiler hiçbir ölçüte göre bölünmeden her olay karşısında birlikteliğini korumalıdır. Üçüncüsü ise, emekçilerin sömürüldüklerinin ve kendi alın teri üzerinden haksız kazanç elde edenlerin kendilerini işsiz bıraktığını ve perişan ettiğini düşünüp, idrak etmeleri gerektiğidir.Sermaye sahiplerininkine karşıt, emekçilerin de çok güçlü bir sınıf bilincine sahip olması gerekmektedir. Emekçi birlikteliği, bilinci ve küresel radikal zincir oluşturmaları ile emekçilerin yükselişi iki üstadı ilgilendiren temel konudur.

Meseleyi günümüze ve ülkemiz esasına indirgediğimizde içimizi hüsran kaplıyor. Pandemi esnasında işsiz kalan emekçilere devlet vergi indirimi ya da affı getirdi mi? Getirmedi, hatta utanmadan yardım için IBAN verdi.Emekçilerin pandemi dolayısıyla ve bahanesiyle uğradığı iş kaybı emekçi dünyası için “ekonomik afet” olarak kabul edilip, her türlü vergi indirimi ya da kolaylığı sağlanması yoluna gidildi mi? Gidilmedi. Çünkü devletin arkasında sermaye vardı, kaynakları o kendi alanına çekiyordu. Devlete bedava hastane yapan sermaye sahibinin bu kutsal davranışının öncesini ve sonrasını sorguladığımızda acaba karşımıza ne çıkar? Devlete hastane yapacak kadar varsıllık hangi kaynaktan ne kadar sürede ele geçirilmiştir? (Kazanılmış, değil!) İkincisi, bu şahıs, bir iş insanı olarak her attığı adımda bir çıkar gözetme hasletine sahipse, burada nasıl bir çıkar öngörmektedir? Varsıl bir sermaye sahibinin devlete (daha doğrusu siyasi ekibe) vadettiği bedava hastane inşasının tomografik görüntüsü şöyledir. Emekçilerin alın terlerini yansıtan varsıllık, bu kez de sermaye olarak kullanılmakta ve insanın merhamet tellerini titretircesine yardım görüntüsü altında, yeni alın terleri üzerinden daha büyük varsıllığa (Devletten alınacak desteğe) yönlendirilmiş olmaktadır. Öyle ya, varsıllık ya zevk için tüketilir ya da sermaye olarak yeni kazanç için kullanılır. Bu gizemli hayırsever vatandaşı sizler istediğiniz gibi analiz edebilirsiniz.

Emekçi dostlarımız, lütfen şöyle bir sakince düşünelim. Bir pandemi dönemi geçiriyoruz. Bu dönemde görece en rahat durumda olan kimdi, en sıkıntılı, o günün akşamını dahi nasıl getirebileceğini düşünemeyen insanlar kimdi, hangi gruptandı? Bu durum, nasıl ve neden böyle oluyor ki? Bu durum kader midir? Hayır, bu durum sermayedarın güçle oluşturduğu devlet aygıtının hakimiyetinde ve emekçilerin sırtına oturtulan bir yapının sonucudur. Bu yapının her türlü koruyucu ve kollayıcı güçleri olduğu gibi, sanki yetmiyormuş gibi, bir de şimdi maziye özlemle bekçi ordusu oluşturuluyor. Bunlar da yetmiyor, bir de manevi bekçi devrededir. Sistemin manevi bekçisi huşu içinde görevini yaparken, ne sömürüden, ne insan hakkından ne de insanlara arasında olması gereken eşitlikten söz etmektedir. Ne hikmettir ki, bu temel haklardan hiç söz etmeyen manevi bekçi durduk yerde kul hakkından söz etmektedir.

Ne güzel, kul hakkı! Peki, insan hakkından, sömürüden hiç dem vurmayan bu bekçinin kul hakkı ile nasıl bir ilgisi olabilir ki? Denebilir ki, insan hakkı ile kul hakkı aynı şeydir, aradaki fark salt söylem farkıdır. Hayır, mesele o kadar basit değil! İnsan hakkı sermaye emek arası aşırma meselesinin odağında olduğu halde, kul hakkı insanlar arasındaki bazı haksız görülen ilişkinin bir taraf için ortaya koyduğu zarardır. Kul hakkı dendiğinde, doğrudan üretim ortamını ilgilendirmeyen bir ilişkiden daha çok ahiret yaşamına vurgu yapan bir davranıştan söz edilmektedir.  Kısacası ekonominin her türlü davranışsal sömürüsü meşru ve mübah görülmekte, ama bazen gündeme gelen ihtikar ya da hırsızlık vb. gibi toplumsal olarak suç olan eylemden söz edilmektedir.

Sömürüyü aklına dahi getirmeden kul hakkından söz eden sistemin manevi bekçisi aslında sömürü üzerine oturtulmuş varsıllığı savunmakta ve onu meşrulaştırmak için sadaka vb. gibi bazı dinsel görevleri savunmaktadır. Sadaka ile sömürü meşrulaştırılabilir mi? Sömürü sadaka vs. ile savuşturulamaz, emekçiye emeğinin hakkının verilmesi ile ödenir.

Muhtelif Marksist düşünürler devamlı sömürü altında olan emekçilerin neden durumu idrak edip, karşı çıkamadıkları konusunda bazı teori ve görüşler geliştirmişlerdir. Görüşlerin en başatı devlet baskısıdır. Bizzat Lenin’in ifade ettiği üzere, devletin meşruiyeti sermaye nezdinedir ve emeği baskılama derecesine bağlıdır. Bundan dolayıdır ki, Marksizm, Lenin ya da Marx ne bilim dünyasında ne de yaşanan günlük sıkıntılarda gündeme gelebilmektedir. Bundan dolayıdır ki, sistemin manevi bekçisi de, tüm ahiret işlerini bir tarafa bırakmış olarak bu dehaları şiddetle reddetmekte, ancak fikirsel redde güçleri ve akıları yetmediği için, saptırılmış olarak ve yanlış ifade ettikleri “din düşmanlığı” ile toplumdan uzak tutarak, kendileri topluma kene gibi yapışmaktadır. Hangisinin ne tür sapkın fikirlerle toplumu hasta ettiği tarihte görüldüğü gibi, edeceği de ileride görülecektir.

Yazık ki, cahil bir nesil, cehaletinin de farkında olmadan sapkınlığına devam eder. Siyaset de işine geldiği sürece cehaleti destekler!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa