06 Haziran 2020 00:27

İnsansız Yassıada’ya ‘demokrasi’, 80 milyonluk yarımadaya diktatörlük!

Yassıada

Fotoğraf: Onur Çoban/AA

Paylaş

27 Mayıs’ta hiçbir insanın yaşamadığı Yassıada’da “Demokrasi ve Özgürlük Adası” açılışı yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, 80 milyonluk yarımadayı tek adam iktidarına biat etmeyen tüm halk kesimleri için büyük bir hapishane yapma yolunda emin adımlarla ilerliyor!

DTK Eş Başkanı ve HDP Milletvekili Leyla Güven ile HDP Milletvekili Musa Farisoğulları ve CHP Milletvekili Enis Berberoğlu’nun milletvekilliklerinin düşürülmesi, bu sistemde hiçbir kurumun işleyişinin tek adamın keyfiyetinden azade olmadığını bir kez daha ortaya koymuştur. Halkın “milli irade” masalına inanması için açık tutulan Mecliste üstten gelen emir­le vekilliklerin düşürülmesi, yürütme ve yargının yanı sıra yasa­ma organının da halkın değil; tek adamın iradesine tabi olduğu­nu açıkça göstermiştir.

Böylece tek adam rejiminin fiili ortağı MHP Lideri Bahçeli’nin “Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin devamını mümkün kılacak bazı reformların acilen çıkartılması” çağrısı ilk somut ifadesini Meclisin bu kararında bulmuştur. Başka bir deyişle halka yönelik saldırılarına “reform” adını vermeyi seven bu ikti­dar, “reform”larına Meclisten başlamıştır! Dolayısıyla Mecliste alınan bu karar, pandemi sürecinin ekonomik krizi derinleştirip kamuoyu yoklamalarına da yansıdığı gibi halktaki hoşnutsuzlu­ğu büyütmesi karşısında halk güçlerine yönelik yeni saldırıların da habercisidir.

Bilindiği gibi başkanlık sisteminde/tek adam rejiminde orta­ya çıkan erimeyi yapılacak yasal düzenlemeler üzerinden dur­durmak amacıyla MHP Lideri Bahçeli, Seçim ve Siyasi Partiler Yasası’nın yeniden düzenlenmesi çağrısını yapmış ve bu çağrı Erdoğan ve AKP kurmayları tarafından olumlu karşılanmıştı. Meclisin hukuksuz bir şekilde milletvekillerinin üyeliklerini düşürerek kendini inkar etmesi, yapılması düşünülen bu “refor­m”lar için de fikir vericidir.

Ancak tek adam iktidarının siyaseti dizayn ve bu temelde muhalefeti baskılama politikası, yasal düzenlemelere indirge­nemeyecek kadar kapsamlı bir saldırıdır. Bugün bu saldırının merkezinde ise, Kürt hareketinin ve en büyük bileşeni olduğu HDP’nin demokratik siyasetten tasfiye edilmesi yer almaktadır. Tecrübeyle sabittir ki, Kürt hareketinin (HDP’nin) terörize edile­rek demokratik siyasetin dışına itilmesi, diğer muhalif partilerin de hareket/siyaset yapma alanını büyük oranda sınırlamakta­dır. Bunun en yakın örneklerinden biri de HDP’li belediyelere yönelik kayyum politikasının önüne geçebilecek güçlü bir demokratik tepkinin örgütlenememesinin pandemi sürecinde CHP’li belediyelerin de hareket alanını kısıtlamak için kullanıl­ması ve bu temelde yardım kampanyalarının hukuksuz bir şekilde engellenmesidir.

Burada ayrıca Kürt hareketine karşı içeride siyasi ve sınırla­rın ötesindeki askeri operasyonların şovenizmin kışkırtılmasının ve geniş halk kesimlerinin tek adam rejimine yedeklenmesinin bir dayanağı olarak kullanıldığını da belirtmek gerekiyor.

İktidarın hedefinde sadece siyasi partiler de bulunmuyor. Barodan başlayarak bütün muhalif emek ve meslek örgütleri de hedeftedir. Barolarla ilgili hazırlanan düzenlemede baroların vatandaşların hak ve özgürlüklerini koruma rolünün tasfiye edilmeye çalışılması ve dahası üye olma zorunluğunun kaldırılıp birden fazla baronun kurulmasının önünün açılması, diğer emek ve meslek örgütlerini de bekleyen tehlikeyi gösteriyor. Bu düzenleme, tek adam rejiminin yeni dönemde en küçük hak ve özgürlüklere bile tahammülü olmadığını/olmayacağını açıkça ortaya koyuyor.

İşçi sınıfının her türlü hak eylemi ve grevinin “milli güvenlik” gerekçesiyle yasaklanması ise, zaten bu rejimin icraatlarının başında geliyordu. Salgınla mücadele adına Ekonomik İstikrar Kalkanı” adı verilen paketi açıklarken patron örgütü temsilcisi­ne “Bakıyorum yüzün gülüyor” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, tek adam rejiminin kuruluş sürecinde aynı patron örgütlerine yaptığı konuşmalarda işçi sınıfının grevlerini yasaklamakla övü­nüyordu.

Burada milletvekilliklerinin düşürülmesi bağlamında çokça tartışıldığı için şunu söylemeden geçmeyelim: Ortaya çıkan durumu CHP’nin milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılma­sına ‘evet’ demesi ile açıklamaya çalışmak, yeni durumu anla­mak bakımından yetersiz kalacaktır. Elbette CHP’nin sadece dokunulmazlıkların kaldırılması değil; tek adam rejiminin inşası için dayanak olarak kullanılan sınır ötesi operasyonlara ‘evet’ demekten 16 Nisan referandumu yapılırken açıkça seçim/san­dık hilesi yapılması karşısında ortaya çıkan halk öfkesini yatış­tırmaya ve kayyumlara karşı güçlü bir demokratik tepki ortaya koymamaya kadar birçok kritik noktada bu rejimin işini kolay­laştırdığı söylenebilir.

Ancak bugün mesele geçmişe takılmak değil, yeni saldırıya karşı koyabilmek için nasıl bir mücadele hattına ihtiyaç oldu­ğunu tartışmaktır. CHP eleştirilecekse en çok bu noktadan eleştirilmelidir. Çünkü CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun 22 Nisan’da açıkladığı “Geleceğin İnşası” manifestosunda Kürt hareketini ve Kürtlerin ulusal-demokratik istemlerini ağzına bile alma­ması bu ‘manifesto’nun demokratik inşaya mesafesini de gös­teriyor.

Öte yandan korona süreciyle birlikte geniş halk kesimleri sistem tartışması yaparken onlara ufku eski parlamenter sis­teme dönmekle sınırlı bir “mücadele programı” önermek, daha en baştan mücadeleyi geriye çekmekten başka bir işe yara­maz -ki, tek adam rejimine yasal/anayasal bir dayanak oluş­turmak için referandum yapma kararının yine bu Mecliste alın­dığı da unutulmamalıdır.

Öyleyse ülkeyi büyük bir hapishaneye çeviren bu dikta reji­minden kurtulmak için işçi sınıfı ve halk güçlerini karar alma ve denetleme süreçlerinde söz sahibi olacakları demokratik bir program etrafında birleştirip her alanda mücadeleyi yük­seltmek dışında bir çıkış yolu bulunmuyor. “Milli irade”nin tecelli ettiği yer masallarının anlatıldığı Mecliste yaşanan son darbenin bize gösterdiği gerçek budur!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa