ABD'de protestolar düzeni değiştiriyor mu?
Arşiv | Fotoğraf: Tayfun Coşkun/AA
Güvenlik çalışmalarının ünlü realist kuramcılarından Stephen Walt Foreign Policy sitesine yazdığı yazısında Trump’ı dünyanın en zayıf diktatörü olarak tanımlıyor. Walt, uluslararası ilişkilerde algıyı merkeze oturtan tehdit dengesi kuramıyla tanınır. Algı meselesi Walt’ın ABD’deki protestolara bakışının da merkezinde yer alıyor. Ancak uluslararası ilişkiler ve iç siyaset arasında kalın çizgiler çeken realistlerde sıkça rastlanıldığı gibi Walt olayları ele alırken kurumsal liberal bir modele başvuruyor: Timur Kuran’ın Yalanla Yaşamak kitabında ortaya koyduğu tercih çarpıtması tezi.
1989’da Doğu Avrupa’daki sokak protestolarından yola çıkan Kuran bireylerin protesto hareketlerine katılma kararlarının öngörülmesinin mümkün olmadığını söyler. Otoriter rejimlerde bireylerin siyasi tercihlerini kamuyla paylaşmama eğilimi vardır. Protestolara neden olan bardağı taşıran damlanın ne olduğu kestirilemez. Ancak protestolar bir kere başladıktan sonra muhalif tercihler açıkça sergilenmiş olur. Eğer protestoya katılanlar kritik bir sayıya ulaşırsa bireyler daha önceden saklamak zorunda oldukları tercihlerini açıkça ifade etmeye, protestolara katılmaya başlarlar. Otoriter yönetimlerin uyguladığı sansür ve baskı böylece bu rejimlerin sağlıklı bilgi almasını önler ve onları protestoların yaygınlaşmasını öngöremez hale getirir.
Walt’ın Trump’ın protestolara verdiği cevabı yorumlarken 1989 Doğu Avrupa örneğine başvurması çok ilgi çekici. Kuramcı şunu kastediyor: Trump örneğin bir Çavuşesku gibi protestoları okumayı beceremiyor; bunlara karşı kullandığı bastırma politikaları ise geri tepecek. Ancak benzetmede ciddi uyuşmazlıklar var: Nitekim ABD vatandaşları Doğu Avrupa’daki gibi muhalif fikirlerini beyan etmekten çekinecekleri bir ortam içinde değiller. Dolayısıyla tercih çarpıtması, yani kişisel fikirlerini beyan etmeme ya da çarpıtarak kamuya yansıtma eğilimi, Floyd cinayetiyle ortaya çıkan protesto hareketlerini yorumlamada uygun bir araç değil.
Walt, Trump’ın protestoları baskı araçlarıyla kuşatma stratejisinin ise güvenlik aparatında bir bölünmeye yol açabileceğini öne sürüyor ve 1979 Devriminde İran Şahı’nın uyguladığı baskının orduyu böldüğüne işaret ediyor. Her tür halk hareketi (ordu, polis, istihbarat gibi) güvenlik kurumlarında bir çatlama, bir bölünme yaratır. Ancak burada da benzetme fazlasıyla abartılı. Walt gibi realist kuramın soğukkanlı temsilcilerinden sayılan bir akademisyenin 1989 Doğu Avrupa ve 1979 İran gibi çok sorunlu benzetmelere başvurmasının nedeni Trump’ın protestolarla şiddetle başa çıkmasının mümkün olmadığını vurgulamak istemesi gibi görünüyor. Yoksa, Harvard Üniversitesi profesörünün burada ifade ettiğimiz farklılıkları bilmemesi mümkün değil.
Yazısının sonuna doğru Walt meramını açıklıyor: Yazarın esas kaygısı protestoların Afrikalı Amerikalılara karşı ırkçılığa tepkinin de ötesinde son yıllarda toplumsal ihtiyaçları göz ardı ederek zenginleşen ve hiçbir merci tarafından hesap sorulamayan siyasi ve ekonomik elitlere yönelen kitlesel bir öfkenin tezahürü olması. Bu tespit çok önemli, ancak neden yazarı kaygılara gark ettiğini anlamak için satır aralarını okumak gerekiyor. Walt’a göre bir süredir gelişen bu elit karşıtlığı bir yandan Trump diğer yandan Bernie Sanders’ın güçlü siyasi figürler olarak ortaya çıkmasını sağladı. Yani, Walt’ı esas kaygılandıran şey Amerikan merkez siyasetinin çöküşü. Bu seneki seçimleri bu bağlamda ele almak gerekiyor.
Cumhuriyetçiler dağınıklık içinde. 1970’lerde ortaya çıkan Yeni Sağın, Politico’nun deyişiyle “Kanun ve Düzen Cumhuriyetçilerinin” sonunun geldiği konuşuluyor. Irak fatihi Eski Başkan George W. Bush Amerika’nın trajik hatalarıyla yüzleşmesi gerektiğine dair bir mesaj yayımladı. Senatodaki üç Afrikalı Amerikalı üyeden biri olan Cumhuriyetçi Güney Carolina Senatörü Tim Scott Politico’ya şöyle demiş: “Muhakkak bu farklı. Çok farklı hissettiriyor. Kulağa çok farklı geliyor. Protestocular farklı… Washington’da penceremden bakıyorum ve on protestocu görüyorum: Bunların yedisi beyaz, üçü siyah.” Anlaşılan Walt’ın bahsettiği elitler değişimi görüyor ancak henüz ortak bir plan, program yok.
Bu arada Trump’ın Eski Savunma Bakanı James Mattis suskunluğunu bozup açıktan Başkanın protestolar sırasındaki tavırlarını eleştiriyor. Muvazzaf Savunma Bakanı Mark Esper kendini Trump’tan farklılaştıracak açıklamalar yapıyor, sonra Beyaz Saray sözcüsünün tehditleri altında bunları geri alıyor. The Los Angeles Times’daki bir köşe başlığı durumu şöyle özetlemiş: “Trump beklenmedik bir direniş merkeziyle karşılaştı: Pentagon.” Bunlar ordunun göstericilere karşı elini tetikten çekmesi anlamında olumlu haberler. Siyasi elitin tepkilerinden protesto hareketinin muazzam bir meşruiyete sahip olduğu anlaşılıyor. Bu da olumlu. Ancak önemli olan bu meşruiyetin ekonomik ve siyasi elitler tarafından gasbedilmesine izin vermemek. Susurluk eylemlerinden rejim restorasyonuna varan acı hikaye hâlâ Türkiyeli okurun belleğindedir.
- Türkiye-Suriye ilişkisi 18 Aralık 2024 04:58
- Ortadoğu’da yeni döneme girerken vaziyet 11 Aralık 2024 04:32
- Lindner’in komplosu ve Almanya’da seçimler 27 Kasım 2024 04:40
- Trump'ın zaferi: Enflasyon algısı ve 2008 sonrası aile şirketleri 13 Kasım 2024 04:08
- ABD’de seçimler ve yeni saflaşma 06 Kasım 2024 04:51
- Yeni Yeşil Düzen’in sergüzeşti 30 Ekim 2024 04:35
- Tırmandırarak gerilimi azaltmak 02 Ekim 2024 04:16
- AfD’li sınıf fraksiyonları ve aile/cinsiyet politikaları 11 Eylül 2024 05:03
- Saksonya ve Thüringen'de seçimler 04 Eylül 2024 04:30
- AfD'nin aile politikası 28 Ağustos 2024 04:15
- Thüringen'de nüfus, aile ve siyasi eklemlenme 21 Ağustos 2024 04:39
- Taşra ve siyasi kültür: Doğu Almanya'da seçimlere doğru 14 Ağustos 2024 04:22