14 Haziran 2020

Sennur Sezer’e mektup

Orada ekmek yapıyor işçiler, sabahın suyuyla yoğuruyorlar hamuru. Sıcak fırından bir esinti alnımızda. Doymanın ve paylaşmanın mutluluğu birikiyor içimizde.

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Bana kalırsa her cumartesi aynı soruya yanıtsız bırakılan anneler biliyor sadece ne kadar zaman geçtiğini. Sonrası hep uzağa bakma halleri, sonrası içlenmek, sonrası bir annenin evladı olmanın suskunluğu içten içe… Ama meşum bir ekim sabahı, yağmurlu gün aralığında biriken kalabalık, buğulu gözleriyle insanlar aklımda. Yakamızda bir fotoğrafın.

O günü anımsamak istemiyoruz biliyor musun, bitimsiz bir kalabalığa seslenir gibi doğum gününde bir araya geliyoruz nicedir sevdiklerinle. Şiiri ve öyküsü senin adınla ödüllendirilen insanlar ve seni sevenler kesiyor işçi kadınların yaptığı pastayı. Geçen yıl da öyle olmuştu ve DİSK Emek Korosu dolu salonda Enternasyonal’i söylediğinde bir bir ayağa kalkıp göz göze gelmenin gözleriyle bakmıştık yanı başımızdakine.

Kendini kim oraya koyar, bunu da bilmiyorum; ama bildiğim bir şey var ki Sennur, senin yazıp büyüttüğün Gecekondu’da büyüdük ve orada çoğaldı şiir. Kimi bir paltonun cebinden çıktı, kimi için zar attı ustaları biz de senin Gecekondu’ndan çıktık evet. Evlatların ve kardeşlerin birlikte büyüttük içimizdekini. Penceresinde sardunyaların çiçek açtığı bir evin sözcükleriyle büyümenin saadeti, evet. İşaret parmağıyla siliyor alnında biriken teri. Okudukça, katmanları çoğalan ve anlamı derinleşen bir şiiri yaydın hayatımıza. Okudukça sakladığını açığa vuran bir şiir. Hayatın ve şehrin dışına itilmişlerin şiiri. Hayatı ve şehri doyuranların şiiri. Hayata, toprağa ve şehre emekleriyle anlam katanların şiiri.

Kız kardeşlerinin yol alıp kendini var ederken senden öğrendikleri arasında başını eğmemek, kirpiğini yere düşürmemek de var elbet. Bahara güman etmenin bütün halleri. Güneşi beklemenin, nasırlı yüreğinde umudu koruyarak yüzünü güneşe dönmenin meyveleri.

“Ülkemin bütün kadınları gibi tırnaklarım küt

Ateşten sıcak bir tencereyi yanmadan alabilirim”

Her yıl gelip konuk oluyoruz sana. Daha doğrusu yılda en az iki defa konuğun oluyoruz. 12 Haziran’da, doğum günün kutlamak için geldiğimizde sana kitaplar armağan edip Asım Bezirci ile Rıfat Ilgaz’a merhaba demeye gidiyoruz. Dönüşte Orhan Kemal’in önünden geçiriyoruz yolumuzu. Her 2 Temmuz’da da tam tersi oluyor. Sınıfın iki kardeşi, orada da yan yana; önce onlara götürüyoruz çiçekleri, sonra da sana. Yangın sönmüyor.

Bizim İskender de oralarda bir zamandır, sana göre biraz sapa bir yerde ama işte aynı sükutta konuk olduğun nice eşin dostun var orada; tanıdık, tanımadık selamlayarak yürüyoruz yolu. Çeşme var yakınında, suyun sesini dinleyerek derin uykulara dalmanın seyri işte.

Bu yıl evlerde kutladık yeni yaşını. Kitapları getirmek için 1 Eylül’ü bekliyoruz. Gencecik, pırıl pırıl sözcükler armağan edeceğiz bu yıl da sana. Gonca Vuslateri “Sesimi arıyorum” şiirini seslendirdi. Huzurlu bir gençlik zamanı fotoğrafın var arkada.  

İşte orada bir ağıt yükseliyor göğe, bilmediğimiz bir dilden sokakların sesi işliyor zihnimize. Belki Arjen Arî’nin arkadaşı bir dengbejin sesidir gelen. Belki de hapishaneden yazılmış bir mektubu okuyor bir çocuk Diyarbakır’da, belediyenin önünde bir yerlerde. Ne çok sevenin var oralarda da, gitmişliğin, insanlarla diz kırıp ekmek bölüşmüşlüğün ne çok. İfadendir, evet: “Ozanım/ Düzeltirim/ Çocuklarımdır/ Bütün çocukları dünyanın”.

Ne çok ayrıntı saklı sende, ne çok yol, ne çok insan… Biri sana bir çeşmeyi sorsa hani, bir yemek tarifi istese senden, biri şiirini gösterse, biri dedesinin hazine bahanesiyle kazılmış mezarından bahsetse… Konuşma sırası sana geliyor ya hani, kalemi yontuyorsun sezdirmeden… Edebiyat ve tarih bir senteze ulaşıyor sende…

“Silah arkadaşım” diyorsun ya hani ona yazdığın şiirde, Adnan’a, “bir sevgi şiiri”nde: “Eve dönememenden korkmak/ Uyanamamaktan daha doğal/ Daha sık hastalanmaktan/ Tutuklanmak güdüsü/ Güzel günlere inanmak suçuna uğramak”.

Yahu sahi ne olacak bu Beşiktaş’ın hali? Çarşı seni ne çok seviyor biliyorsun değil mi? Nedense hiç sevgi şımarığı olmadın, Haliç Tersanesi’nde çalışırken, gencecik yaşında tanıştığın sosyalist işçilerden aldın bu adabı belki de, bilmiyorum. Ama işçilerin seni okuduklarını gördüm sevinçle. Aynı sofrada paylaştığınız ekmeğin şiirini…

Bir gün Eskişehir’e bir tren yolculuğu olmalı senin adın.

Bir grev çadırına senin şiirlerinden birinin adı verilmeli ve kuşlara bakamayan her annenin en az bir fotoğrafı olmalı.

Bir gün Marx’ın mezarından kopardığım bir gülü takacağım toprağının saçlarına.

Evrensel'i Takip Et