17 Haziran 2020 01:37

HDP, John Locke ve direnme hakkı

Yürüyüşte çok sayıda HDP'li.

Fotoğraf: MA

Paylaş

Uzun yıllardır, pek çok yönüyle tartışılan siyasal temsil ile demokrasi ilişkisi bağlamında, zaman ve zeminin kesişme noktası bakımından epey ironik bir yerdeyiz.

Bir dönem öncesinde, ‘darbe ile mücadele’ söylemi ile arkasına farklı kesimlerin desteğini almış olan bir iktidar, epey bir zamandır Türkiye’de, liberal siyaset felsefesinin kurucularını mezarında ters döndürecek işler yapıyor. Hatta bunun kitabını yazıyor da diyebiliriz.

Modern temsilin çekirdeğinde duran meşruiyetin ancak rızaya dayalı olarak sağlanabileceğini döne döne vurgulayan İngiliz Liberal Filozof John Locke’un 1690’da “Özgürlük insanın doğal hakkıdır, bir hükümet ancak halkla sözleşmeye dayanıyorsa meşrudur” saptamasının devamında da, “Yasama ve yürütme güçleri ayrılmalıdır” görüşü duruyordu.

Ve Locke’un liberal siyasal felsefesi içinde, çoğunluğun rızası dışındaki hiçbir gücün meşruiyeti yoktu. Aksi yöndeki bir zorlama da direnme hakkını doğururdu.

Marksizm açısından da, bir sınıfın yönetebilmesi için kendi çıkarını tüm toplumun ve sınıfların çıkarı olarak genelleştirebilmesi, gösterebilmesi gerekir. Ancak yönetme pratiği ‘rıza’ ile ‘zor’un birbirini desteklediği bir denge içinde yürür çoğu zaman. Ve ‘rıza’ devreden çıkarılıp ‘zor’ boylu boyunca sahne aldığında, yönetilenler ‘Böyle yönetilmek istemiyorsa’ dahi, eğer örgütlü değillerse zora dayalı yönetim biçimleri değişik kılıklar altında varlığını devam ettirir. Bu farklı tipteki otoriter rejimler olabildiği gibi, açık faşist uygulamaların hüküm sürdüğü bir yönetim modeli de olabilir. Dünya tarihi bunların hepsine tanıklık etti.

Türkiye’de 6 milyon kişinin oyunu almış olan Meclisin üçüncü partisi durumundaki HDP, belediyelerine defalarca kayyum atanması ve vekillerinin, eski eş başkanlarının tutuklanması gibi örneklerle dolu epey ağır bir tarihin ardından Edirne ve Hakkari’den Ankara’ya yürüme kararı aldı: “Darbeye karşı demokrasi yürüyüşü”

Ve kendisini darbelerle mücadele ile gerekçelendiren, bugün de, oradan buradan ‘darbe tehditleri’ icat ederek, bu “misyonunu” sürekli gündemde tutmaya çalışan iktidar, devlet zorunu kullanarak kolunu kanadını kırmaya çalıştığı HDP’nin direnme hakkını dahi “terör” olarak sunan bir cambazlığa imza atıyor.

Karşılaştığı kriminalize etme kampanyası ve sürekli gündemde tutulan kutuplaşmaya dayalı gerilim siyasetine malzeme vermemek için HDP’nin azami bir gayret gösterdiğini herhalde aklı başında herkes görüyordur. Öte yandan, temsili bir düzlemde tutulan ve iktidarın argümanlarını doğrulayacak tek bir görüntü vermeyen bir hatta durmanın yetmeyeceği de biliniyordu. Eğer ‘gerilim’, ‘terör’ deniyorsa o zaman keskin nişancılardan, polis ve jandarma ablukasına kadar her şey, HDP’nin vermediği o görüntüyü adeta ona vekaleten çıkarmak adına devreye sürülür, sürülüyor.

Ancak bunu yapanların hâlâ öğrenemediği, -aslında bu bir pedagojik sorundan kaynaklanmıyor, başka şansları kalmadıklarını düşündükleri için böyle davranmakta ısrar ettiklerini söylemek belki daha doğru- bir nokta var. İktidar koalisyonunun büyük kentleri kaybettiği son yerel seçimlerde, muhalefeti “terörist” ya da “terör destekçisi” ilan etmek, eğer iktidar güç kaybederse ‘ülkenin bekası’ için bunun büyük bir tehdit oluşturacağını öne sürmek, halkın önemli bir kesiminde pirim yapmadı. Şimdi de insanlar, “terör çemberi” içinde tutularak meşruiyeti hırpalanmaya çalışılan HDP’nin yürüyüşünü göz ucuyla da olsa izliyor. İtilip kakılarak gözaltına alınan insanlar, bunu hak etmek için ne yapıyorlar?

Vekilleri tutuklanan, belediyelerine döne döne kayyum atanan bir parti, epey bir süre “liberal” söylemlerin ekmeğini yiyen iktidarın istismar ettiği John Locke’un teslim ettiği direnme hakkını kullanmaktan başka ne yapıyor?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa