Burjuvazi bölücüdür!
Fotoğraf: Meltem Akyol/Evrensel
HDP’nin, ülkenin çeşitli kentlerinden başlattığı yürüyüşe karşı, yürüyüş yasakları birbiri ardına yürürlüğe kondu. Yasakçı Valilerden biri, bu tür eylemlerin düzenlenmesi halinde, “karşıt görüşlü gruplar arasında gerginliklerin yaşanabileceği”ni; “şiddet içerikli sokak eylemlerinin meydana gelebileceği”ni, “katılımcı şahıslar ile diğer vatandaşlarımız arasında sözlü ve fiziksel olayların meydana gelebileceği”ni, “kamu düzeni ve güvenliğinin tehlikeye düşebileceği”ni ileri sürerek “tesis olunan huzur ortamı ile milli güvenlik ve kamu düzeninin bozulmaması, Cumhuriyetin temel nitelikleri, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması,.. ” için, yürüyüşe izin verilmeyeceğini söyledi. Diğerlerinin engelleme gerekçeleri de benzerlik gösteriyor.
Yasaklama gerekçelerinde “Katılımcılar” ve “vatandaşlar” birbirine karşıt iki ayrı kesim olarak gösteriliyor; baskıya karşı mücadele, “milli güvenlik ve kamu düzenini bozma” girişimi sayılıp mahkum ediliyor. Saray havuzundan yayın yapan onlarca gazete ve televizyonda gece-gündüz HDP'ni ve onun politikaları söz konusu edilerek Kürtlere yönelik suçlamalar yaparken en küçük ahlâki kaygı duymayanlar bu yürüyüşü de “huzur bozma amaçlı” göstermeye yöneldiler. Devlet terbiyesinden geçen ne kadar devşirme varsa, “bu korona salgını günlerinde yürüyüş mü olurmuş!” kavalı çalmaya başladı.
Ancak bu aleni ayrımcılık ve içerdiği tehdidin sadece HDP’ni hedeflemediği apaçıktır! Uzun süreden beri polis devleti uygulamaları yürürlüktedir ve bu uygulamalar, hakları için mücadeleye yönelen işçi, emekçi, genç ve kadın herkesi hedef alıyor. “Korona günleri”nde de devlet operasyonları devam etti. Hak gasbı, gözaltı, tutuklama, kayyum atama, dağlara bomba, kentlere ‘büyük gözaltı’ askeri politikası yürürlükte oldu. Bir zincir oluşturuldu ve herkesin bu zincir içinde kalması isteniyor. Hakkari ve Edirne’den yürümek isteyen de, işten atılmasını veya açlığa mahkum edilmesini protesto eden de, “güven ve huzuru bozma“ suçlamasına hedeftedir.
Şoven ve faşist politika açısından Kürt, Ermeni, Arap kökenden gelmek suçlu ilan edilmek için ek bir etken ya da neden olmakla birlikte, egemen olanın dayattığı politikalara boyun eğmemek asıl sorundur. Grev yapan işçinin “ulusal kimliği” değil, devlete ve sermaye sistemine bağlılık gösterip göstermediği önem gösterir. İşçi Türk, Kürt ya da Arap kökenli olsun farketmez, kendi hakları için mücadele yolunu tutmuşsa, saldırılara hedef olacaktır.
Türkiye’nin işçi ve emekçileri başından beri bir burjuva kapanıyla karşı karşıyadırlar. Egemen burjuvazi ve devlet iktidarı, sermaye partileri ve hükümetlerinin yöneticileri, hakim konumlarını sürdürmenin halk kitlelerinin bölünmüşlüğüyle bağlı olduğunu bilerek hareket etmektedirler.
Türkiye’nin “tek millet, tek din, tek mezhep toplumu” olmaması, burjuvazi ve çanak yalayıcıları için, aksi yöndeki propaganda ve dayatmayı kolaylaştırıcı rol oynamaktadır. “Tek” diye başlayan söylem, birleştirici değil bölücüdür. Bunu bilir, bundan güç almaya çalışırlar. Tekelci tahakküm ve faşizan tahkimatı zayıf düşürecek halk inisiyatifinin gelişmesini engellenmek için bu bölücü propaganda ve polisiye saldırılara ihtiyaç duyarlar. Saray yönetimi, işçi ve emekçilerin bölünmüşlüğü ve ideolojik-politik yanılgılarından güç almakta, sömürülen ve ezilenlerin dağınıklığını bir avantaj olarak kullanmaktadır. Bu yanılgının devamı için sürdürülen propaganda hala önemli etkiye sahiptir.
Bu durum, hangi milliyet kökeninden olursa olsun sömürülen ve ezilen sınıf ve kesimleri, burjuva iktidarın saldırı politikasına ve bölücü etkinliğine karşı uyanık olma ve güç birliği oluşturma ihtiyacıyla karşı karşıya getirir. Bunun pratikteki tek yolu, baskı ve saldırılar karşısında birlikte direnmeyi başarmaktır.
Siyahi Amerikalılara yönelen vahşete karşı, ten rengi farklı gözetmeksizin siyah-beyaz insan isyanı öğretici yeni bir örnektir. Halklar birbirlerinden öğrenirler, öğrenmelidirler.
İşçi ve emekçiler sadece burjuvazinin dolaysız bölücü saldırılarıyla değil, sadece sendika ağaları aracıyla da değil, milliyetçi ve mezhepçi politikalar nedeniyle de bölünmüşlerdir ve bu da, mücadele kültürü, geleneği bakımından da önemli sorunları ve zayıflıkları olan emekçi hareketini, baskının her türüne karşı mücadelede birleşmekten alıkoyan bir işlev görmektedir.
Ülkemiz emekçi hareketinin en önemli sorunu denebilir ki bu durumu aşmayı başarmasıdır. Burjuvazi, emekçilerin bölünmüşlüğünden besleniyor. Emekçilerin gücü ise birleşmelerindedir. Bunun için, sınıf bilincine ulaşmış işçi ve emekçilerle devrimci ve sosyalistlerin daha etkin bir aydınlatma ve örgütleme çabasına ihtiyaç vardır.
- Emperyalistlerin maşaları ! 19 Aralık 2024 05:58
- Kaosun geniş mezarlığı 12 Aralık 2024 05:20
- ‘Suriye pastası’ ve duvarların dışına bakmak! 05 Aralık 2024 06:50
- Değişim; nasıl ve hangi yönde? 28 Kasım 2024 06:45
- Kürtçe eğitim Türkiye’yi böler mi? 14 Kasım 2024 04:52
- Bahçeli’nin çağrısı Kürt gerçeğinin neresinde? 07 Kasım 2024 05:41
- Sorun yoksa, telaş niye? 31 Ekim 2024 06:54
- Çürümenin toplumsallığı ve çürüyeni yönetme politikası 24 Ekim 2024 12:47
- İktidarın ekonomi kriterleri 26 Eylül 2024 05:56
- Vicdansızlık! 19 Eylül 2024 05:15
- Derin ve lağımlı bataklık! 12 Eylül 2024 05:58
- Sağın gücü ve işçilerin ‘kör noktası’ 05 Eylül 2024 05:28