Bu hesabı verebilecekler mi?
Fotoğraf: Hasret Gültekin Kozan/Evrensel
Sürüp gitmekte olan kıdem tazminatı meselesi aslında bağlanmış gibi gözüküyor da, sadece bu haksız el koymanın fazla gürültü koparılmadan ve siyasi tabana fazla yansıtılmadan ortam yumuşatılarak sermaye-siyaset iş birliği ile suhuletle sonlandırılmaya çalışılmaktadır.
Özünde emeğin alın terine el koymaya dayanan kapitalist sistem sıkıştıkça alın terinin hepsini sömürmeye yönelir. Tarih boyunca da bu böyle gelişmiştir. Sermaye hakimiyeti sürdükçe bundan sonra da çok fazla bir şeyin değişmesi beklenemez. Tarihi sürükleyen emek ve emek mücadeleleridir, ancak her mücadele döneminde silahla baskın olan sermaye mücadele sonucunda oluşan yeni sistemde de başat mevkie oturmuştur. O nedenle de tarihin niceliksel değişiminden farklı olarak niteliksel dönüşümü ancak emek mücadelesinin sermayeyi toplumsallaştırmasıyla gerçekleşecektir. Bunu sermaye de bildiği içindir ki, toplumun her alanına sıkı sıkı sarılmakta, başat olmakta ve hem güçle hem ideoloji ile sistemi tutmaya çalışmaktadır.
Kıdem tazminatı özünde bir tazminat da değildir, bal gibi emeğin birikimidir. Öyle ki, tüm sosyal politikalarda olduğu gibi, kıdem tazminatı da tümüyle sistemin belirlediği şekilde emeğe verilse de dikey gelir dağılımı gerçekleşemez; zira kapitalist sistemde uygulanan sosyal politikalarda gelir dağılımı sadece sınıf içi zamanlar arası gerçekleşebilmektedir. Bu itibarla, kıdem tazminatının öz sahibi emek olunca ve bu fonda birikmiş paralar emekçiden koparılmış kaynak olunca, artık bunun üzerinde ne siyasetin ne de sermayenin söz hakkı olamaz. Sistemde sermayenin organizasyon ve risk taşıma işlevleri dolayısıyla sermayeye marjinal katkısına göre pay ayrılsa bile, ücret dışında sermayeye giden büyük bir bölüm sömürü olduğuna göre, kıdem tazminatı emekçinin özlük hakkının bir bölümüne ileride yine emekçiye ödenmek üzere el konulmasından başka bir şey değildir. Bu durumda da emekçi faiz ve enflasyon kaybına uğramaktadır. Bu itibarla kıdem tazminatı üzerinde günümüzde sürdürülen tartışmanın hiç bir haklılık temeli bulunmamaktadır. Ne var ki, sistem sermaye sistemidir; adı kapital-izm’dir ve bu sistemde sermaye-siyaset iş birliği başattır ve bu durum maalesef bizzat emekçiler tarafından da olağan görülebilmektedir. Sermayenin ve siyasetin gücü de buradan, emekçilerin siyasete yaklaşımlarından kaynaklanmaktadır.
Geçen gün siyasiler duruma bir çözüm(!) bulmak, daha doğrusu kafalardaki sermaye yanlı çözümü siyasiler eli ile suhuletle uygulamaya koyabilmek için bir toplantı yapıldı. Ne hazindir ki, bu toplantıya, sanki şahsi bir konu görüşülecekmiş gibi, en büyük emekçi örgütü DİSK davet edilmedi. Eğer devlet aygıtı tüm toplumu kapsıyorsa, her ne kadar sermaye siyaset iş birliği sistemin ana unsuru olsa da, böyle bir ayırım devlet ciddiyeti ile bağdaşır görülemez. O toplantıda işveren ve devlet tüm kadrosu ile yer almış, ama emekçiler eksik kadro ile davet edilmiştir. Bu büyük siyasi gaf iki konuyu açıkça ortaya koymaktadır. Birincisi, toplantıda heyetlerin oturuş protokolü de dikkate alındığında, siyasi aygıtın açıkça ve hak ve hukuku da çiğneyerek sermayenin yanında olduğu görülmektedir; ikincisi ise, sermayenin açıkça yanında yer alan siyasi aygıt sermayeyi korumaya almakta ve iş birliğine zorlayabileceğini düşündüğü bir kesim emekçilerle durumu sermaye lehine çözmeye çalışmaktadır.
Peki, bu sürecin böylesi acı tabloya sürüklenmesinden sadece sermaye ya da siyasi aygıt mı sorumludur? Bir kere bu durumda sermayenin hiçbir sorumluluğu yoktur; çünkü sistem onun sistemidir, sömüren odur, tüm kararları veren de odur. Siyasi aygıtı da sermaye ile aynı konuma koyabilir miyiz? Sistem kapitalist olduğuna göre evet, fakat siyasi aygıt sermayeden kaynak aldığı kadar emekçilerden de oy almaktadır. Dolayısıyla bu iki güç arasında makul bir dengenin bulunması siyasi erk için kaçınılmazdır. Devlet teorisyenleri bu durumu özel sermaye birikiminin sağlanması ve sistemin meşrulaştırılması olarak formüle etmekteler. Kıdem tazminatı tartışmaları bize şunu göstermektedir ki, özel sermaye birikim işlevi sistemin meşrulaştırılma işlevine ağır basmaktadır. Maalesef durum böyledir, çünkü: (1) emekçiler sermayeye karşı birleşme yerine farklı ölçütlerle ayrışmışlardır, bu durum özelleştirmelerde de siyasete karşı ayrışma şeklinde görüldü; (2) pandemi olayında binlerce emekçi sefil olurken DİSK hariç, son perdede sahneye çıkanları saymazsak, hiçbir sendika ortada yoktu; (3) siyasi aygıt emekçiler aleyhine sermaye lehine canla başla çalışırken emekçilerin oylarında bir değişim olmamaktadır. Hal böyle ise, sermaye neden korksun, siyasi erk niçin durumunu değiştirsin ki?
- Emek zulmü meselesi irdelenmelidir 21 Aralık 2024 04:36
- Ortadoğu: Bataklığın kan gölüne dönüştürülmesi 14 Aralık 2024 04:31
- Asgari ücret konusu hafife alınmamalıdır! 07 Aralık 2024 04:50
- Çöküş ivmesi durabilir mi, durdurulabilir mi? 30 Kasım 2024 04:51
- Sistemin sis perdesi: Bütçe tartışmaları 23 Kasım 2024 05:00
- Akılcılığa yöneliş 16 Kasım 2024 04:51
- TÜYAP konuşmaları 09 Kasım 2024 04:25
- Cumhuriyet halk rejimidir, fakat… 02 Kasım 2024 05:08
- Kaos 26 Ekim 2024 03:57
- Kevork Ağabey, müjde, oğlun Nobel aldı! 19 Ekim 2024 04:46
- Siyasi yalan 12 Ekim 2024 05:00
- İktidarın anayasa histerisine şiddetle karşı çıkılmalıdır! 05 Ekim 2024 04:33