20 Haziran 2020 00:48

Ayasofya'nın bitmeyen fethi

Ayasofya genel görünüm.

Fotoğraf: Twenty20

Paylaş

Karantina döneminde toplu ibadete kapatılan camilerden birinin kapısını sarsarak içeri girmeye çalışan vatandaş, polis tarafından uzaklaştırılmıştı. İman ve itikadın virüse paratoner olacağını düşünme konforundakiler için camilerin kapatılması anlaşılır bir şey değil. Ayrıca cami kapısıyla kilit arasındaki ilişki sabıkalı ‘cehape zihniyeti’ni akla getirdiğinden vatandaş kapalı kapının önünde kendisinin bir düşmanla karşı karşıya olduğunu zannetmiş olabilir. Din istismarının epey ekmeğini yemiş bir iktidar eliyle cami kapısını kapatmak dengeyi de zihni de sarsar çünkü. 

İktidar virüsle savaş bağlamında atılmış, kısa süreli zorunlu geri adımı İstanbul’un fetih yıl dönümünde Diyanet İşleri Başkanının aracılığıyla sonlandırdı. Başkan, ‘Camilerimizi yeniden fethedeceğiz’ diyerek başlama vuruşunu yaptı. Bu fetih, altı üstü, yıllardır statüsü çekiştirilen Ayasofya (Camisi) Müzesi’nde namaz kılmak ve sosyal mesafe kurallarına uyuyormuş gibi yaparak cemaati camiye yeniden toplamaktan ibaretti ama taçlıvirüsü kuşatıp burçlarına bayrak dikememenin acısını, zaten el altındaki bir mekanı düşmandan geri alıyormuş gibi yaparak sanal bir zaferle telafi etmenin maliyetsiz getirisine belli ki yine muhtaçtı.

Zaten karantinaya hiç girmeyen fabrikaları bir an unutsak bile AVM’lerin, ofislerin, küçük esnaf dükkanlarının, parkların, uçakların, otobüslerin sırf ekonomi dönsün diye açılmasının kötü sonuçlarını gösteren günlük raporlara göre meydan koronavirüse bırakılmışken camiler için hüruc çağrısı yapılıyor. İstanbul’un fethinin yıl dönümünde toplu namaz kılınan Ayasofya Müzesinin yeniden cami yapılması için Danıştaya başvuruluyor ve kararın 15 Temmuz darbesinin yıl dönümüne yetişmesi için toplumsal tansiyon yükseltiliyor.

Ne İstanbul ne Ayasofya 1453’te bir kez fethedildikten sonra ‘Öyle bırakılmadı’ tabii. Bizans, üzerinden geçen onca yüzyıla rağmen fethi asla tamamlanmayan içteki bir ukde olmaya devam ediyor. Fetih’ten sonra camiye dönüştürülen Ayasofya’nın karşısına yüz altmış küsur yıl sonra Sultanahmet Camii’ni inşa eden Osmanlı, kendi içinde büyüyen çürümenin, Bizans’tan miras saray entrikalarının panzehrinin hep imkansız bir yeni fetihte bulunduğunu zannetmiş; yenilenin kültürünü bünyeye ince ince zerk eden bir kaynaşma sırasında fethedilenin fethedenin kimliğini muğlaklaştırmasından da hep ürkmüştür. Osmanlının takipçileri için de böyledir bu.

Ayasofya bastırılıp yenilemeyen ya da düşman olan her şeyin ihtişamlı temsilcisi olarak kaldı o zamandan beri. Çamlıca Tepesi’ne, Taksim Meydanı’na yapılanlardan önce de camiler, mekanın bir sahibinin olduğunu kanıtlayan bir tapu tescil belgesi olarak görülüyordu. Camileştirilemeyen bir Ayasofya ise İstanbul’a eski bir Konstantinapol olduğunu hatırlatmaya devam ediyordu. Memleketi içten ve dıştan çökertmeye amade düşmanlık müessesesini temsil eden kavram da Ayasofya’nın ondan geri alınması gereken Bizans’tı. Ayasofya bu nedenle kesintisiz ve sürekli fethin kışkırtılan simgesi, teskin edilemeyen bir huzursuzluk olmuştur hep.

29 Mayıs’tan 15 Temmuz’a kurulan köprü bu bağlamda anlamlıdır. İktidarın kendi içinden temizlemeye çalışır göründüğü fakat hep, yeniden arınmaya kolay bir gerekçe oluştursun diye belirli bir zayıflık düzeyinde tutulan ‘FETÖ’ ucubesinin iktidarı yeniden fethetme motifi olarak sağladığı avantaj ile; saray entrikalarını ondan daha iyi hiçbir şeyin açığa çıkaramayacağı bir darbenin hatırlattığı Bizans’ın örtüşmesi bu köprüde mümkün olur.

İktidar bugün yine Bizanslar yaratıp yıkmakla uğraşıyor. Misal ‘Biz Gülen’le ittifakı Kemalistleri FETÖ’yle çarpıştırmak için yaptık’ diyen Emre Cemil Ayvalı olsun. Kemalistleri FETÖ’ye, FETÖ’yü Kemalistlere; doğrusu bu eli temiz tutan taktik hiç fena değil. Bu arada açlık ve yoksulluk sınırının yukarı çekildiği, işsizliğin yüzde yirmi beşe kadar ulaştığı bir dönemde kendilerinden 10 TL bağış isteyen hükümetin, hazine parasını sanal konserlerde çarçur ettiğini deneyimleyen yurttaşın yazının girişindeki yurttaş gibi, içeri girmek için cami kapılarını sarsmakla yetinmesini, dize getirilemeyen yoksulluk ve hastalığın duayla unutulmasını beklemek için yapacak bir şey kalmıyor.

15 Temmuz’da köprüde darbeye direnip de hakları verilmeyen ‘gazileri’, AKP Genel Merkezinin kapısından kolluk güçleriyle uzaklaştıran iktidar refleksi, geçen yılki seçimlerde kaybettiği İstanbul’un nüfusunu da pek tekin görmüyor aslında. Gönül belediyeciliği için fethedilemeyen her yürekte bir Bizans kalıntısı görüyor o. Bunun için sanal Bizanslara sanal fetihler düzenliyor.

Bizans takıntısının bir yan etkisi var; halk gemilerini karadan yürüterek adalet, özgürlük ve refah ararken iktidar kapıdaki ayak seslerine kulaklarını tıkayıp meleklerin cinsiyetini konuşuyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa