21 Haziran 2020

Sınav içinde sınav, sınan kere sınan

Bu satırları bütün senemize mal olan LGS sınavına saatler kala, ortaokulu bitiren 1 milyon 870 bin çocuktan ikisinin velisi olarak yazıyorum. Siz bu satırları okurken, çocuklarımız hayatlarını şekillendirecek bir sınavdan çıkmış olacak. Bir büyük sınavı atlatmış olacağız ama ülkenin en genel gerçeği “belirsizlik”in yine tam ortasında kalacağız.

Bundan 8 sene önce yine bir eğitim sistemi değişikliğiyle 2006 ve 2007’liler aynı sene okula başladı.

Dolayısıyla geçen sene ortaokulu bitiren öğrenci sayısı 1.2 milyon iken bu sene 1.8 milyon oldu.

Üzerine bir de salgın geldi. Online eğitim ilk haftasında çuvalladı. Sınav müfredatı ilk dönemle sınırlandırıldı.

Milli Eğitim Bakanı ekranlarda “Sınav zorunlu değil” dedi. Sınava girmeyip adrese dayalı okul yerleşimini kabul edebilirsiniz. Ancak okulların taban puanı, eğitim kalitesine göre belirleniyorsa, bu okullar nasıl ve neden sınavsız o da ayrı bir konu.

Yani anlayacağınız aslında iyi ya da idare eder bir eğitim için sınav zorunlu.

Bu sene mezun olan çocuk sayısındaki artışla ilgili Milli Eğitim Bakanı iç rahatlatan açıklamalar yaptı. Dedi ki kontenjanlar artacak, endişelenmeyin.

Geçen sene sınavla öğrenci alan devlet okulu sayısı 1674 iken bu sene 1857 oldu. Bunların içinde en yüksek oran 339 okuldan 506’ya çıkan Anadolu imam hatip liseleri.

Aslında sınavsız öğrenci alan okulları, bu seneliğine sınavla öğrenci alır yaptılar. Seneye onlar yine sınavsız alacak. Bu iç rahatlatma işi de böylece çöktü.

En yüksek puanla öğrenci alan devlet okullarına bakalım: Galatasaray Lisesi, İstanbul Erkek vs. bir de vakıf okulları var, Alman Lisesi, Avusturya Lisesi, İtalyan Lisesi gibi.

Geçen sene Galatasaray Lisesini bitirenlerin yüzde 32.6’sı yurt dışına gitti, İstanbul Erkek Lisesinin 135 yıllık tarihinde ilk kez yurt dışına gidenlerin oranı kalanları geçti: yüzde 52.6

Alman Lisesinde ise bu oran yüzde 94.7

Bu ülkenin eğitim tarihinde ilk kez geçen sene, beyin göçü liseye kadar indi.

Türkiye’de her 4 gençten biri işsiz. Kentli kadın işsizlik oranı ise yüzde 34.6

Ne işte ne eğitimde olan gençlerin oranı yüzde 2.7. Bu NEET oranıyla OECD ülkelerinde ilk sıradayız.

Bu çocukları iyi bir liseye yerleştirdik diyelim, hani üniversite hayali kursunlar diye. Soruyorum:

Bugün Vakıfbankın Yönetim Kuruluna Milli Güreşçi Hamza Yerlikaya’nın atandığını duyan kaç genç iktisat, ekonomi, bankacılık okumak ister?

Büyükelçilik yolu milletvekilliğinden geçiyorsa kim gidip siyasal bilgileri kendine hedef koyar?

Üniversitelerin akademik kadrolarında herkesin soyadı aynıysa hangi genç yüksek lisansla uğraşır, tezini yazar, akademide kalmayı umut eder?

İmkanı olan gidiyor, kalan sağlar işsizdir.

Liyakatsizlik büktü belimizi, mahvetti geleceğimizi.

Benim eğitim hayatımın tamamı devlet okullarında geçti. O zamanlar başlamıştı kadrolaşma, tüm müdür yardımcıları din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerinden seçilir olmuştu.

Ama liseliler, üniversiteli abla-abilerinin yolundan gidiyordu. Solun rüzgarı insanı 14-15’inde yakalıyordu. Yedirmiyorduk hakkımızı.

Büyük KESK eylemi öncesi, matematik öğretmenimiz sınıfta bir konuşma yaptı: “Eğitim sizin hakkınız, insanca yaşam da bizim. Benim gönlüm yarın miting alanında olacak. Ama ders olduğu sürece yerim sınıf. Ben de çocuk yetiştiriyorum, ders varken mazeretsiz gelmeyip memuriyetimi yakamam, sizi de kendi inisiyatifimle derssiz bırakamam”

Bu konuşma pek çok sınıfta yapıldı. Ertesi gün, lise binasını tüm öğrenciler ortak kararla boşalttı. Dersler düştü. Okul yönetimi, okulun tüm çıkışlarını tutmaya çalışıyor, bizler dikenli teller altından, duvarlar üzerinden kaçmaya uğraşıyorduk.

Kalabalık bir grup otobüs durağında buluştuk. Ulaşmayı her başaranla kucaklaşıyorduk. Miting alanına ulaştığımızda toz ve ter içindeki üstümüzü başımızı düzelttik ve kendimizce bir kortej yaptık. Eylem komitesinde adımız yazmıyordu, anons edilecek değildik. Ancak alana girdiğimizde, Eğitim Sen kortejinden gözleri dolu dolu fırladı öğretmenlerimiz, bir yandan da alkışlayıp bağırıyorlardı “Bunlar bizim çocuklar, bizim evlatlarımız geldi”

Sayemizde eylemdeydiler, sayelerinde yetiştik biz.

Üniversitede siyasala girdim, çok da isteyerek. Anadolu’nun her yerinden gelen çok parlak insanlarla okudum. Hiçbiri şu an kamuda değil. Çoğu mülakatta elendi, girenleri de son KHK’ler silkeledi. Ama bugünlere gelene kadar o mitinglerin çok faydası görüldü, aslan ağzından haklar alındı. Rüzgarın nereden estiği önemli, rüzgarı estirebilmek de. 25 sene geçti, onlar da biz de bugünlere bir anda gelmedik.

Çocuklarımız, bu ülkeden gidebilmek için değil, değiştirebilmek, güzelleştirebilmek için yetişsinler istiyordum. Rüzgar yeniden çocuklarımızın ardından essin diliyorum.

Şimdi dönelim LGS’ye. En iyisini diliyorum tüm çocuklar için. Umarım sınavları iyi geçmiştir, emekleri boşa gitmez. Sonrasını bilmiyorum ama bilmeyi çıldırasıya istiyorum. Bu çocukların sırf okusunlar ve oralarda bari iş bulabilsinler diye gencecik yaşta memleket hasretiyle tanışma ihtimalini aklım almıyor. Memleketlerinde işsiz, hayalsiz, umutsuz kalıp söndüklerini görmek için de evlat yetiştirilmez.

En azından ben, çocuklarımı birbirimize hasret kalalım diye ya da umutsuzluğa şahit olsunlar diye doğurmadım.

Memleketten bağımsız bir gelecek hayali kurmadım.

Bu dünyaya çocuk getirilmez, demedim, çocuğum olursa dünyayı değiştirecek güç olur belki dedim.

Bu düzeni değiştirmemiz lazım, bir an önce, çocuklarımız için. Daha kaç nesil zayi olacak?

Ceket yakasına takılan bir rozet karşılığı birilerine hane başı dörder maaş, gerilerinde koca bir işsizler ordusunun neferi ya da dünyanın dört bir yanına saçılmış Türkiye asıllı bilmem nere vatandaşı çocuklarımız, battıkça battığımız bir dip, bu mudur bekleyeceğimiz makus talihimiz?

Son sözü, bu ülkede lafta kutsanan, gerçekte horlanan annelik sıfatımla söylemek isterim:

Pes etme şansımız yok, çocuklarımız var.

Özgürleşirsek, özgürleşirler, yollarını açmak zorundayız, o yollar sınır ötesi olmak zorunda değil.

Hiçbir liyakatsizliği, adaletsizliği kanıksamayın.

Bu düzeni değiştireceğiz, değiştirmeliyiz.

Çünkü bu memleket bizim, bu çocuklar, bu gelecek hepimizin.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

101 milyarlık gasp

101 milyarlık gasp

Enflasyonla mücadele adı altında uygulanan Erdoğan-Şimşek programı, enflasyonu düşürmüyor ama ücret ve maaşları acımasızca ezmeye devam ediyor. DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı. “Enflasyonun nedeni ücret zamları” yalanının foyası da açığa çıktı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek imzasıyla taşıt alım satımı hariç ülkedeki tüm alım satım işlemlerinde dövizle ödemenin önü açıldı.

Evrensel'i Takip Et