23 Haziran 2020 00:54

Libya bizim milli meselemiz çünkü 1115 kilometre sınırımız var!

Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi

Abdulfettah es-Sisi | Fotoğraf: kremlin.ru

Paylaş

Türkiye 2011’de Suriye’ye müdahalenin öncülüğüne soyunduğunda dönemin Başbakanı Erdoğan’ın bu müdahale politikasını nasıl savunduğunu hatırlıyor musunuz?

“Suriye bizim iç meselemizdir. Çünkü bizim Suriye ile 850 kilometre sınırımız var. Dolayısıyla burada olup bitenlere asla seyirci kalamayız” diyordu.

Şimdi Türkiye’deki Erdoğan iktidarı, savaşın taraflarından biriyle (UMH) anlaşıp sınırlarının binlerce kilometre ötesindeki Libya’ya askeri uzman, İHA, SİHA, tank, askeri mühimmat ve Suriye savaşından devşirdiği binlerce cihatçı militan gönderiyor-ki, Suriye İnsan Hakları Gözlemevi gönderilen militan sayısını 11 bin olarak açıklıyor.

Bu kez Libya ile 1115 kilometre sınırı olan Mısır’ın Lideri Sisi, Erdoğan iktidarı ve desteklediği UMH’ye şöyle sesleniyor: “Libya bizim ulusal güvenlik meselemizdir. Sirte ve Cufra kırmızı çizgimizdir. Buralara saldırı olursa bizim de müdahale hakkımız doğar.”

Türkiye’deki iktidarın temsilcileri, “Efendim, biz meşru hükümeti destekliyoruz” diyeceklerdir. BM’nin 17 Aralık 2015’te Fas’ın Suheyrat kentinde imzalanan ‘Libya Siyasal Anlaşması’na göre Trablus’taki UMH’nin ‘meşru’ hükümet olarak tanındığı doğru. Ama BM anlaşması, UMH’nin tanınmasını Haziran 2014’te seçilen Temsilciler Meclisi (TM) tarafından onaylanması şartına bağlıyordu ve anlaşmazlıklar nedeniyle Hafter güçlerinin denetimindeki Tobruk’a taşınan Temsilciler Meclisi, UMH’ye güvenoyu vermedi. Böylece ülke ikisi de kendisini ‘meşru’ ilan eden iki yönetim arasında bölünmüş oldu.

Zaten Sisi de ‘meşru’ TM’nin çağrısı halinde Libya’ya müdahale edebileceklerini söylüyor.

Ancak Libya’daki mesele UMH’nin mi, yoksa TM’nin mi daha ‘meşru’ olduğu falan değil!

Libya, özellikle Suriye’de 9 yılını geride bırakan savaşın yarattığı yeni dengelere bağlı olarak ve Doğu Akdeniz’de bulunan enerji kaynaklarının paylaşımı ve bunların geçiş yollarının denetimi bakımından stratejik bir konum taşıdığı için emperyalistler ve iş birlikçi bölge gericilikleri arasındaki egemenlik/paylaşım mücadelesinde yeniden önem kazandı.

Yeniden önem kazandı diyoruz, çünkü 2011’de Tunus ve Mısır’da diktatörlerin halk ayaklanmalarıyla devrilmesinden sonra bölgeyi (Ortadoğu ve Kuzey Afrika) yeniden dizayn etmek için müdahale peşinde koşan emperyalistlerin Suriye’den önceki durağı Libya’ydı. Batılı emperyalistler tarafından güvenilmez bir diktatör olarak görülen Kaddafi, NATO destekli İslamcı-cihatçı güçler tarafından Ağustos 2011’de devrilmiş ve ekim ayında da yakalanarak linç edilmişti. Sonra Libya uzun süre İhvancı ve cihatçı grupların, aşiretlerin ve eski ordu mensuplarının içinde yer aldığı birçok grup arasındaki çatışma ve kaosa sahne olduktan sonra 2014-2015’te bugün ‘meşruluk’ tartışması yapan iki güç arasında bölünmüştü.

Bugün ‘meşruiyetleri’ yarıştırılan güçler aslında ‘vekaletçi’ durumundalar.

Libya savaşında bu vekaletçilerin arkasında hangi güçlerin durduğuna, kimin kimi niye desteklediğine gelince, özetle durum şu:

Libya, dünyanın en büyük doğal gaz ve petrol üreticilerinden Rusya için hem Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki egemenlik ve hem de enerji kaynaklarının denetimi bakımından önem taşıyor. Ayrıca NATO’nun Avrupa’daki kuşatması karşısında askeri anlamda üstlenmek için uygun bir konuma sahip bulunuyor. Rusya, bu temelde Sovyetler zamanında Rusya’da eğitim görmüş ve Rusçayı iyi bilen bir asker olan Hafter’i destekliyor.

BAE ve S. Arabistan, Arap İslam coğrafyasının siyasi dizaynı bakımından İhvan çizgisini kendilerine rakip/tehdit olarak görüyorlar. Bu nedenle 2013’te Mısır’da Sisi’nin İhvancı Mursi’yi darbe ile devirmesini desteklediler. Ayrıca “terör örgütü” olarak ilan ettikleri İhvan’ın en büyük destekçisi Katar’a karşı da abluka uyguluyorlar. Bu politikanın bir devamı olarak Libya’da Hafter’i destekliyor ve önemli oranda finanse ediyorlar. BAE ve S. Arabistan’ın dünyanın en büyük enerji (petrol ve doğal gaz) üreticileri arasında oldukları düşünüldüğünde Akdeniz üzerinden Avrupa’ya açılan bir kapı olan Libya’nın önemi de daha anlaşılır olur.

İhvancı Mursi’yi darbe ile deviren Sisi için komşusu Libya’daki İhvancı UHM, elbette bir “milli güvenlik” meselesi.

Geçtiğimiz günlerde Akdeniz’de NATO misyonu çerçevesinde görev yapan Courbet isimli firkateynin Tanzanya bandıralı bir gemiyi ambargoyu delerek Libya’ya silah taşıdığı şüphesiyle denetlemek isterken Türk savaş gemileri tarafından taciz edildiği iddiasıyla NATO’ya başvuran Fransa için Libya, eski sömürgelerinin bulunduğu Afrika’ya açılan kapı. Bu nedenle Afrika’nın Sahel olarak adlandırılan kuşağında radikal İslamcı gruplarla mücadele eden Fransa için Hafter bugünkü koşullarda en uygun seçenek olarak duruyor.

Erdoğan ile birlikte İhvan’ın en büyük destekçisi olan Katar, Libya’da İhvancı UMH’yi destekleyerek körfezde S. Arabistan ve BAE’nin kendisine uyguladıkları ablukayı kırmayı amaçlıyor. Dünyanın en büyük LNG (likit doğal gaz) üreticisi olan Katar’ın da enerji kaynakları ve geçiş yollarının denetlenmesi mücadelesinden geri kalması düşünülemezdi.

Türkiye’deki Erdoğan iktidarının nasıl Suriye’de “Olup bitene seyirci kalmama”sının nedeni Suriye ile 850 kilomretre sınırı olması değilse, bugün binlerce kilomretre ötedeki Libya’ya müdahalesinin nedeni de “Meşru hükümeti savunmak” değildir. Aksine dün Suriye’ye ve bugün Libya’ya müdahalesinin nedeni, yeni Osmanlıcı hayallerle süslenmiş yayılmacı emelleridir. Bölgede yukarıda bir yönüne değindiğimiz bir egemenlik/paylaşım mücadelesi var ve tekelci burjuvazinin en saldırgan ve yayılmacı emeller peşinde koşan kesimlerinin temsilcisi olarak tek adam iktidarı, bu paylaşım mücadelesinde geri düşmemek için ülkeyi bölgesel bir savaşın içine sürüklemekte bile tereddüt göstermiyor.

‘Libya’da ne işimiz var?​’ diye sorduğunuzda “milli çıkar” diyorlar; “Doğu Akdeniz’in gazından, Libya’nın petrolünden pay alacağız!”

Nasıl bir şeyse bu ‘milli çıkar’; nedense halkın payına hep savaş-silahlanma harcamaları ile daha fazla yoksullaşma, her türlü hak talebinin susturulması ve yeni cephelerde asker olup ölmek düşüyor.

Tekelci burjuvazi ve onun iktidarının payına ise, hep milyar dolarlık ihaleler kalıyor!

Şimdi de rakibi Rusya’nın Libya’da gücünü arttırmasının önüne geçmek isteyen ABD, tıpkı İdlib’de olduğu gibi, Libya’da da Erdoğan iktidarına gaz vermeye çalışıyor.

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, 19 Haziran’da yaptığı açıklamada Libya konusunda Türkiye ve ABD arasında Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları ile istihbarat örgütleri düzeyinde ortak çalışmalar yapmak üzere Erdoğan ve Trump’tan talimat aldıkları müjdesini veriyor!

Geçtiğimiz günlerde ABD’nin Afrika Komutanlığı da (AFRICOM) Rusya’nın Libya’da askeri üs sahibi olmasının NATO ve Avrupa için güvenlik tehdidi oluşturacağı açıklamasını yapmış ve ardından da NATO Genel Sekreteri Stoltenberg de Erdoğan’la yaptığı telefon görüşmesinde NATO’nun UMH’ye destek verebileceğini söylemişti.

Yani ABD ve NATO da kendi çıkarları için Türkiye’nin yeni bir savaşın içine sürüklenmesini teşvik etmekten geri durmuyorlar.

Ama Erdoğan iktidarının medyadaki sözcüleri, ülkeyi savaşa sürüklemek marifetmiş gibi “Sisi’ye dersini vermek”ten söz ediyor ve ayrıca bu politikaya karşı çıkan herkesi “Dış güçlerin hizmetinde olmak”la suçlamaktan geri durmuyorlar. Çünkü bu savaşçı-yayılmacı politikayı, aynı zamanda milliyetçiliği kışkırtarak Erdoğan iktidarının kaybetmeye başladığı halk desteğini yeniden kazanması için bir fırsat olarak görüyorlar.

Oysa Erdoğan iktidarının öncülüğüne soyunduğu Suriye savaşının geçen 9 yılda ülkeyi hangi noktaya getirdiğine dönüp bakmak, bugün ülkenin Libya’da yine yıllarca sürecek bir savaşın içine sürüklenmesine neden karşı olmamız gerektiğini de yeterince açıklıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa