Savunma bir halk sağlığı sorunudur

Fotoğraf: AA
2017 yılında avukatlar Cumhuriyet gazetesi yöneticilerinin ve avukatların uydurma iddianamelerle tutuklanmasıyla başlayarak haftalarca adalet nöbeti tuttular. İktidarın gözüne batanlar gizli tanık, düzmece kanıt, ‘Kes yapıştır iddianameler’ ile tutuklanırken avukatların mahkeme binalarında maruz kaldığı muameleler engelleme sanatının zengin tecrübelerini biriktirmekteydi. HSYK başta olmak üzere yargı kurumları yeniden yapılandırılırken izlenen yöntem devlet müdahalesinin uzağında bulunan savunma örgütlerinde kolay uygulanamıyordu doğal olarak. Seçilmiş baro başkanını değil de daha az oy olanı atama yetkisi de yoktu iktidarın! O zaman avukatları yıldırarak sindirmek gibi bildik manevra devreye sokulmuştu fakat bu da pek işe yaramamıştı, avukatlar direniyordu.
Hukuk sisteminin yeniden yapılandırılması sürecinin son kalesi olan baroların önünde, yeni başlamayan ağır bir muhasara var. Hukuk sistemi nihayet ‘çoklu baro’ tasarısı ile altüst edilmeye çalışılıyor. Bir yandan toplumsal güçlerin hareket alanını sınırlayan koronavirüs salgınına diğer yandan hukukçuların yeterince yorulmuş olabileceğine bel bağlayan siyasi iktidar baro müdahalesinin tam zamanı olduğunu düşünüyor. Bütün sözü ve yetkiyi bünyesinde toplayan bir iktidar aygıtı içtihatlarla, normlarla, kuralla, ispatla belirlenmiş bir savunma bütünlüğün dağılmasını parçalarından etkisiz inisiyatiflerin ortaya çıkmasına çalışıyor. Bu ise avukatların, kendisinden geriye ne kalmışsa onu korumak için uğruna direnişe geçtikleri ‘yasa’nın yerini, Burhan Kuzu’nun Zindaşti için yaptığı gibi, hakime telkinlerin alması anlamına gelecek.
Barolar devlet kaynaklı sistematik ihlal ve baskıların da müdahili olduklarından toplumsal muhalefetin de işlevli aracıdırlar. Onların durumunu önemli yapan da budur. Bu yüzden de yalnız oldukları söylenemez; baroların yeniden düzenlenmesi ile ilgili tasarının aslında diğer meslek örgütlerini de ilgilendiren bir paketin parçası olarak gelmesi bunun kanıtı.
Toplumsal muhalefet güçleri arasında ‘dörtlü’ olarak tanımlanan DİSK, KESK; TMMOB ve TTB de tıpkı barolar gibi yeniden yapılandırma sırasına sokuldular. KESK zaten 15 Temmuz sonrası OHAL’de çıkarılan KHK’lerle en diri unsurlarından temizlendi; ayrıca daha önceden oluşturulan iktidar yanlısı sendikalar aracılığıyla kamu emekçilerinin sendikal faaliyeti parçalara bölünmüştü. TMMOB kentsel dönüşüm, Gezi Parkı, Atatürk Orman Çiftliği vb. gibi yerlerdeki plansız imarlara ve iktidar gasplarına karşı yaptığı itirazlardan dolayı hedefte. Ve nihayet TTB ‘Savaş bir halk sağlığı sorunudur’ açıklamasıyla göze batar hale gelmişti.
Bu meslek örgütlerine yönelik iktidar takıntısının bu kurumların işlerini tasvip edildiği biçimde sınırlamamak dışında bir nedeni daha var. Savaşın bir halk sağlığı sorunu olduğunu söyleyen TTB yöneticileri, iyilik halinin hasta olmama halinden fazlası olduğunu hatırlatıp bunu barış talebi dolayımıyla insan haklarının gözetilmesi şartına bağlamışlardı. Böylece iktidarın durmadan geriye doğru çektiği sınırı ihlal etme cüretinde bulundular. Parasız, demokratik, laik ve ana dilinde eğitim hakkını savunan KESK de, Gezi direnişinde kent hakkının tartışılmasını sağlayan TMMOB da TTB ile birlikte haklar bahsini ilgilendiren çerçevenin genişletilmesi konusunda çaba harcadılar.
Oysa meslek odalarından beklenen, meslektaşların özlük haklarının takibine sıkışmış bir meşguliyetti. Ne var ki tekil yurttaşın iyilik halinin toplumsal bir iyilikle ilişkili olduğu iddiasında ortak olan meslek örgütlerinin ihlaller karşısında sessiz kalması mümkün değildi. Sonuçta örneğin Kanal İstanbul TMMOB’nin de TTB’nin de ilgi alanına girer. Konuttan meydanlara, fırsat eşitliğinden toplumsal refaha kadar her konu başta dörtlü olmak üzere meslek örgütlerinin refleks gösterme eşiğini belirler.
Meslek örgütlerinin işlemesine çalıştığı müzakere ortamı, gözettiği hukuki bağlayıcılık ne yazık ki plansız imarlarla kentleri berbat eden, yurttaşların iyilik halinden önce şehir hastanelerinin garantili hastalarını düşünen, evrensel hukuk karinesini ayak bağı gören bir hotzotluğun pek işine gelmiyor.
Baroların ve diğerlerinin mücadelesi iş-aş, özgürlük, barış ve demokrasi ve bir de yasaların güvencesine ihtiyacı olan toplumsal iyilik ve dirliğin tesisi bakımından önemlidir. İfade ve basın özgürlüğünün, demokrasi ve barışın, konut güvenliği ile sağlıklı çevre ve kent hakkının, iş güvenliği gelecek güvencesinin ve bütün bunların toplamı olarak insanca ve sağlıklı yaşam hakkının teminatı olan örgütlerin başının üstündeki Demokles Kılıcı bütün emekçilerin başının üstüne yerleşmiş demektir.
Onların atıl kalması, parçalara bölünmesi ya da kapılarına kilit vurulması herkesin haklarından soyunması anlamına gelecektir ki kimse bu hakkı kimseye vermez.
Evrensel'i Takip Et