DTK’ye mühür: Düz ovada siyasetin sonu!
Fotoğraf: MA
Geçen hafta Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla Demokratik Toplum Kongresi (DTK) binasına baskın düzenlenip bina mühürlendi. Aynı operasyon kapsamında haklarında yakalama kararı çıkartılan 64 Kürt siyasetçi ve kitle-meslek örgütü temsilcisinden 45’i gözaltına alındı. HDP’nin kapatılması tartışmalarının yapıldığı, HDP Eş Başkanı Mithat Sancar’ın “PKK ile ilişkimiz yok” açıklamasına karşın iktidarın medyadaki memurlarının bu ilişkiyi kanıtlamak için yazılar döşediği bir dönemde DTK’ye mühür vurulması, Kürt siyasetinin tasfiyesine yönelik saldırılarda yeni bir eşiğe gelindiğini gösteriyor.
Açıktır ki, “düz ovada siyaset” tartışmalarının yapıldığı bir dönemde kurulan DTK’ye vurulan mühür, aslında Kürt sorununun legal alanda ve demokratik zeminde çözümüne vurulmuş bir darbe olarak anlam kazanıyor.
Oysa “düz ovada siyaset” söylemine öyle kolayca gelinmemişti.
Bu söylemi 2006’da DYP Genel Başkanı iken Diyarbakır’da gazetecilerle yaptığı bir sohbette Mehmet Ağar kullanmıştı. “Dağda silahla gezeceklerine düz ovada siyaset yapsınlar” açıklamasını Mehmet Ağar’ın yapmış olması, başlı başına önemli bir siyasi ‘olay’dı! Çünkü Mehmet Ağar, ’90’lı yıllarda Kürtlere karşı kontrgerilla yöntemleriyle yürütülen ‘özel savaş’ın başındaki isimdi. Bu ‘özel savaş’ sürecinde yargısız infazlardan işkenceyle adam öldürmeye, köy yakmalardan bombalamalara kadar sayısız savaş suçunu “Devlet için bin operasyon yaptık” sözleri ile sahiplenen Mehmet Ağar!
İşte ‘özel savaş’ın başındaki isim, yaptığı açıklama ile sorunun siyasetle çözümü noktasına geldiğini/gelmek zorunda kaldığını ortaya koyarak yeni bir tartışma başlatmıştı.
DTK, tam da böylesi bir siyasi ortamda çok katmanlı/çok boyutlu bir sorun haline gelen Kürt sorununun legal siyaset zemininde ve demokratik-barışçıl bir temelde çözümü için farklı siyasi çevrelerin ve farklı toplum örgütleri temsilcilerinin katılımıyla oluşturulmuştu. Kongre, yaptığı çalışmalarla farklı toplum kesimlerinin Kürt sorunu tartışmalarına katılmasını sağlamış ve bu temelde sorunun müzakere edilerek çözümü bakımından önemli bir rol üstlenmişti.
Daha önce defalarca belirttiğimiz gibi bugün DTK’yi “terör örgütü” ilan eden iktidarın temsilcileri de bu faaliyetlere katılmış ve hatta dönemin DTK Eş Başkanı Ahmet Türk, Erdoğan’ı karşılayan protokolde yer almıştı.
Ancak bilindiği gibi 2013-2015 yılları arasındaki “çözüm süreci”, bu süreci Kürtleri ‘başkanlık rejimi’ne yedekleme hesabı yapan Erdoğan’ın istediği gibi ilerlemeyince ‘masa’ devrilmişti. Ardından 2016 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bu kez Kürtlere yönelik baskı ve şiddet, MHP ile kol kola tek adam iktidarını inşa etmenin bir dayanağı olarak kullanılmaya başlanmıştı.
İşte bu dönemde FETÖ ile mücadele ettiğini söyleyen iktidar, FETÖ’cü yargı ve emniyet mensuplarının yasa dışı dinleme ve hukuk dışı kararlara dayanarak hazırladıkları dosyaları raflardan indirerek Kürt siyasetçilere yönelik sonu gelmeyen operasyonlara başladı. Erdoğan iktidarı, FETÖ’cülerin bu hukuk dışı girişimlerinin kendisine yönelik kısmını “darbe teşebbüsü” ama Kürtlere yönelik kısmını ise, “hukuki delil” saydı! Bu politikanın bir parçası olarak bileşenleri arasında parti, sendika, vakıf, örgüt gibi çeşitli kurum-kuruluşlar ile aydın, yazar, sanatçı, akademisyen gibi toplumsal kimliği bulunan bireylerin yer aldığı ve bütün faaliyetlerini açıktan yürüten bir çatı örgütü-platform olan DTK, “Terör yapılanması” olarak hedefe kondu.
Konsept değişince dün AKP’nin DTK faaliyetlerine katılan temsilcilerinden olan ‘AKP Genel Başkanı Danışmanı’ Yasin Aktay, bu hukuk ve demokrasi dışı operasyonlara karşı çıkmak yerine “Allah aşkına DTK örgütlenmesi veya faaliyetlerine Demirtaş’ın katılması ile benim sadece bir toplantılarına dışarıdan birçok davetli ile beraber katılmamız aynı şey midir?” diyerek kendini savunmaya çalışmıştı.
DTK’ye vurulan mühür, şüphesiz HDP’ye verilmiş bir mesaj olarak da anlam kazanıyor. Çünkü daha önce DTK’ye yapıldığı gibi, son dönemlerde HDP’ye karşı da “terör bağlantılı” olduğu üzerinden bir propaganda yürütülüyor.
Oysa PKK için, “Diyarbakır Cezaevindeki işkencelerin ve Kürt sorunundaki çözümsüzlüğün ortaya çıkarıp büyüttüğü bir örgüt” değerlendirmesini yapan bu iktidarın temsilcileri değil miydi?
Peki, HDP’nin Kürt sorununun meclis çatısı altında çözümü için bir olanak olarak değerlendirilmesi yerine “terörle bağlantı” gibi hiçbir hukuki dayanağı olmayan bir iddia üzerinden kapatılmaya çalışılması acaba hangi politikaya hizmet eder?
Ya Diyarbakır Cezaevinin İşkencecisi Esat Oktay Yıldıran ve köpeği Co Kürtlerin hafızalarında yerini koruyorken Kürt siyasetçilerin evlerinin köpeklerle basılması ve en son Rojbin Çetin’e yapıldığı gibi köpekli işkence yapılması ne anlama geliyor?
Bu soruların yanıtını, gerilim ve çatışmalardan beslenen iktidarın kendi bekası için ‘özel savaş’ın başındaki ismin bile gördüğü bir gerçeği görmezden gelen politikalarında aramak gerekiyor.
Bitirmeden şunu da söylemek gerekir ki; bugün demokratik Kürt siyasetine yapılanlara sessiz kalıp bu politikanın kendisine dokunmayacağını sanmak, aslında ülkenin üzerine 12 Eylül benzeri bir rejimin çöreklenmesine davetiye çıkarmaktan başka bir anlam taşımıyor!
- Ankara'da Rojava pazarlığı 13 Aralık 2024 10:10
- Esad rejimi sonrası Suriye ve Ortadoğu’yu ne bekliyor? 10 Aralık 2024 05:30
- Adı konulmamış ‘süreç’te Rojava çıkmazı! 06 Aralık 2024 06:45
- Cihatçı saldırının yol işaretleri ve Halep'te kesişen yollar 03 Aralık 2024 06:55
- HTŞ’nin Halep saldırısının arkasındaki güçler ve hesaplar 30 Kasım 2024 06:50
- Bahçeli neden ısrarla Öcalan’ı işaret ediyor? 29 Kasım 2024 06:20
- Selefi Ebu Hanzala in, demokrasi ve laiklik out! 26 Kasım 2024 06:45
- ‘İşgalci ülke’ açıklaması ve Erdoğan iktidarının Suriye’de alarm veren politikası 19 Kasım 2024 05:00
- Trump'ın Ortadoğu'su ve Erdoğan'ın Kürt sorunu 12 Kasım 2024 04:45
- Devlet ‘yeni sürece’ kayyım atadı! 05 Kasım 2024 05:04
- Yeni ‘süreç’: Demokratik siyasete kurt kapanı 01 Kasım 2024 05:03
- Putin’e ‘Esad’ ricası ve Kürt sorununun çözümü 29 Ekim 2024 12:34