11 Temmuz 2020 23:44

Cezasızlığın hüküm sürdüğü zamanın çocukları

Fotoğraf: Evrensel

PAZAR
Paylaş

Bir yaman çiçek mevsiminin dallarında çoğalmaya çıktığımız zamanlardı, sokakların renginde yankılandı seslerimiz.

El ele verip ağaçlara ve kuşlara sarıldığımızdı o haziran günleri ve tekmil bir yürek olmanın heyecanı kalplerimizde. Ekmeği ve sevinci bölüşmenin bütün adımları. Kitapları çoğaltmanın nice ayrıntısı ve duyguyu talan eden şairlerden ayrıştığımızdı.

Yürüyüp geçtiğimiz yollarda kanaviçeler, akşam sefaları, tedirgin perdeler ve güleç anneler vardı. Bizi eve götürmeleri için yoldan çıkarılmak, korkutulmak ve evladıyla ödüllendirmek istediler annelerimizi. Umdular ama olmadı. Annelerimiz de sokağın sesine ses vermek ve bizimle omuz omuza ağaçlara yaslanmak için çıktı evlerinden.

Mutlu annelerin direnci boynumuzda bir gül hevengi gibi dolandı nice zaman. Karşı gelmenin bir yaman sesi değil mi anneler? Nice cumartesi aynı ısrarın adımlarını taşıyan anneler değil mi meydanlara. Haziranda da kol kola girmenin adımlarıyla geldiler işte sokaklara.

***

“Anlamak için fazla uzun bir hayat bu, ikna olmak içinse çok kısa…/ Ne dersin Ali İsmail Korkmaz; belki de bu ikilem olmasa, hayat/ Düzde yıkılan taylar gibi incecik bir  dağ lalesi döşerdi kapımıza/ Sokakları hain renkli sulara boğan çığlıkları ıslıklarıyla yıkardı/ Kafasının içinde sadece gitmek istediği yönü görebilen/ bir güruhhhh!la…/ İnandığı şeylerin inancıyla kendi idrakini okşayan o soğuk sahrayla/ Girdiği her tünelin çeperlerinden anlamı çarpılmış/ bir soruyla çıkardı/ O soru ki, cevabından tutunarak kurtulan herkes harami:/ Bu ışıklar niye var karanlık meşhur bir avcıysa?”

Taşlara Düğüm adını verdiği kitabında “ali ismail korkmaz…” başlıklı şiirinin girişinde bu dizeleri yazdı Ücra Şair Hüseyin Köse.

Çocukların büyümediği yaşları çoğaldı sokaklarda. Sevmek için saçlarını okşadığımız çocukların saçlarını toprağa emanet ettik. Devlet yakından işlenen cinayeti uzaktan takip etti.

Katillerin ve katilleri susanların kalbi atmaya devam ederken, çocuklarımızın kalbini gömdük toprağa. Onlar ki her yıl yeni bir yaş almasına karşın hep aynı yaşta kalmanın kardeşi oldular bize. Erdal Eren gibi mesela.

İşte koşup ağaçlara sarıldığımız o günlerin heyecanı ve coşkusu içimizde. Parklara koşmanın ve hayatı savunmanın akşamlarıyla birlikte.

Sonra sokak ortaları ve gece yarıları, ekmek almanın cinayet nedeni sayıldığı bir memlekette, fırın önünde bekleyen cellatların hıncı. Devletin bir devlet olma halidir öfkeyi ve cinayeti transfer etmek. Kahraman yaratmak katil olandan ve yol ortasında arkadan vurmak. Hrant, kardeşimiz.

“başarısız boktan bir kış geçirdik/ kanımız bile doğru dürüst akmadı/ bir sürü çocuğu öldürdüler”

Turgut Uyar bu dizeleri yazdığında şimdiki zamanı düşünmüş müydü, bilmiyorum. Bilmek de gerekmiyor zaten. Şiir tanıklığını sürdürüyor. Roboskî mi demeliydi yoksa şair, maden göçüklerini, tren kazalarını, kasabaların ve kentlerin ortasındaki canlı bombaları mı? Daha ne deseydi? Ekmek almanın ve bilye oynamanın masumiyetini mi tartışacağız burada?

Eli değnekli adamların durumdan vazife çıkarıp Ali İsmail Korkmaz’ı sokak ortasında döve döve… İnsanın dili varmıyor sonrasını yazmaya…

“Bir ırmağın devletten alacağı nedir, sor bunu karalama defterine/ Nasıl da rengine küskündür ikindi, nasıl da imrenir beyaza/ Adımları eskimiş bir sokak, su içiren bir kadının elleri gibi sakin// (…) Kimin elini tutsam kar yağıyor Darıca’ya./ Uykusunda yol notları yazan bir meczup/ Ali İsmail’in kulağına şarkı söylüyor Zeki Müren’den,/ sevmek üzerine, güzel aşırılık./ Ne bahçe masum ne mezarlık.” İhtar adlı kitabımdan, Su ve Rüzgâr şiirini de bırakayım buraya.

Cezasızlığın hüküm sürdüğü bir zamanın çocuklarıyız. Cezasızlığın normalleştiği bir zamanın çocukları olmak ne fena, öldürülen bir kadının binlerce adı olduğuna tanık oluyoruz her geçen gün ve bunun biteceğine inanmıyor kimse. Sokak ortasında işlenen kadın cinayetlerini anlamamız bekleniyor, ne fena. İnsanın yazarken karnına ağrılar giriyor; yaşayanların, maruz kalanların, evladından ya da annesinden koparılanların ne yaşadığını tahmin etmek bile mucize.

Belki de bu mucize için maraton koşuyor Ali İsmali’in annesi. Belki de bu yüzden bütün duruşmaları başı dik izliyor Berkin’in annesi. Mehmet Ayvalıtaş parkından geçerken içlenmemiz gibi değil, başka bir duyguyla, öfke ve hınçla evet.

“Büyümez ölü çocuklar” demişti Kız Çocuğu şiirinde Nâzım. Büyümedi hiçbiri. Kalbimizin en güneşli yerinde sabaha uyanıyorlar hâlâ. Öpmeğe kıyamadığımız gözlerine toprak doldurdu devlet.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa