Yenikapı'da hazır ol, Ayasofya'da secde

Fotoğraf: Pixabay
Muhalefetin halini tanımlayan en isabetli başlık bu. Basında iktidar koalisyonunun sürekli oy kaybettiğini bildiren araştırmaların yayımlanmasına rağmen muhalefet tam bir felç durumu yaşıyor. İktidarın 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinde büyük şehirlerde büyük bir hezimet yaşaması muhalefet cephesinde, olgunlaşan meyvenin kucağına düşeceği fikrini yerleştirmiş durumda. Ekonominin kötüye gitmesi bu izlenimi iyice pekiştiriyor. Kılıçdaroğlu’nun veciz ifadesiyle muhalefetin bir şey yapmasına gerek yok, iktidar kendi kendine düşecek.
CHP, Millet İttifakına AKP’den ayrılan Deva ve Gelecek Partilerini ekleyip, HDP’nin de zımni desteğini alırsa AKP’yi sandıkta yenebileceğini umut ediyor. Bu hesaba göre iktidar seçime kadar üç sene içinde ekonomiyi iyice berbat edecek, seçmen desteğini iyice yitirecek ve böylece muhalefet cephesi iktidara gelecek, devleti AKP’nin tahribatından kurtaracak, parlamenter sisteme geçilecek, Türkiye transatlantik bağlantısı ve AB hedefi yenilenecek.
Toplumsal seferberlikten kaçınan bu stratejinin gerektirdiği siyasi tutum Ruşen Çakır’ın ifadesiyle “orta yolculuk”. Çakır, bu tutumun tanımını kendi biyografisinden üretiyor: 1970’lerin sonunda Türk Solu Çinciler ve Sovyetçiler arasında bölündüğünde kendisinin mensup olduğu Dev-Genç geleneği orta yolcuymuş. Çakır’ın güncel stratejiyi yarım yüzyıl öncesinin siyasi kamplaşmalarına atıfla açıklamasını herhalde “Orta yolculuk sağcılık değildir” diye okumak lazım. Kaldı ki CHP’nin orta yolculuk yapması sağa kayması anlamına gelmiyormuş, çünkü zaten bu partinin solcu bir parti olduğu söylenemezmiş. Özetle: Orta yolculuk sağcılık demek değilmiş. Olsa bile CHP sol bir parti olmadığı için sağa kayması da söz konusu değilmiş.
Bu mugalata soldan gelen eleştirileri “Sert bir şekilde gitmek. Kavga etmek. Rövanşist olmak. İleriye değil geriye bakmak” olarak kodluyor. İngilizce’de bu tavra “Korkuluk kurmak” (strawmanning, kelimesi kelimesine “Hasır adamlama”) denir. Bu tavırda karşınızdaki argümanı rahatça yenebileceğiniz bir şekilde, yani hasırdan bir korkuluk olarak tanımlar ve zaferinizi ilan edersiniz. Yüksek lisans ve doktora programlarında basit zafer kazandıran bu argüman tekniği makalenizin düşük puan almasının önde gelen sebeplerinden biridir. Çünkü tartışmada eleştirdiğiniz argümanla gerçekten hesaplaşmazsınız, onu bir karikatüre, bir korkuluğa dönüştürürsünüz. Deva ve Gelecek Partilerini oluşturan kadroların iktidarında hakları çiğnenmiş ve ezilmiş kesimlerden gelen eleştirileri kavgacılık olarak tanımlamak tam da böyle bir korkuluklaştırma tavrıdır. Böyle Davutoğlu ve Babacan’a yönelik eleştiriler bir adalet arayışı değil kavgacılık olarak tanımlanırken, bir dönemin mağdurları korkuluğa dönüştürülüyor, adalet talepleri marjinalleştiriliyor.
İçinde bulunduğumuz cendereden tek çıkışı yeni bir sağ merkezin kurulmasında gören bu “realist” siyasetin adalet talebini ötelemesinde şaşılacak bir şey yok. Nitekim, Realpolitik ahlakla siyaset arasında mutlak bir ayrım olduğunu öne sürer. Bu ayırımın ilk bakışta akla uygun görünmesi sadece gerçeklik ve ahlak arasında baştan yapılan ontolojik bir ayırıma dayanır. Ahlakı dışlayan bir gerçeklik tanımı elbette ahlakı dışlayan bir gerçekçilik üretecektir.
İktidar bu basit gerçeği muhalefetten çok daha iyi kavrıyor. İktidarın her manevrasında gerçeğin yeniden tanımlandığı ahlaki bir hamle bulmak mümkün. Buna karşı muhalefet hiçbir ahlaki değer savunamıyor ve iktidarın tanımladığı gerçeklik içinde giderek büzüşüyor. Ayasofya tartışmaları bunun güzel bir örneğini sundu. Ruşen Çakır’a göre iktidarın güçsüzlüğünü gösteren Ayasofya kararı bence tam tersine iktidarın hegemonyasının hâlâ işleyebildiğini gözler önüne serdi. Gelişmeler askeri stratejinin en temel kanununu bir kez daha kanıtladı: Muharebe meydanını seçmek zafere götüren en önemli unsurdur. İktidar bu taktik üstünlüğü elinden bırakmıyor.
Muhalefet hiçbir şey yapmamakla, beklemekle bu üstünlüğü ele geçiremez. Siyasi mücadelenin verileceği zemini tanımlamak ancak siyasi-ahlaki talepler etrafında harekete geçirilen bir toplumsal seferberlikle mümkündür. Hareket olmadan değişim olacağını beklemek hayalciliktir. Bu açıdan Çakır’ın Babacan’a dair eleştirilerde kolayca elediği LGBTİ+ talepleri güzel bir örnek sunuyor. Her türlü baskıya rağmen bu hareketin kazanımları LGBTİ+’ların kendi kimliklerini, ahlaklarını savunmalarına dayanır. Doğduğundan beri horlanan her LGBTİ+ bilir ki itilip kakılmanın sonu yoktur. Kendi varlığını, kendi değerini savunamayan saygı kazanamaz, itibar göremez. Ezilmişlik eziklik değildir. Muhalefet LGBTİ+ hareketini ve onun adalet talebini sırtında bir kambur olarak görmek yerine onun mücadelesinden öğrenmeye çalışırsa kendine ve ülkeye büyük bir hizmet yapacaktır.
Evrensel'i Takip Et