17 Temmuz 2020 00:30

Sağlık Bakanı sizi hâlâ ikna edebiliyor mu?

Sokakta maske ile yürüyenler

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Kovid-19 salgını ile mücadele konusunda “yeni normal”e geçiş tarihi olarak açıklanan 1 Haziran’dan bu yana Sağlık Bakanı Koca’dan vatandaşa yapılan uyarılar dışında bir şey duydunuz mu?

Bütün dünyada yayılmaya devam eden ve ciddi bir risk oluşturmaya devam eden salgınla mücadelede devletin, dolayısıyla Sağlık Bakanlığı’nın görevi sorumluluğu vatandaşa yıkıp, “maske tak”, “sosyal mesafeye uy” uyarıları yapmaktan ibaret midir?

Oysa bilindiği gibi salgınla mücadele için Ocak ayında bir ‘Bilim Kurulu’ oluşturulmuş ve Mart ayından itibaren Sağlık Bakanı Koca, bu kurulla yaptığı toplantılardan sonra halkın karşısına çıkmaya başlamıştı. Bakan’ın kurulla yaptığı toplantılardan sonra halkı bilgilendirmesi ve alınması gereken önlemler/kısıtlamalar konusunda önerilerini açıklaması toplumda belli bir güven duygusunun oluşmasını sağlamıştı. Bu dönemde toplumda oluşan güven duygusunun bir sonucu olarak Nisan ve Mayıs aylarında yapılan kamuoyu araştırmalarında Sağlık Bakanı en güvenilir siyasetçi olarak öne çıkmıştı.

Ancak alınan kısmi önlemler Mayıs ayında gevşetildi ve 1 Haziran’dan sonra “yeni normal” adına tamamen ortadan kaldırılarak kontrollü bir sürü bağışıklığı politikasına geçildi.

İşte Bakan Koca’ya duyulan güven, 1 Haziran’dan sonra toplumu bu kontrollü sürü bağışıklığına razı etmenin aracına dönüştürüldü. Dünyada salgın yayılmaya devam ederken ve Türkiye’de de ciddi riskler devam ederken Bakan Koca’nın yaptığı iş, salgınla ilgili verileri günlük olarak açıklamak ve halkı uyarmaktan ibaret olarak kaldı. İktidarın öncesinde sorumluluklarını ne kadar yerine getirip getirmediği başka bir tartışma konusu olmakla birlikte Bakan’ın açıklamalarına bakınca 1 Haziran’dan sonra artık iktidarın görev ve sorumlukları birden sona ermişti.

Öte yandan toplumun 1 Haziran’dan sonra “yeni normal”e hızla uyum sağlamasında ekonomik kaygılar belirleyici bir rol oynadı. Çünkü iktidar “Ekonomik İstikrar Kalkanı” adı altında patronlara milyarlarca lira kaynak aktarırken zorunlu izin kullandırtılan, kısa çalışma ödeneğine mahkûm edilen işçiler; işletmelerini açamadıkları için biriken borçlarını ödeyemeyen küçük esnaf-üreticiler başta olmak üzere kendi kaderine terk edilen emekçi halk kesimleri her türlü riski göze alarak “yeni normal”i kendileri için bir kurtuluş olarak gördüler.

Peki, iktidarın çok başarılı olduğu yönünde sürdürdüğü propagandaya rağmen Türkiye’de salgınla mücadelede durum nedir?

Türkiye, 15 Temmuz 2020 rakamlarına göre 215.940 vaka sayısıyla dünyada 15. ve 5.419 ölümle dünyada 19. sırada bulunuyor.

Son 2 günde, günlük vaka sayısı binin altına düşmeye başlamış gibi görünse de bu verilerin ortaya çıkmasında/çıkartılmasında günlük test sayısının 45 binin altına düşürülmesinin belirleyici olduğu görülüyor. Öncesi bir yana son haftada test sayısının 45 binin üzerinde olduğu günlerde vaka sayısı binin üzerindeyken son iki günde test sayısı 45 binin altına çekilerek vaka sayısının binin altına düşmesi sağlandı.

Görüldüğü kadarıyla iktidar ve Bakan Koca, son günlerde salgınla mücadele konusunda kendisine duyulan güvenin azalmaya başlaması karşısında binin altına çekilen vaka sayısıyla salgınla mücadelede iktidarın gereğini yapmaya çalıştığı algısını yaratmaya çalışıyor. Başka bir deyişle test sayısının düşürülmesine bağlı olarak vaka sayısının tekrar binin altına çekilmesi, Bakan Koca’nın 1 Haziran’dan bu yana toplumu kontrollü sürü bağışıklığına razı etme politikasının devamı yönünde yapılmış bir manevra olarak anlam kazanıyor.

Bir soru daha: “Yeni normal”e geçişten sonra vaka sayısının en fazla arttığı illerin İstanbul, Bursa, Antep gibi sanayi kentleri ile Diyarbakır, Urfa, Mardin, Cizre gibi yoksulluğun ne fazla yaşandığı bölge kentleri olması rastlantı mıdır?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın salgının en kritik dönemlerinde bile “her hal ve şart altında üretimin devam etmesi” sözleriyle açıkladığı sömürü çarklarının kesintiye uğramadan döndürülmeye devam etmesi/ettirilmesi politikası, salgının işçiler arasında yayılmasında önemli bir rol oynamıştı. “Yeni normal”e geçişten sonra işletmelerde daha önce alınan sınırlı önlemlerin bile ortadan kaldırılması, yeni tablonun nasıl oluştuğunu açıklıyor.

Bölge kentlerinde salgının yayılmasında yoksulluğun, hijyen konusunda en temel ihtiyaçların karşılanması konusunda yaşanan sıkıntıların etkisi görmezden gelinerek bu durumu ortadan kaldırmaya yönelik en küçük bir adım bile atılmadı. Dolayısıyla insanların cahilliğine indirgenen tablonun arka planında yatan sosyo-ekonomik gerçekler yok sayıldı.

Bütün bunların ötesinde Erdoğan iktidarı ve dolayısıyla Sağlık Bakanlığı, salgın sürecinden bugüne kadar hangi dersleri ya da sonuçları çıkardı?

Bakan’dan bu konuda da bir şey duymadık.

Mesela salgınla mücadele sürecinde Türkiye’de sağlıkta kamu hizmetlerinin tamamen tasfiye edilmemiş olması, bu hizmetlerin tamamen ticarileştiği/özelleştiği ülkelere göre kısmi bir başarı elde edilmesini sağlamıştı. Ancak iktidarın bu durumdan çıkardığı sonuç, sağlıkta özelleştirmenin bir adımı olan kamu-özel ortaklı ve hasta garantili şehir hastanelerinin propagandasını yapmaktan öteye geçmedi.

Yani tek adam iktidarının ülkeyi bir anonim şirket gibi yönetilmesi politikasının bir devamı olarak başında özel hastane sahibi bir Sağlık Bakanı’nın bulunduğu sağlık sektöründe de nasıl felaketlere yol açabileceğini gördüğümüz özelleştirme/ticarileştirme politikasında ısrar devam ediyor.

Tam bu noktada sormak gerekiyor: Sağlık Bakanı sizi hâlâ ikna edebiliyor mu?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa