18 Temmuz 2020 23:14

‘Ayasofya’ meselesi (1)

Ayasofya'nın yukarıdan çekilmiş fotoğrafı.

Fotoğraf: Muhammed Enes Yıldırım/AA

Paylaş

Kirvem,

Ayasofya tekrar cami mi olsun yoksa şu andaki gibi müze olarak mı kalsın diye hayli zamandan beri laflayıp dururken, nihayetinde gele gele gelip dayandığımız bu noktada, önce “hukuk” adına verilen yargı kararının yanı sıra, ayrıca yüce devletimizin en tepesindeki taburede oturan “bekçi başı”mızın da, bu mesele tahtında verdiği “onay”ın hemen akabinde üst üste üç kez tiz perdeden çaldığı düdükle “oyun” resmen tamamlandı; maç sona erdi...

Yani?..

Yani milletçe, daha da doğrusu yüzde doksan dokuz virgül doksan dokuzu elhamdülillah Müslüman olan halkımızın kimilerinin rüyalarına giren, kimilerinin hayallerini süsleyen fevkaladenin fevkindeki böylesine “önemli”, hatta önemliden de öte tam anlamıyla “hayati” bir karar sonucunda şu kadar yıldan beri zincirler altında inim inim inleyen Ayasofya, çok şükür cami olarak silbaştan ibadete açıldı...

Kirvem, bu “tarihi” kararın alınmasında emeği geçenlerin sergiledikleri bu “milli duruş” karşısında kimi yurttaşlarımız şapka, bere, takke, külah veya sarıklarını çıkarıp, böylece saygılarını canıgönülden ifade ederken, beri yandan kimilerine göre de, ülkemizin birbirinin peşi sıra giderek artan çeşitli sorunları varken, Ayasofya’nın etrafında koparılan bu fırtınanın ne yeri, ne de zamanı olmadığı gibi, ayrıca ezelden beri zaten pırpırım, zaten semizotu tohumu gibi etrafımızda dönenip duran düşmanlarımızın bu denli çokluğu canımızı fazlasıyla sıkarken, üstelik buna ilaveten şimdi de uluslararası camia nezdinde durduk yere başımıza yeni meseleler açıp, dolayısıyla el alemle “papaz” olmanın ne alemi vardı ki!..

Kirvem, bu hususta herkesin kendi işkembesine, kendi dalağına göre düşünüp, bu bapta kendince iki kelam edip, bunu da her bakımdan “demokratik” bir ülke olan bu bizim diyarlarda; davul, zurna, kemençe, cümbüş, def u deng, darbuka veya tanbur eşliğinde istediği makamda terennüm etmesi tabii ki anayasal hakkı ama, mesele dönüp dolaşıp din, iman, inanç üçgeni etrafında dönmeye başlayınca; bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, ülke sathında gerek geçmişte, gerekse bugün bu saat hâlâ mezhep kavgalarıyla sürüp gelen kimi acı olayların çetelesine bakıldığında, görünen o ki, maalesef bu bapta karnemiz hiç de iç açıcı değil...

Neyse... İşin bu faslını es geçip Ayasofya meselesine gelirsek, gerçek olan şu ki, bir zamanlar Kostantinopolis lakaplı bu tarihi şehirde yaşayan kefereler, tanrıya olan inançlarını sadece çayırda bayırda, orada burada, minik ayazmalarda dinlendirmekle yetinmeyip, dolayısıyla onun yüceliğine layık, görkemli bir kilise, şatafatlı bir yapı inşa edip, böylece şükranlarını sunmak için bu eseri meydana getirdiklerinde; bunu, bu fikirlerini, bu düşüncelerini telefon, telgraf, internet, faks, email, sosyal medya yoluyla ulaştırmak gibi bir lüksleri olmadığından, o günkü koşullar altında, tanrıya en yakın ulaşım aracı olarak “çan” çalarak gerçekleştirmeye kalktıklarında bu konuda yüceler yücesi ulu tanrının fikrini, onun onayını almadıkları için galiba farkında olmadan halt ettiler!..

Neden mi, bunu da istersen haftaya konuşalım Kirvem!..

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa