Anıtlar, heykeller, ipteki cambazlar

Görsel: Pixabay
ABD, bir yandan kasım ayındaki başkanlık seçimlerine hazırlanırken, diğer yandan da Amerika kıtasında Kovid-19 salgınının merkezi olarak salgının hem insani hem de ekonomik sonuçları ile boğuşuyor. 4 milyona yaklaşan vaka ve 150 bine yaklaşan ölüm sayıları ile salgının dünyada en çok etkilediği ülke olma konumundayken, Trump yönetimi tarihte eşi benzeri görülmemiş bir başarıya imza atıldığını iddia etmeye devam ediyor. Salgın ülkenin güney eyaletlerinde katlanarak artma eğilimine girmiş durumda. Cumhuriyetçilerin güçlü olduğu bu eyaletlerde salgının gerçek olmadığına inananlar, dua ile ya da Trump’ın önerdiği gibi güçlü radyasyon ışınları ya da vücuda dezenfektan enjekte edilmesi ile çözülebileceğini düşünenler belki hâlâ bulunabilir. Ancak toplumun genelinde Trump yönetiminin dikkati başka bir yöne çekme çabalarının çok da işe yaramadığı anketlerden anlaşılıyor.
Birçok anket Demokrat Aday Joe Biden’ın, Trump’a karşı şimdiden 15 ile 17 arasında önemli bir puan farkı elde ettiğini gösteriyor. ABD seçim sistemine göre oy farkının yanıltıcı olabileceği tabii ki varsayılabilir. Bir başka deyişle, Demokratların güçlü olduğu eyaletlerde Trump’a verilecek oyların önemli ölçüde düşmesi Demokratların, başkan adayına bir avantaj sağlamayacaktır. Ancak önemli olan, genelde Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında gidip gelen eyaletlerde Biden’ın bir moment yakalamış olmasıdır. Anketler Biden’ın geleneksel Cumhuriyetçi eyaletlerde de Demokratların oylarını arttırdığını gösteriyor. Bunda hiç şüphesiz, Trump idaresinden memnun olmayan bazı Cumhuriyetçi siyasetçinin Biden’ı desteklemeye başlamalarının önemli bir payı var. Biden, Cumhuriyetçiler açısından Sanders gibi bir tehdit oluşturmuyor, oy verme eğilimlerine bakıldığında orta halli bir Cumhuriyetçi görünümü veriyor, Obama döneminin birçok konuda Cumhuriyetçilerden aşağıda kalmadığı da malum. Biden’ın seçilmesi durumunda dört yıl sonra ikinci dönemi düşünmeyeceği de tahmin edilebilir. Tüm bu şartlar Cumhuriyetçiler açısından Biden gibi birçok açıdan sorunlu bir kişiyi bile Trump’a karşı makul bir aday haline getiriyor.
Trump’ın, ekonomik kriz ve başarısız salgın yönetimi karşısında, 4 sene önce başkan seçilmesine giden yolda kendisine çok yardımcı olan milliyetçilik kartını kullanmaktan başka bir çaresi kalmamış gibi gözüküyor. Trump’ın formülü basit ve günümüzde birçok lider tarafından da kullanılan pratik bir formül. 4 Temmuz kutlamaları öncesinde ABD’nin kurucu başkanlarının Rushmore Dağı’na kazılmış heykellerinin altında, heyecansız bir konuşma ile başkanlık kampanyasını saf milliyetçi bir aksa oturtacağının işaretlerini vermiş bulunuyor. Konuşmasına "Bu dağı kimse yıkamayacak, yıktırmayacağız" diye başlayan Trump, konuşmasının tamamına yakınını ülkedeki heykellerin ve dolayısıyla ABD tarihinin, değerlerinin ve özgürlüğünün nasıl tehdit altında olduğunu ve bununla nasıl mücadele ettiklerine ayırıyor. Aynı zamanda ‘yeni bir aşırı sol faşizminin’ ABD’yi kendisine tabii kılmaya çalıştığını, yeni bir radikal sol devrimin ABD’yi yok etmek üzerine olduğunu iddia ediyor. Washington, Jefferson, Lincoln gibi isimleri anlam bütünlüğü olmadan birbiri ardına yardıma çağırırken, bu yeni radikal sol hareketin tek hedefinin ABD ve ABD’nin özgürlüğünü yok etmek olduğunu belirtiyor.
Bu açıdan bakınca, Trump’ın zaten en az oy aldığı siyah, Hispanik ve yerli topluluklardan tamamen ümidini kestiği, klasik Cumhuriyetçi tabanı konsolide etmekten başka çaresi kalmadığını düşünmek mümkün. Bunu da ancak mevcut sorunların ve yönetimin en tepesinde yaşanan kaosun tartışılmamasını sağlayacak, dikkatleri bir ay sonra unutulacak konulara ve kimlik çatışmalarına çekerek yapmaya çalışıyor denebilir. Ancak unutulmamalı ki işsizlik, ekonomik sıkıntılar ve salgın gibi somut sorunlar varken heykelleri ve anıtları tartışmanın seçmen üzerindeki etkisi de ancak bir yere kadar olacaktır.
Evrensel'i Takip Et