İstanbul sözleşmesi ve toplumsal cinsiyet konusu
Fotoğraf: Evrensel
Vahşice öldürülmesi, şiddetin yöntemleri ile dozunun nasıl sınır tanımaz bir noktaya geldiğini gösteren Pınar Gültekin tecavüzü ve kadın cinayetini güçlü bir yaptırıma maruz bırakmayan adalet sisteminin; çocuk istismarına evlilik yolu açan düzenin; kadınlar hakkında vır vır ahkam kesen devlet yöneticilerinin; kadın çığlıklarını malzeme yapan dizilerin ve dejenere televizyon ulemasının kurbanı oldu. Bunlar yıllardır kendi kafalarındaki makbul toplumu kurmak için kadına toplumsal cinsiyet kalıpları oluşturan, onun evdeki hayatından toplumsal ilişkilerine kadar kaideler belirleyen ve bu kaidelere uymadığı takdirde nelere maruz kalacağını öğreten zevattır.
Oluşturdukları kriterler kadınları katle, tecavüze, dışlanmaya, şiddete reva olanlar ile şefkati hak edenler olarak ikiye ayırır. Onun için her şiddet vakasından sonra kadının arkasından ahlakı, kamusal alanda var oluş biçimi, duruşu, oturuşu, zamanı kullanışı, adımlarının hızı, kışkırtıcılığı ve teşne oluşu sorgulanır. Kadın, ince elenip sık dokunan bir kalıba sığmıyorsa katli vaciptir!
Şimdi aynı zevat 2011’de nasılsa, hasbelkader imzalanmış İstanbul Sözleşmesi’ni sakıncalı buluyor. Bununla ilgili bir rapor hazırlayıp Türkiye’nin imzasının çekilmesi gerektiğini iddia ediyorlar. Bu sözleşmede geçen ‘toplumsal cinsiyet’ ile ‘cinsel yönelim’ kavramları bunlara göre Türk aile yapısına aykırı. Bu hiç şaşırtıcı değil. Çünkü toplumsal cinsiyet öyle kurulduğu gibi kalan, sabit bir gösterge değildir, toplam toplumsal koşulların değişmesiyle değişir. Yani toplumsal cinsiyet kurulumunun tek öznesi içinde yaşadığımız üretim ilişkilerini yöneten siyasi iktidarlar ondan da daha eski ataerkil yapılanma değildir tek başına.
Toplumsal cinsiyet aynı zamanda emek mücadelesinin genel kazanımlarının yanı sıra, kadının zaman içinde edindiği veya kazandığı haklar; ekonomik ve teknolojik gelişmelerin ona açtığı alanlar; bireysel ve toplumsal kimliğini oluşturan ananevi, yasal ve kültürel kodlarla da inşa edilir. Söylemeye gerek yok bunlarsız herkes etten kemikten bir yaratığa indirgenir sonuçta.
Sınıflı, kastlara ve katmanlara bölünmüş, ataerkil bir toplum kadına dayatılan cinsiyet rollerinin kadınların mücadelesiyle sürekli aşındığı bir yerdir o halde. Kadınların bu role karşı itirazları ve bunu değiştirmek için yaptıkları toplumsal cinsiyet normlarını ister istemez istikrarsızlaştırır. Onlarıın haklarını genişletmek, kendilerine daha geniş alanlar açmak verdikleri mücadeleler toplumsal ilişkilerin ve onları düzenleyen yasaların bu kazanımlara göre yeniden kurulmasını zorlayacak kadar etkili olmuştur çoğu zaman. Doğal olarak bunlar kendilerinden hakların koparıldığı mercilerin bilançosuna bir ekonomik ve sosyal kadın maliyeti olarak eklenir.
Bugün devlet erkânının, iktidarın eteklerindeki asalak tarikatların rahatsız olduğu toplumsal cinsiyet kavramı, muhafazakârlaştırılarak beklentisizleştirilmesi istenen kadınların hala mevcut yasalar, kültür, gelenek ve görenek haline gelmiş kimi haklarla tanımlanmış statükosunun her şeye rağmen sarsılamamış olmasından kaynaklanır. Erkek şiddetine yol vererek, göz yumarak, yaptırımsızlaştırarak kadınlara da bütün bu şiddete sırf ‘öyle’ oldukları için hak ettikleri ima edilerek bir cinsin daimi karantinaya zorlandığı, diğer cinsin onun hamisi olarak taltif edildiği cinsiyet rolleri istenildiği gibi kurulabilmiş değildir. Olmamasının güvencesi de kadın mücadelesidir. Ki bu Pınar Gültekin cinayetinin ardından sokağa çıkan kadınların dayak yemesini ve gözaltıları da açıklar.
İstanbul Sözleşmesindeki ‘toplumsal cinsiyet’ sözünden rahatsız olanlar mevcut kadın reaksiyonunu kendi dayattıkları toplumsal cinsiyet kalıplarının yerleşmesinin önünde başlıca engel görüyor ve taciz, tecavüz ve şiddete gösterilen müsamaha ile boyun eğmiş, sinmiş ve köleleşmiş kadınlardan oluşan bir toplumun baş aktörü olarak erkekler de öfkeleriyle silahlandırılıyor.
‘Toplumsal cinsiyet’in bugünkü kuruluşu eşitsizliğin ve özgürlüğün teminatı hiçbir zaman olamamıştır. Olsa olsa geçmişten bugüne kadın mücadelesinin ve kazanımlarının düzeyini gösterir. Bu düzey pek de iç açıcı değildir. Hâlihazırdaki seviyenin bile fazla geldiği, kadının olabildiğince en geriye çekilmesini talep eden zihniyet tam da pandemi sonrası için ilan edilen Yeni Normal’i de, her siyasal dönüm noktasında yapıldığı gibi, kadınları biraz daha hizaya sokarak kurmak istiyor.
Kadınlar şu anda biyolojik varlığın korunmasına, sağ kalma çabasına sıkıştırıldığı bir noktadalar. Bu bakımdan bu can pazarında, bir kan gölünde İstanbul Sözleşmesini savunmak kadın mücadelesiyle oluşan bütün birikimi pis ellerin tacizinden korumak anlamına geliyor.
- Ya bendensin ya da her şey kötü olacak 22 Kasım 2024 06:27
- Arka taraf! 15 Kasım 2024 04:48
- Kürtler Türkler birbirini sevsin! 01 Kasım 2024 05:02
- ‘Çözüm’süz süreç 25 Ekim 2024 15:05
- Hiçbir şey olmamışsa da bir şeyler oluyormuş gibi çözüm süreci 18 Ekim 2024 05:07
- Yenikapı ruhu 2.0 11 Ekim 2024 04:50
- Kimin yanında, kimin karşısında? 04 Ekim 2024 04:55
- Narin'in katlinden polis cinayetine 27 Eylül 2024 06:05
- İsrail’in kirli savaşı 20 Eylül 2024 06:00
- Narin'in gerçek sırrı 13 Eylül 2024 05:23
- Halaydan büyük meseleler 06 Eylül 2024 05:41
- SETA'dan gelen imdat 30 Ağustos 2024 04:55