28 Temmuz 2020 00:20

CHP kurultayı, asıl konuşulması gerekeni konuştu mu?

Kemal Kılıçdaroğlu kurultay konuşmasını yapıyor

Fotoğraf: Sultan Özer / Evrensel

Paylaş

Geçtiğimiz cumartesi ve pazar günü yapılan CHP 37. Olağan Kurultayı’nda Kemal Kılıçdaroğlu yeniden genel başkanlığa seçilirken, parti meclisinin seçiminde, “anahtar liste”de olup da “düşenler” ya da “listeyi delerek girenler” olsa da, kazananların büyük çoğunluğu, beklendiği gibi Kılıçdaroğlu’nun “anahtar listesi”nde de gösterdiği adaylar oldu.

“Hedef İktidar” sloganının öne çıktığı kurultayda, genel başkanlık için aday adayı olan Aytuğ Atıcı, İlhan Cihaner ve Tolga Yarman ise aday olmak için yeterli imzaya ulaşamadıkları için genel başkanlık seçimine giremediler. Sadece CHP yönetimine yönelik eleştirilerini söylemekle yetinmek durumunda kaldılar.

Kurultay konuşmasında "Önümüzdeki ilk seçimlerde dostlarımızla birlikte iktidar olacağız" diyen Kılıçdaroğlu’nun, Cumhuriyetin ilan edilmesinin birinci yüzyılının sonuna yaklaşılması vesilesiyle "İkinci Yüzyıla Çağrı" adı altında ilan ettiği “13 maddelik beyanname”nin (manifesto da deniyor) önümüzdeki günlerde bir hayli tartışılacağını söylemek yanlış olmaz.

TÜRKİYE NORVEÇ YA DA ALMANYA DEĞİL

Ancak bugün bu köşede CHP kurultayında konuşulanlara, alınan kararlara değil; içinden geçtiğimiz sürecin çok önemli yaptığı, üzerinde konuşulması ve kararlar alınması gereken, kamuoyunda CHP’den özeleştiri beklenen ama böyle bir sorun yokmuş gibi davranılan; CHP’nin ve Millet İttifakı’nın, AKP-MHP iktidarına karşı “muhalefet çizgisi” üstünde duracağız.

Elbette bir siyasi partinin, kurultayında, hele de ilk seçimde iktidar olacağını iddia ediyorsa, seçimden sonra yapacaklarını ilan etmesinde şaşılacak bir şey yoktur.

Bu yüzden de CHP’nin “13 maddelik beyanname” ilan etmesi olağandır. Az çok demokratik normların geçerli olduğu her ülkede, her siyasi parti, kendi “seçim beyannamesi”ni ilan edip onun etrafında bir faaliyeti yapmak ister, yapar da! Hatta normal koşullarda bütün siyasi partiler için birincil görev budur.

Ne var ki Türkiye, ne Norveç’tir, ne Almanya, ne de demokratik normların geçerli olduğu, iktidarların seçimle gelip gittiği bir ülkedir. Tersine Türkiye, en azından 2015’ten beri böyle bir siyasi iklim ve seçim ortamı koşullarından hayli uzaklaşmıştır. 2015 seçiminden beri; önce AKP-Erdoğan yönetimi, son üç yıldan beri de AKP-MHP ittifakı; “seçim sonuçlarının kabul edilmeyip ‘yeniden seçim’ yapılması”, “atı alanın Üsküdar’ı geçmesi”, “YSK üstünden hile-hurda ile seçim sonuçlarının değiştirilmesi”ne kadar her yolu denemişlerdir. Böylece tek adam yönetimi, bir yandan iktidarda kalmanın tek yolunun seçim olmadığını göstermek isterken, öte yandan da seçimleri itibarsızlaştırarak seçim sonuçlarını önemsizleştirmeyi amaçlamıştır.

HALKIN, İRADESİNİ YANSITABİLECEĞİ BİR SİYASİ ORTAM

Bugün, barolar ve odalara yönelik “arka bahçe yapma” planları, kadınların haklarına yönelik bir saldırı olarak “İstanbul Sözleşmesi”nden çekilme hazırlığı, “Ayasofya’nın cami yapılması” hamlesi, Meclis gündeminde olan “sosyal medayayı kotrol altına alma” düzenlemesi, “seçim ve siyasi partiler yasalarında” yapılmak istenen değişiklikler gibi “topyekun saldırı” girişimleri, elbette ki iktidarın “sonucunu önceden bildiği bir seçim” için attığı, atmak istediği adımlardır.

CHP kurultayında tartışılması gereken ama tartışılmayan da budur.

Ve bu sorun, “herhangi bir sorun”dan daha fazla bir sorundur. Çünkü bu sorunu aşamayan bir muhalefetin, ne kadar güzel ve kapsayıcı vaatlerde bulunursa bulunsun, tek adam yönetimini iktidardan uzaklaştırması olanaklı değildir.

Başka bir söyleyişle, eğer olağan bir seçimde birinci sorun “seçim bildigesi”ndeki vaatlerin gerçekliği ise, bugün muhalefetin birinci sorunu, demokrasi mücadelesi çizgisinin “kurtarıcı partiye oy vermeyi” aşarak, iktidarın “sonucunu önceden bildiği seçim” planını başarısızlığa uğratacak bir hatta nasıl gireceğidir.

Bunun yolu ise işçi sınıfı ve halkın, kendi demokrasi ve özgürlük talepleri ile siyasete doğrudan ve kendi tarzlarında müdahale edeceği bir mücadele çizgisine girilmesinden geçmektedir. Aksi halde, iktidarın güç kaybediyor olmasının ve çoğunluğun muhalefet partilerine oy vermek isteyen bir noktaya gelmesinin, seçimin kazanılmasına yetmeyeceği apaçıktır.

Kısacası CHP kurultayı,”iktidara yürüyüş kurultayı” ise, en başta yapılması gereken, iktidara karşı nasıl bir mücadele verileceğinin açıklığa kavuşturulmasıdır.

EMEK VE DEMOKRASİ MÜCADELESİNİN AÇACAĞI YOL ÖNEMLİ OLACAK

Çünkü bugün Türkiye’de; iktidarın politikalarını benimsemeyen yığınların muhalefete oy vereceği, böylece “CHP ve dostlarının” iktidara gelerek, 13 maddelik programı uygulayıp tek adam yönetimine son verecekleri bir siyasi ortam yoktur. Tersine demokrasi güçleri, tek adam yönetimine karşı olan güçler, böyle bir sürecin işlemesi için, bugünkü iktidarın motive ettiği siyasi ortamı değiştirme yönünde gerekli mücadeleyi vermek zorundadır. Yerel seçimde İstanbul’u kaybetmeyi bile hazmedemediği için “yeniden seçim”i zorlayan ve yine kaybedince seçilmiş İBB Başkanı İmamoğlu’nu yok saymak için her yola başvuran iktidarın, “Halk çoğunluğu bizi istemiyor” diyerek, yönetimi seçimi kazanan muhalefete bırakacağını beklemek aşırı iyimserliktir.

CHP kurultayı, CHP’nin bu iyimserlik içinde olduğunu göstermektedir.

Oysa Türkiye’nin gerçekleri, ancak, iktidarın “topyekun saldırısı”na karşı emek ve demokrasi cephesinin talepleri üstünde yükselecek bir mücadelenin, halk iradesinin sandığa yansımasına ve iktidarı bu iradeye boyun eğmek zorunda bırakacak bir siyasi iklim oluşmasına olanak sağlayabileceğini göstermektedir.

Bugün siyasi gündem, bu mücadelenin sahada nasıl biçimleneceğinin ve hattının belirlenmesidir.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa