02 Ağustos 2020 00:28

Nâzım ile bir akşam

Ressam Haydar Özay’ın tablosu

 

PAZAR
Paylaş

Nâzım’ı görmek ve onunla konuşmak istiyordu; çaldığı kapıyı Vera açtı. Onunla hangi dilde konuşacağına karar veremedi önce, beklemediği bu karşılaşma ezberini bozdu. Şairi göremeyeceğini sandı bir süre, sonra da Almanca konuştu ve derdini anlattı. Türkiyeli bir öğrenci olduğunu ve Nâzım’a büyük hayranlık duyduğunu söyledi… Sakin ve güleç dinledi Vera, “Nihcü zu Hause!” diye yanıt verdi. Nâzım evde değildi.

***

1954-1960 yılların arasında öğrenim için Federal Almanya’ya gitmişti. Hayata ve dünyaya sorduğu sorular Alman Sosyalist Öğrenciler Birliği’ne üye olması yanıtını vermişti ona. Örgüt içi eğitim çalışmalarına katılıyor, öğrenmek ve uygulamak için gece gündüz okuyor, verilen her görevi koşarak yerine getiriyordu. Hani uçarıydı da biraz; düş kurup umut büyütüyordu.

İkinci Dünya Savaşı bitmişti ama Almanya yıkım ve yoksullukla sınavına devam ediyordu. Hitler faşizminden ve savaş yıkımından herkes üzerine düşen dersi almıştı; sevgi ve hoşgörü büyütüyordu herkes. Gri göğün altında yüzü yağmura dönük yaşıyordu.

En yakın arkadaşı Aydın Gençoğlu’ndan dinlemişti Nâzım’ın şiirlerini, birlikte büyütmüşlerdi coşkuyu.  Arkadaşının ezberden okuduğu şiirleri hızla yazıyordu defterine:

“Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz/ ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda”

Nâzım’ın şiirleri Demokratik Alman Cumhuriyeti’ndeki Türkologlar kurulu tarafından Almancaya çevrilmişti. Çevirmenler kurulu yarım kafiye mayasını vermekle kalmamış Nâzım’ın kırık dizelerini akıcı biçimde sayfaya yaymış ve ulaşılması zor nitelikte bir toplama ulaşmıştı. Şiirler Almanların da dilinde dolaşıyordu, evet.

O günlerin heyecanında Nâzım’ın Doğu Berlin’de yaşadığını öğrendi. Bu inanılmaz haberin peşine düştü ve sosyalist çevredeki Alman dostlarından aldı yanıtı, Vera ile birlikte bir evde kaldıkları doğruydu. Demek öteki yakaya geçmesi gerekecekti… Pasaportu vardı nihayet ve bir turist gibi gidebilirdi, buna engel yoktu.

Devreye giren Alman sosyalistleri ve arkadaşı Aydın sayesinde Nâzım’ın adresine ulaştı. Ayrıca Doğu Almanya’daki FDJ kısa adıyla bilinen ve Özgür Alman Gençliği örgütünün sekreterinin de telefonu verilmişti kendisine. Kendisiyle ilgili bilgiler de gençlik sekreterine verilmişti; gerek duyması durumunda yardım alabilirdi. Adres ve telefon bilgilerini bir yere yazmadı, ezber etti. Yola çıkıp sınır kapısından rahatlıkla geçti. Ezberindeki adresi bulması zor olmadı; mütevazı bir bloktu işçi lojmanlarına benziyordu. Soldaki kapıdan girip birkaç kat yukarı çıktı ve kapıda olanları biliyoruz; evet Nâzım evde yoktu.

***

Sokaklarda dolaşıp ne yapacağını, şairi nasıl göreceğini sorup durdu kendine. Ezberindeki şiirleri okudu ve neden sonra FDJ sekreterini aramayı akıl etti ama ona da ulaşamadı. Öyle ya felaket çağrılı ve devamlı gelir… Kendi kendini toparlamaya çalışarak saatler geçirdi ve bir kez daha aradı gençlik sekreterini; nihayet bu defa konuşabildi. Durumu anlattı, Nâzım’ın evde olmadığını söyledi. Sekreter, karşılaşmamış olmalarına rağmen durumdan haberdar olduğu için onu tanıyordu. Yarım saat sonra tekrar aramasını rica etti ondan...

Baba yadigârı saatin akrep ve yelkovanı sakindi, zaman geçmek bilmiyordu. Şairi görüp göremeyeceği endişesiyle kemiriyordu boşluğu adeta. 35 dakika sonra aradığında sekreter, saat tam 17.30’da şairin kendisini beklediğini söyledi.

***

Kapıyı şair açtı. Tam düşündüğü gibiydi. Fotoğraflarında göründüğünden daha neşeli ve enerjikti şair. İçeri davet edip oturma odasına yönlendirdi onu. Şuradan buradan konuşmaya başladılar. Nâzım misafiri hakkında bazı niteliklerine dair cümleler kurarak övücü şeyler söyledi. Belli ki parti misafiri hakkında bilgi vermişti şaire. Sonra diyalektik yöntem ve materyalizmle ilgili birkaç soru sordu; misafir canla başla yanıtladı.

Şiirlerinin başarıyla çevrildiğini söylediğinde mutlulukla memnun oldu şair. Misafiri Almancasını okudu şiirlerin: “Hava kurşun gibi ağır,/ ve ben bağır bağır bağırıyorum” diyordu Almanca “Die Luft ist schwer wie Blei/ Und ich schrei, schrei, schrei…”

Memleketi ve dünyayı konuştular. Fransa’nın sömürgesi olan Cezayir inanılmaz bir kurtuluş savaşı mücadelesi veriyordu ve dünyanın özgürlük yanlıları bu anti emperyalist savaşta Cezayir’in yanında yer alıyordu. Alman gazeteleri Cezayir ile ilgili haberleri birinci sayfadan veriyordu. Memlekette Menderes iktidarı vardı ve Fransa’yı destekliyordu.

Şair ve konuğu Cezayir üzerine konuştu… Gelecek zamana ilişkin planlarını sordu şair, Cezayir’e gitmek, oradaki bağımsızlık savaşına katılmak istediğini söyledi konuk.

Dedi şair: “Senin mücadele yerin yurdundur! (…) Cephenin ön saflarına gitmelisin.”

***

Ayağa kalkıp kucaklaştılar. Cephenin ön saflarında olacağına söz veren gencin adı Ahmet Say’dı. Okulu bitirdi ve memlekete döndü. Nâzım ile görüştüğü o birkaç saatten sonra hep ön safta oldu. Yazarak ve yaşayarak. Katillerin üstüne yürüdüğüne de tanığız. “İnsanoğlu İnsanlar” kitabında neler var daha, ne karşılaşmalar, ne anılar, ne insanlar…

Çok yaşa Ahmet Say!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa