03 Ağustos 2020 00:58

500 yılı aşkın süredir eskimeyen metin: Ütopya

Dardanel işçisi kadınlar

Görsel: 'Balık Uzmanı' adlı YouTube kanalında yayımlanan 'Dardanel Çanakkale Fabrika' adlı videodan alınmıştır

Paylaş

Dardanel Fabrikası’nın 40'a yakın işçide koronavirüs testinin pozitif çıkması üzerine, önlem adı altında, ‘kapalı çalışma sistemi’ ile işçilerin 14 gün süreyle fabrikada tutma kararı alması, çalışma yaşamını belirleyen sistem ve sınıf gerçeğini bir kez daha çok çarpıcı bir biçimde gözler önüne serdi. Hatırlanacağı gibi, bir süre önce de, MÜSİAD’ın, işçilerin aileleriyle birlikte entegre edileceği Milli Üretim Üssü veya İzole Üretim Tesisleri kurmak gibi planları ve girişimleri gündeme gelmişti.

Bu örnekler, tarihteki benzerleriyle birlikte düşünüldüğünde, burjuvazinin ütopyasının, uygun siyasal koşullar buldukça işçiyi, insani özellikleri ve ihtiyaçları kolayca göz ardı edilebilecek basit bir üretim nesnesine indirgemeye ne kadar hevesli olduğunu, inanmak istemeyenlerin bile gözüne sokuyor.

Bugüne kadar pek çok grevi yasaklayan AKP iktidarının, salgın döneminde dahi işçilerin önüne çalışmaya devam etmeyi, bir ‘milli görev’ olarak koymuş olması, Dardanel patronu için de kusursuz bir siyasal destektir. Dolayısıyla aslında bir fabrika özelinde son derece siyasi ve ideolojik bir meseleyi konuşmuş oluyoruz, bu konuyu konuştuğumuzda.

Marks ve Engels, işçinin ürettiği ürün karşısındaki yabancılaşma sürecini anlatırken, bu sürecin onu insanlıktan çıkaran boyutlara vardığını da döne döne vurgulamışlardı. Kapitalizmi tartışmadan da, bu gerçekliği sahici bir biçimde tartışamazsınız.

Marks ve Engels’in sistematik bir temelde tartıştıkları bu gerçeği, onlardan uzun yıllar önce bir başka isim, içinde felsefesi olan hümanist bir temelde dillendirmişti: Thomas More.

Thomas More’un 1516 yılında yazdığı ve 500 yılı aşkın bir süredir insanlığa ilham vermeye devam eden Ütopya, Suat Ertüzün’ün çevirisiyle geçtiğimiz ay Can Yayınları tarafından yeniden basıldı.

Asırlardır eskimeyen bu metinden kısa bir pasaj şöyle: “Bir başka deyişle, özel mülkiyeti toptan kaldırmadıkça asla adil bir servet paylaşımı olmayacağına ve insan hayatının tatmin edici bir düzenlemeye kavuşmayacağına gayet eminim. Özel mülkiyet var oldukça insan ırkının büyük -üstelik çok da yetenekli- bir çoğunluğu ister istemez yoksulluk, sıkıntı ve kaygı yükü altında çalışıp didinmeyi sürdürecektir.” (s. 57)

More, olmayan yer anlamına gelen Ütopya’yı, özel mülkiyetin, şiddetin, dini dayatmaları olmadığı bir ada olarak betimledi. Terry Eagleton, “Ütopya’nın en çarpıcı yönlerinden biri onun çağdaşlığıdır” derken, More’un hayal ettiği dünyanın değerini bize her gün hatırlatan bir dünyada yaşadığımıza vurgu yapıyordu.

Düşünceleri ile krala ters düşen More, 6 Temmuz 1535’te “kötü bir amaç uğruna haince ve şeytanca davranmak” suçuyla idama mahkum edildi. Ve kafası kesilerek ibreti alem olsun diye Londra Köprüsü’nden halka teşhir edildi. Thomas More’un idama giderkenki hali de, yazdıkları güçlü metinler gibiydi. İdam edileceği bildirildiğinde de ironik bir üslupla eleştirilerine devam edecekti: “Krala gönlüm borçlu kaldı. Bu berbat dünyanın acılarından beni böyle çabuk kurtarma yüceliği gösterdiği için.”

Marx’ın Kapital’de atıf yaptığı Thomas More’un Ütopyası, kapitalizmi tartışarak, yeni bir dünya özlemini dile getiren başka pek çok felsefecinin ve yazarın metinlerinde de kendisine sayısız kez yer bulmuştur.

Eğer işçi ve emekçiler, salgının ölümcül riskine rağmen, bugün Türkiye’de ve dünyada, çalışmaya zorlanıyorlar, dahası evlerine ekmek götürmek için kendilerini buna mecbur hissediyorlarsa, başka bir dünyayı tartışmadan çıkışa gidemeyiz.

More’un Ütopyası bu açıdan bir ilham kaynağı oluştururken, yöntemsel bakımdan bir naifliği de içerir: “Ütopyalıların komşuları, sayısız üstün vasıfları dolayısıyla onlardan bazen birer, bazen de beşer yıllığına devlet yetkilisi göndermelerini isterler. Tabii, bu ancak insanların kendi kararlarını verecek kadar özgür oldukları yerler için geçerli. Fakat Ütopyalılar zaten çevrelerindeki ülkelerin birçoğunu uzun zaman önce diktatörlükten kurtarmışlardır. Görev süreleri dolan yetkililer, büyük bir itibar ve şerefle ülkelerini geri döner, onların yerlerini yeni Ütopyalılar alır.” (s. 107)

Thomas More’un Ütopyası, yeni bir dünya arayışı bakımından bir ilham kaynağı olarak değerini korurken, bu arayışın bilimsel güzergâhı bakımından Marx ve Engels’in geriye bıraktığı devasa külliyat her gün yeniden öğrendiğimiz bir temel oluşturuyor.

Başa dönerek bitirelim. Dardanel fabrikasında işçilerin önüne konulan ‘kapalı çalışma sistemi’ ya da başka benzer örnekler de, “Böyle bir şey olabilir mi?​” şaşkınlığına dayalı bir siyasetle tartışarak aşılamaz. Bunların neden olduğuna ve nasıl bir dünyada aşılabileceğine dair 500 yılı aşkın süre önce söylenmiş sözler, yazılmış metinler, öğrenmek isteyene bugün de çok şey söylüyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa