05 Ağustos 2020 00:39

Kürtler alt kimlik değil, ulustur!

Fotoğraf: MA

Paylaş

Dün Cumhuriyet gazetesi yazarı Mehmet Ali Güller’in’Alt Kimlik-Üst Kimlik’ yazısında Selahattin Demirtaş’ın Enver Aysever ile yaptığı röportajda söyledikleri üzerinden Kürtlerin ulusal talep ve mücadelesiyle hesaplaşmaya çalıştığından söz etmiştik.

Güller, söz konusu yazısında Demirtaş’ı eleştirmek adına kendi durduğu noktayı çok iyi tarif ediyor: “Demirtaş’ın söyledikleri içinde esas sorunlu olanı ‘Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkese Türk’ denmesine karşı çıkıyor olmasıdır” diyor. Böylece Güller, Kürt sorununu dahiyane bir şekilde bir “oldu bitti maşallah”la çözüyor: Kürtler kendilerine ‘Türk’ denmesine karşı çıkmazlarsa ortada sorun falan da kalmıyor! Çünkü Kürtlük ‘alt kimlik’ ve Türklük de ‘ulusal kimlik’ yani ‘üst kimlik’miş!

Yazarımız bu görüşünü kanıtlamak için büyük edebiyat ustası Yaşar Kemal’i öne sürüyor. Yaşar Kemal, “Siz bir Kürt yazar olarak…” diye kendisine soru soran İsveçli bir gazeteciye “Ben Kürt yazar değilim…Kürt asıllı Türk yazarım” demiş. Böylece Yaşar Kemal alt kimliğinin Kürt, üst kimliğinin Türk olduğunu ortaya koymuş.

Yaşar Kemal’in hayat hikayesini bilenler onun “Türk yazar”lığının kendi dilinde okuyup yazamamasının, eğitim görememesinin bir sonucu olduğunu bilirler. Dolayısıyla büyük ozanın bu açıklaması bile sorunun ne kadar köklü olduğu ortaya koyuyor. Tabi görmek isteyene. Ayrıca “Kürt diline yetmiş yıldır izin verilseydi, Anadolu özgün kültürlerin vatanı olmaz mıydı?​” diye soran da, “Bizim dilimizi kestiniz. Bir milletin dilini kestiğiniz zaman, onu öldürürsünüz” diyen de aynı Yaşar Kemal’di.

Ama meselemiz bu değil.

Yazarımız Kürtlüğün alt kimlik ve Türklüğün üst kimlik olduğu ile ilgili görüşlerini şöyle açıklıyor: “Türktük, Kürttük, Çerkezdik, 24 etnik milliyettik... Ve devrimle 24 milliyet, bir millete dönüştü; o milletin ismine de Türk dedik.” Güller, Ahmet Taner Kışlalı’nın “Kürt asıllı Türk Olur mu?​” makalesinden de alıntı yaparak Atatürk’ün ulus-devleti bir ‘kültür ortaklığı’ üzerine kurduğunu, etnik kökenin alt kimlik ve ulusal kimliğin de üst kimlik olduğunu ve üst kimliğin alt kimliklerle çatışmak bir tarafa onları kendi şemsiyesi altında bütünleştirdiğini söylüyor.

Güller yazısını “Üst kimlik olarak Türk kimliği, Kürt, Laz, Çerkez kimliklerimizle daha da değer kazanmıştır. Bu değeri, alt kimliği Türk olmayanlar da, alt kimliği Türk olanlar da görebildiği oranda çağdaşlaşacağız...” sözleriyle bitiriyor.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Dersim başta olmak üzere cumhuriyet rejiminin Kürtlere yönelik harekat ve katliamlarının “Kürtleri medenileştirme” adına yapılmış olması ile Güller’in,Kürtlerin Türklüğün bir üst kimlik olduğunu gördükleri oranda çağdaşlaşacağımızı (medenileşeceğimizi) söylemesi, sizce tesadüf olabilir mi?

Türkiye’de Kürtlüğün alt kimlik ve Türklüğün üst kimlik olduğuna dair tartışma yeni değil. 2002 seçimlerinde başa geçtikten sonra “Düşünmezseniz Kürt sorunu yoktur” diyen Erdoğan, 2005’te bir yandan Kürt sorunundan kaynaklı çatışmaların yeniden başlaması ve öbür yandan bölgesel gelişmelere (özellikle ABD ekseninde Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile kurulan ilişkilere) bağlı olarak “Kürt sorunu benim sorunumdur” demeye başlamış ve Kürtlüğü alt kimlik, Türklüğü üst kimlik olarak gördüklerini açıklamıştı. AKP-Erdoğan iktidarının amacı, bireysel-kültürel haklar çerçevesinde atılacak adımlarla Kürt sorununun çözümünde inisiyatifi ele almak ve Kürt ulusal hareketini etkisizleştirmekti. Bu politika daha sonra “açılım süreci”nde denenmiş; bir yanda Kürtçe tv kanalı, özel kurslar vb. gibi adımlar atılırken öte yandan Kürt siyasetçilere yönelik “KCK operasyonları” yapılmıştı. O dönem ulusalcı çevreler, Erdoğan’ın açıklama ve girişimlerini “ülkenin bölünmez bütünlüğü” için bir tehdit olarak görüyorlardı.

Şimdi ise, MHP ile faşist ‘cumhur ittifakı’nı kuran Erdoğan, Kürtlerin haklarını ağzına alanı bile terörist ilan ediyor ama gel gör ki, ulusalcılarımız Kürt sorununun çözümünü alt kimlik-üst kimlik reçetesinde görüyor.

Alt kimlik-üst kimlik tartışmaları, teorik olarak uluslaşma sürecine geç girmiş çok uluslu imparatorlukların bekası olan devletler ve daha çok da sömürgecilik sürecinin yarattığı nüfus değişimlerinin/hareketlerinin bir sonucu olarak sömürgecilik sonrası büyük kapitalist devletlerde gündeme gelmiş bir tartışmadır. Bu tartışmalarda alt kimlik-üst kimlik ilişkisi, artık uluslaşma kabiliyetlerini/koşullarını kaybetmiş azınlıkların kültürel haklarının/varlıklarının korunması ekseninde ele alınmaktadır.

Türkiye, her ne kadar bir Doğu imparatorluğunun (Osmanlı) bekası üzerine kurulmuş bir devlet olsa da cumhuriyet rejimi kuruluşundan beri Çerkes, Laz gibi azınlıkların tanınması üzerinde bir ‘üst kimlik’ inşa etmekten çok bu azınlıkları asimile etmeye, Türklük içinde eritmeye dayalı bir tekçilik politikası izlemiştir.

Bırakalım Lazcayı, Çerkesçeyi bu ülkede devletin Kürtçe bir tv kanalı açması bile cumhuriyetin kuruluşundan 80 küsur yıl sonra gerçekleşebilmiştir. Bu “alt kimlikler” (azınlıklar) iddia edildiği gibi bir zenginlik olarak görülüyorsa neden onlarca yıl dillerini kullanmaları bile yasaklandı?

Kürtler ise, zaten bir azınlık değil; ulustur. Türkler gibi uluslaşma sürecine geç girmiş olsalar da bu ülkenin topraklarının bir bölümünde dil, kültür ve sonra iktisadi yaşam birliği üzerinden uluslaşma sürecine girmiş ve bu temelde tıpkı Türkler gibi Osmanlı’nın son dönemlerinde ulusal hareket olarak ortaya çıkmışlardır. Bize İnkılap Tarihi kitaplarında “zararlı cemiyetler” olarak öğretilen Kürt cemiyetleri işte bu süreçteki uluslaşma hareketinin bir sonucu olarak kurulmuşlardı.

Mesela gazete uluslaşma süreci (dil-kültür birliği) bakımından önemli bir araç olarak görülür. İlk Türkçe özel gazetenin 1860’ta (Tercüman-ı Ahval) ve ilk Kürtçe gazetenin (Kürdistan) ise 1898’de yayın hayatına başlaması, Türk ve Kürt uluslaşma sürecinin neredeyse eş zamanlı ilerlediğini açıkça ortaya koyuyor. Ancak Türk uluslaşması, Osmanlı’nın son dönemlerinde yönetimi ele alan (İttihat ve Terakki) güçler üzerinden şekillendiği için farklı bir seyir izlemiştir.

Öte yandan Kurtuluş savaşı sürecinde hazırlanan protokollerde Kürtler Türklerle birlikte iki kurucu unsurdan biri olarak görülmüştür.

Eğer Kürtlerin ayrı bir ulus olduğu gerçeği kabul edilmeseydi, M. Kemal Cumhuriyetin kuruluşunun hemen öncesinde Kürtlere muhtariyet (özerklik) verilmesinden söz etmezdi. Bunun siyasi bir manevra olması ve kuruluştan sonra Türk burjuvazisinin çıkarları temelinde bir ulus-devlet oluşturma adına tekçi politikaların dayatılması bu nesnel durum ve gerçeği değiştirmiyor.

Sonuç olarak, yaklaşık yüz yıldır bunca baskı, göç ettirme, katliam, yasaklama ve asimilasyona rağmen Kürtleri Türklük içinde eritme politikasının başarısızlığa uğramasının nedeni Kürtlerin ayrı bir ulus olması gerçeğinden başka bir şey değildir. Bunca terörize edilmesine rağmen ülkede güçlü bir Kürt ulusal hareketinin bulunması da gücünü bu gerçekten almaktadır.

Tek adam iktidarına karşı nasıl bir rejim tartışmasını yaparken cumhuriyet rejiminin yüz yıllık yanlışlarında ısrar mı edeceğiz, yoksa eşit haklar temelinde demokratik bir geleceği birlikte kurmayı mı savunacağız?

Bugün yanıt verilmesi gereken soru budur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa