12 Ağustos 2020 01:00

Erdoğan’ın Doğu Akdeniz krizi için ‘konuşup çözelim’ çağrısı ne kadar gerçek?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan | Fotoğraf: Mustafa Kamacı/AA

Paylaş

Cumhurbaşkanı Erdoğan, önceki gün yapılan kabine toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada, son günlerdeki siyasi gündemin çeşitli konularına değindi.

Daha geçen hafta sonunda Merkez Bankası rezervlerinin 105 milyar olduğunu kendi açıklamamış gibi aradan geçen birkaç günden sonra 90 milyar olduğunu söylemek zorunda kaldı. Ülkenin refah düzeyinden söz ederken Erdoğan’ın, 2002 ile 2020’deki buzdolabı, çamaşır makinesi, fırın gibi beyaz eşya sayılarını kıyaslayarak açıklamasını gördük.

Faizler sanki yüzde 26’ya kendi iktidarlarında çıkmamış gibi, yüzde 26’dan yüzde 8-9’a indirmekle övündü. Tam da faizlerin yeniden yükselişe geçtiği günlerde!

Tabii bu arada doların 7.30’larda olduğu ve daha da yukarılara çıkmasının beklentisi oluştuğu koşullarda doları, “İç ve dış şer güçlerinin saldırılarına karşın doların 10 TL’ye çıkmasını önledik” diyerek övünmeyi de ihmal etmedi! Tabii, Merkez Bankası Eski Başkanı Durmuş Yılmaz’ın “yalan” dediği; “İMF bizden 5 milyar dolar borç istedi, verin dedim” klişe iddiasını da yinelemeyi de unutmadı.

Özetle Erdoğan, halkın yaşadıkları ile bir ilgisi olmayan rakamları alt alta dizerek, her şeyi böylesine baş aşağı etmişken felsefeyi de kahve cemaatinin ayaklarının altına atmadan geçmeyim dercesine, “Ben felsefe yapmıyorum, rakamlarla konuşuyorum…” diyerek, rakamları istismar etmenin üstüne tüy dikmeyi de ihmal etmedi!

NAVTEX RESTLEŞMESİ GÖLGESİNDE ‘MASAYA OTURALIM’ ÇAĞRISI

Cumhurbaşkanının, söylediklerinin gerçek olup olmadığı konusunda hiçbir kaygıya kapılmadığı her konuda bir şey söylediği bu açıklaması içinde belki de tek dikkat çekici olan, Doğu Akdeniz’deki gelişmelerle ilgiliydi.

Yunanistan ve Mısır arasında “deniz yetki alanları anlaşması” imzaladığı ve Türkiye’nin bu anlaşmayı “yok hükmünde” ilan ettiği koşullarda Erdoğan; “Yunan tarafı Mısır ile hiçbir hukuki temeli olmayan bir anlaşmaya yöneldi. Türkiye’nin hiçbir kimsenin hakkında, hukukunda gözü yoktur. Bizim tek talebimiz, bize de aynı anlayışla yaklaşılmasıdır. Gelin Akdeniz’deki tüm ülkeler olarak bir araya gelelim. Herkesin hakkını koruyan bir formül bulalım...Anlaşmazlıkların hakkaniyet temelinde çözümü için bir her zaman varız....” çağrısı yaptı.

Son günlerde Doğu Akdeniz çok hareketli; hareketliliğin tarafları ise Yunanistan ve Türkiye!

Öyle ki, Yunanistan ve Türkiye savaş gemileri arasında bir “it dalaşı” olması, Almanya Başbakanı Merkel’in araya girmesi ve Türkiye’nin geri adım atmasıyla önlenebiliyor. Önceki gün Türkiye ve Yunanistan arasında yapılan Navtex restleşmesiyle Merkel’in girişiminin akamete uğradığı da anlaşılıyor.

Kısacası, Erdoğan’ın, “Gelin Akdeniz’deki tüm ülkeler olarak bir araya gelelim. Herkesin hakkını koruyan bir formül bulalım” çağrısı, gerçek bir “uzlaşma” çağrısı mı yoksa nasıl olsa karşılık bulmayacak ama Türkiye’nin bundan sonraki askeri girişimleri için kendisine dayanak sağlayacak bir açıklama mı “tartışmasını” da gündeme getiriyor.  

TÜRKİYE ASKERİ GÜÇLE BÖLGEDE YER ALMAYI ESAS ALDI

İlk bakışta bu çağrı, “Ne güzel, Türkiye sorunları konuşarak, hakkaniyet çerçevesinde çözelim diyor” denebilecek bir çağrıdır. Ama bölgedeki gerçekler ve bölgedeki çatışmaların yakın geçmişi dikkate alındığında, “Bu çağrının karşılığı olup olmadığı” gündeme geliyor.

Çünkü Doğu Akdeniz sorununun Türkiye’nin gündemine gelmesi iki yıldan biraz fazladır. Ama konunun Erdoğan yönetiminin adım atmasına aşamasına geçmesi bir yılı geçmiyor.

Oysa Kıbrıs Cumhuriyeti, 2000’lerin ilk yıllarında Kıbrıs’ın güneyinde petrol ve doğal gaz araması için parseller oluşturup, bölge ülkeleri olan Mısır, İsrail, Yunanistan, Lübnan, Suriye, ile ikili ve çoklu anlaşmalar yapmış, bu ülkelerin uluslararası petrol tekelleri ve ABD, Fransa, İtalya, Katar gibi ülkelerle ilişkiye geçip anlaşmalar yapmışlardı.

Bu süreçte Türkiye, bir yandan ülke içinde kendi iktidarını güçlendirmeyi ve Müslüman Kardeşler’in (İhvan) Suriye, Mısır, Tunus gibi ülkelerdeki zaferi için uğraşıyordu! Nitekim Erdoğan iktidarı, Doğu Akdeniz’de olup bitenleri, Suriye iç savaşında ayaklarının suya ermesi, buradaki sıkışmışlığını Libya’ya müdahale ederek aşma girişimleri içinde keşfetti! Ve aradaki farkı, kriz bölgesine savaş gemileri, savaş uçakları İHA’lar göndererek, yani “askeri güç”le kapatmaya yöneldi.

ERDOĞAN’IN ÇAĞRISI BİR MANEVRA MI?

Burada kritik iki soru var:

1)Gelin Akdeniz’deki tüm ülkeler (Burada tüm ülkelerden kasıt Doğu Akdeniz ülkeleri) olarak bir araya gelelim. Herkesin hakkını koruyan bir formül bulalım...” çağrısını kime yapıyor?

2) Bu ülkelerle Türkiye’nin bir masaya oturup konuşulacak ilişkisi var mıdır?

Erdoğan çağrısını, doğal olarak, Doğu Akdeniz ülkeleri olan Kıbrıs Cumhuriyeti, İsrail, Suriye, Mısır’a, Lübnan’a ve Yunanistan’a yapıyor.

Oysa bu ülkelerle son yıllardaki yeni Osmanlıcı, İhvan kardeşliği çizgisinde bir dış politikayla hareket eden Türkiye’nin İsrail, Mısır, Suriye, Kıbrıs Cumhuriyeti ile diplomatik bir ilişkisi bile yoktur. Lübnan’ın durumu malum. Yunanistan ile de diplomatik ilişki var ama Yunanistan zaten ezeli ve ebedi düşman!

Üstelik de Yunanistan’la Navtex düellosu ve Ayasofya krizi yaşanıyor şu günlerde!

Bunlar nedeniyle de Erdoğan’ın “Gelin oturup konuşalım” çağrısı bizzat Erdoğan hükümetlerinin dış politikasının sonucu olarak, boşuna yapılmış, “yok hükmünde bir çağrı”ya dönüşmektedir.

Burada da elbette ki, bu çağrının içeriden ve dışarıdan gelen; “Dış politikada diplomasi önemsenmiyor”, “Askeri güç kullanılarak sorunlar büyütülüyor” eleştirilerini boşa düşürmek, “Biz diplomasiyle çözümden yanayız ama karşı taraf buna yanaşmıyor” savunmasını güçlendirmek için bir manevra, bir takiye olarak bu çağrının yapıldığı düşüncesini güçlendiriyor.

Bunu yakın gelecekte daha açıkça göreceğiz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa