Adını arayan çocuklar
Boyalı Kuş film afişi
Jerzy Kosinski’nin “Boyalı Kuş” romanı 1965 yılında yayımlandığında tartışmaların odağına oturmuş, kimileri aşırı şiddet içermekle eleştirmiş, kimileri de romanın dilini sıkıntılı bulmuştu. Ancak roman aradan geçen zaman içinde kült mertebesine yükselirken, İkinci Dünya Savaşı’na dair anlatılar içinde öne çıkan yapımlardan birisi haline de geldi. Ailesi tarafından zarar görmemesi için akrabalarının yanına bırakılan bir çocuğun hikayesini anlatır “Boyalı Kuş”. Altı yaşındaki çocuk yanında kaldığı akrabası ölünce evden ayrılır, yol boyunca birçok köye, eve konuk olur. İkinci Dünya Savaşı’nın son döneminde geçen hikayede çocuğun yolculuğu boyunca şiddetin sıradanlaşmasına şahitlik ederiz. Açlık, yoksulluk ve savaş en sıradan insanları bile vahşileştirmiştir.
Romana adını veren ‘boyalı kuş’ tanımı ise yalnızca o dönemin değil bugünü da anlatır bir bakıma. Bir kuş, kanatları boyanarak gökyüzüne salınır. Sürüsüne katıldığında ise farklı görüntüsü yüzünden dışlanacak, hatta saldırıya uğrayıp öldürülecektir. Bu alegori, bir gün öncesine kadar evine gidip geldiği, iyi günde kötü günde birlikte olduğu Yahudi komşusu sarı yıldız takmak mecburiyetinde kalınca onu dışlayan Alman halkına göndermedir bir bakıma. Ama bugünün Türkiye’sinde de ırkçı saldırılara uğrayan Suriyeli göçmeni, kapısına çarpı atılan Alevi aileyi, durmadan hedefe konulan eşcinseli rahatça tanımlar “boyalı kuş”.
“Boyalı Kuş” yazarı Jerzy Kosinski’nin hayatından da izler taşıyor. Musevi asıllı yazar savaş yıllarında Katolik bir ailenin yanına verilmiş, sahte vaftiz sertifikası sayesinde hayatta kalmayı başarmıştı. Ancak romandaki kadar yoğun bir şiddete tanıklık edip etmediği tartışma götürür. “Boyalı Kuş” gibi kült bir romanın şimdiye kadar sinemaya aktarılmamış olması ise bunun imkansızlığıyla açıklandı. Asıl mesleği oyunculuk olan, 2003 tarihli “Mazaný Filip” filmiyle yönetmen koltuğuna da oturan, 2008’de çektiği “Tobruk” ile dikkat çeken Václav Marhoul böyle bir yükün altına girmiş. Bu romanı sinemaya aktarmak için çok uzun süredir çalıştığını belirtiyor Çek yönetmen. Geçen yıl Venedik Film Festivali ana yarışmada yer alan film, kimilerine çok zorlu gelse de kimileri için tatmin edici bulunmuştu.
Romanın kurgusu bütün büyük anlatıların atası sayılan Homeros’un “Odysseia”sına sadıktır. Truva Savaşı’nın ardından evine dönmek isteyen Odysseia gibi, “Boyalı Kuş”un küçük kahramanı da evden ayrıldıktan sonra ‘şeytan’ diye kendisini sıkıştıran köylülere sadece evine gitmek istediğini söyler. Filmin son sahnesine kadar adının ne olduğunu öğrenemediğimiz, çok konuşmayan daha çok gören ve hisseden bu çocuğun yolculuğu on ayrı bölümde (romanda daha fazla) aktarılıyor seyirciye. Şifacı bir çingene, acımasız bir değirmenci, aşık bir kuşçu, Almanlar, rahipler, Naziler, Kızıl Ordu askerleri genç kadınlar derken köyden köye, evden eve ve mekandan mekana savrulup dururken çocuk, önümüzden akıp geçen şey şiddetin her yerde, her biçimde karşımıza çıkması oluyor. Sanki bütün Avrupa (özellikle de doğusu) vahşi bir arenaya dönmüş gibidir. Yalnızca insanlar değil, henüz açılış sahnesinde itibaren hayvanlar da bu şiddetten nasibini alır. Ki filmde dikkat çekici şeylerden birisi de hayvanların bolluğudur.
“Boyalı Kuş”, savaşın bir çocuğun üzerinde yarattığı etkileri anlatması bakımından Elem Klimov’ın 1985 tarihli başyapıtı “Gel ve Gör”ü de anıştırmıyor değil. Yalnızca hikaye açısından değil tabii estetik açıdan da. Ancak filmin her karesinde Doğu Avrupa sineması hissi akıyor. Tekinsiz bozkırlar, bataklıklar, şiddet, dinmek bilmeyen uğultu ve bedenin her türlü kullanımı… 35 milimetre sinemaskop ve siyah beyaz çekilen filmin yer yer Sovyet sinemasını, çoğu yerde Béla Tarr’ın “Torino Atı”nı da hissettirdiğini söyleyebiliriz.
Romanın lineer anlatısının sinemaya aktarılmasındaki zorluklar değil kanımca filmin sıkıntılı yanları. Yönetmen Marhoul, görsel olarak oldukça iyi tasarlamış olmasına, Harvey Keitel, Stellan Skarsgård, Udo Kier, Barry Pepper gibi kalburüstü oyuncularla da bunu desteklemesine rağmen bir noktadan sonra tekrar sarmalına düşmekten kurtulamıyor. Her bir bölüm başka bir kapı aralasa da şiddetin içselleştirilmesini anlatmaya dair hikaye ve bunu güçlendiren görsel dünya bir süre sonra hissizleşme durumu yaratıyor. İlk doksan dakika boyunca hayretler ve dehşet içinde takip ettiğimiz yapımın etkisi giderek azalıyor. Küçük çocuk gibi seyirci de hissizleşiyor, yaşananlara karşı duyarsızlaşıyor. Ancak bunun yönetmenin istediği bir şey olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü karakterimiz değişirken biz olduğumuz yerde kalmaya devam ediyoruz.
Görsel olarak iyi kotarılmış, ses tasarımı yerli yerinde, baştan sona kadar neredeyse hiç konuşmadan jest ve mimikleriyle bütün filmi kotaran Çocuk Oyuncu Petr Kotlár yapımın öne çıkan tarafları. Václav Marhoul’un adaptasyonla ilgili sıkıntılar yaşadığını, her şeye rağmen filmin biraz daha kısaltılabileceğini düşünüyorum. Yine de böylesine zor bir metni eli yüzü düzgün bir şekilde aktardığını ve sınıfı geçtiğini de eklemeden edemeyeceğim…
BOYALI KUŞ
ORİJİNAL ADI: Nabarvené ptáče
YÖNETMEN: Václav Marhoul
OYUNCULAR: Petr Kotlar, Harvey Keitel, Stellan Skarsgård, Barry Pepper
SÜRE: 169 dk.
- Zamanı eğip bükmenin şehveti 21 Aralık 2024 04:15
- Uçucu bir peri masalı 02 Kasım 2024 04:15
- Altın Koza ve kronik festival problemleri 05 Ekim 2024 04:30
- Dibini görmeyen... 31 Ağustos 2024 04:25
- Silahlı kuvvetler sermayeye hükmetmeye yelteniyor! 10 Ağustos 2024 04:50
- ‘The Boys’ evreni nasıl kuruldu? 03 Ağustos 2024 04:15
- Roma’nın gurbet kuşları! 27 Temmuz 2024 04:25
- En güzeli uzaktan sevmek belki… 20 Temmuz 2024 04:42
- Analardır, adam eden adamı! 13 Temmuz 2024 04:40
- Amerika kimin rüyası? 06 Temmuz 2024 04:46
- Türkiye’nin film festivali rejimi 11 Mayıs 2024 04:15
- Müslüm’ün yapımcısından: Amy Winehouse! 04 Mayıs 2024 04:37