Köyden kente göç ve göç filmleri
Hızlı yaşayanlar film afişi
1950’li ve 1960’lı yıllar Türkiye’de siyasal-ekonomik ve kültürel alanlarda köklü değişimlerin, gelişmelerin yaşandığı yıllardır. Bu dönüşümlerden ilki, elektriğin kasabalara, köylere kadar ulaşmasıydı. İkinci önemli gelişmeyse, köyden kente göçün artmasıdır.
Köyde yaşanan çözülmeler, geçim zorlukları, büyük kentlere göç, şantiyeye dönen kentler, kentlerde oluşan mahalle kültürü, komşuluk, mahalle arkadaşlıkları, kadın erkek ilişkileri, sefahat içinde yaşayan özentili azınlık, yoksullaşan çoğunluk, kısa yoldan zengin olma ve sınıf atlama düşleri, toplumsal dönüşümler olarak iç içe yaşanır. Bu yaşananlar aynı zamanda Yeşilçam öykülerine de kaynaklık ederek beyaz perdeden bizlere yansır.
Kendisi de büyük toprak sahibi olan Menderes bir yandan dışa bağımlı kapitalistleşme adımları atarken, bir yandan da toprak reformuna yanaşmadığı gibi tamamen ağalık sistemi destekleyen büyük toprak/köy sahiplerinden yana bir politika izler. Köylünün payına da ağaya marabalık yapmak ve yoksulluk düşer.
Büyük kentlerde başlatılan sanayileşme adımları, yeni iş alanları oluştururken ‘taşı toprağı altın şehir’ yanılsaması yaratır. Bu büyüye kapılan ağa zulmünden, açlıktan, yoksulluktan yılmış kır yoksulları, sonradan kent yoksullarına ve oralarda ‘öteki’ne dönüşüp dışlanacakları büyük kentlere göç etmeye başlar. Oluşan bu göç dalgası da büyük altüst oluşlara, toplumsal dönüşümlere yol açacaktır.
Sinemamızın önemli filmlerinden olan “Gurbet Kuşları”nda Yönetmen Halit Refiğ, yeni bir hayata kavuşma hayalleriyle başlayan köyden kente göç sorununu ilk kez kapsamlı bir biçimde sinemaya aktarır. “Gurbet Kuşları” sinemamızdaki ilk göç filmidir aynı zamanda. Memleketinde işleri bozulan Maraşlı bir aile taşı toprağı altın şehir İstanbul’a göç eder. Hayalleri, altın şehrin imkanlarından yararlanmak, zenginliğine ortak olmaktır. Aile, İstanbul’a gelişin kapısı olan Haydarpaşa Garı’nda trenden indiğinde, baba Tahir Efendi, “Allah’ın izniyle şah olacağız İstanbul’a, şah!” der. Fakat bu hayalin gerçekleşebilmesi hiç de kolay değildir. Çünkü “İş bilenin, kılıç kuşananındır”. Maraşlı aile, altın kentin ekonomik düzenine, farklı hayat biçimine, ahlak anlayışına ayak uyduramaz, tutunamaz. İnsan yutan kentin içinde çözülmeye başlar, parçalanır, ‘şah olma’ya geldikleri kente yenik düşerler.
Gerçek hayatta da kentin merkezi, oluşan yeni gecekondu mahalleleriyle çevreye doğru yayılır yıllar içinde. Kentin yeni konukları, başka bir söyleyişle, kentin yeni sahipleri tutunabilmek için hızlı ve acımasız bir hayat mücadelesine girişirler. Büyük kentte tutunabilmek, başka işlerde doyuramadıkları karınlarını doyurmak, bakmakla yükümlü oldukları evlerine ekmek parası götürebilmektir bütün amaçları. Onların payına düşense hep zor işlerdir.
HIZLI YAŞAYANLAR
Nevzat Pesen’in yönettiği “Hızlı Yaşayanlar” filminde gazetelerin hızla okurlara ulaştırılmaya çalışıldığı günlerde yaşanan rekabet anlatılır; İstanbul’da yayımlanan gazeteleri başka kentlere, taşraya taşıyan kamyonların şoförlerinin ölümle burun buruna geçen hızlı yaşamalarını izleriz.
Filmin kahramanlarından Orhan (Ayhan Işık), gazetede gördüğü ilan üzerine, gazete taşıyan kamyonlarda şoförlük yapmak için iş başvurusunda bulunur. “Bu işte para çok fakat her an kelle koltukta gideceksin,” der Müdür Bey. “Biliyorum, ama ölümü düşünecek vaktim olmayacak galiba,” diye cevaplar Orhan ve diyalog şöyle sürer:
Müdür Bey: “Gasteleri yükleyip beş saatte Ankara’da olacaksın. Başka gaste arabaları seni geçerlerse önce parandan keser, sonra da işinden olursun.”
Orhan: “Bi anam bi de hasta kardeşim var. Taksicilikte bakamadım onlara. Peki, beş saatten evvel gidene pirim var mı?”
Müdür Bey: “Hayır ölmenizi değil, yaşamanızı istiyoruz, ama biraz hızlı yaşamanızı.”
İstanbul’un öyküsüdür anlatılanlar. Kent, o yıllarda henüz insan yutan bir ‘devasa köy’e dönüşmemiştir, fakat 1950’li, 1960’lı yıllarda ‘Altın Çağı’nı yaşayan kentte, hızla kent yoksulları oluşur, göçle her geçen yıl çoğalarak büyümeyi sürdürür.
1970’lere geldiğimizde kentle birlikte insanlar da çözülmeye, kirlenmeye başlar. Köklü ve hızlı dönüşümler yaşanır. Yaşanan yoğun göç, bozulan ve değişen üretim ilişkileri, ekonomik krizler bu kirlenmeyi ve çözülmeyi hızlandırır.
1950’li yıllarda ve 1960’ların başında yaşanan toplumsal dönüşümler bunların hayata, bireye etkileri filmlere böyle aktarılırken, hayat düş şatosu sinemalarda beyaz perdeye yansıyan görüntülerle paralel yürüyor, hayattaki bütün değişimler izlediğimiz filmlere yansıyordu. Büyük kentlerde hayatımıza giren yenilikleri taşrada yaşayanlar, örneğin radyodan sonra buzdolabını, beyaz eşyaları, her model otomobili önce filmlerde görüyorlardı.
Köklü değişimlerin, büyük altüst oluşların yaşanacağı 1970’li yıllara yol alırken Yeşilçam filmlerinde anlatılan öykülerin bizim de başımıza geleceğinden habersizdik, dahası hayal bile edemiyorduk henüz. Örneğin, filmde mahalleye bir gün ‘zengin beyaz adam’ gelir; müteahhittir ve yeni yapacağı apartmanlar için evleri, arsaları satın almak istiyordur. Mahalleli başta dirense de ya parayla ya da korkutularak ‘ikna’ edilir. Önce, arsasını, evini satanlar başka mahallelere taşınmaya başlar, sonra dozerler gelir, o güzelim evler yerle bir edilir. Ne mahalle, ne mahalleli ne komşuluk ilişkileri kalır geride; ne de mahalle arkadaşlıkları ve yaşanmışlıklar. Yalnızca evler değildir yıkılan, bütün değerler ve hatıralar da dozerlerin altında yerle bir olur. Sonraki sahnelerde yıkılan o evlerin yerinde kocaman beton yığını apartmanları görürüz. Çocuklar da oyunlarıyla birlikte, yıkılan, yok edilen bahçelerden, sokaklardan çekilmiştir sonrasında.
Yeni bir dünya düşüyle, kentin zenginliklerinden pay almak amacıyla kente göçen kır yoksulları, oluşan ‘kent içi köyler’de kent yoksullarını oluşturduklarında bu kez de ‘kent ağaları, dönüşümün rantçıları son sığınaklarını, evlerini almak için dikilirler karşılarına.
Film icabı sandığımız bu yıkım ve temelsiz, plansız dönüşüm gerçek hayatta da acımasızlığını göstermekte gecikmez.
Değişim yalnızca bina biçiminde değil, insan ilişkilerinde de yıkıcı boyutta yaşanıyordu. Bütün ülkeyi bir ur gibi saran gökdelenler, plazalar, rantçı liberal dönüşümün modern tabutluklarıydı ve hayatı yutmayı sürdürüyordu. Bütün bu ‘gelişmeler’, dönüşümler, yaşananlar sinemaya/filmlere de yansıyordu.
Haftaya; Gurbet Kuşları ve göç filmleri
- Düşen yapraklar (1) 27 Mart 2024 04:15
- Nihat Ziyalan: Yılmaz Güney’in kan kardeşi, filmlerin kötü, gönlümüzün ve edebiyatın iyi insanı (2) 13 Mart 2024 04:20
- Nihat Ziyalan: Yılmaz Güney’in kan kardeşi, filmlerin kötü, gönlümüzün ve edebiyatın iyi insanı (1) 06 Mart 2024 04:15
- Bilal İnci: Zalim, gaddar, acımasız kötü adam 28 Şubat 2024 04:20
- Geleneksel Türk tiyatrosunun son temsilcisi: İsmail Dümbüllü 21 Şubat 2024 04:00
- Atatürk, ‘Ben Bir İnkılap Çocuğuyum’ filmi ve Münir Hayri Egeli (3) 14 Şubat 2024 04:15
- Atatürk, “Ben Bir İnkılap Çocuğuyum” filmi ve Münir Hayri Egeli (2) 09 Şubat 2024 04:20
- Atatürk, ‘Ben Bir İnkılap Çocuğuyum’ filmi ve Münir Hayri Egeli (1) 04 Şubat 2024 04:35
- Jönlükten kötü adamlığa bir sinema sevdalısı: Hüseyin Peyda 28 Ocak 2024 04:33
- Şerafettin Kaya: Ben İyi Biri Olmadan Önce 21 Ocak 2024 05:10
- Yeşilçam’ın Çınarları (6): Vedat Örfi Bengü: ‘Mısır’da sinemayı kuran Türk’ 14 Ocak 2024 04:43
- Yeşilçam’ın Çınarları (4): Aziz Basmacı, Vahi Öz 07 Ocak 2024 04:04