17 Ağustos 2020 01:00

Bir siyasi hikayenin krizi

Erdoğan, Ayasofya'da kuran okurken

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın geçtiğimiz günlerde paylaştığı 3 cümlelik şu tweet hem eleştirenler hem de destekleyenleriyle çok tartışıldı: “Biz masalları olan bir coğrafyanın çocuklarıyız. Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikayeleri anlatıldı. Artık kendi hikayemizi yazma zamanıdır.” Siyasetteki bazı yeni gelişmelerle birlikte sabrınıza sığınarak bu yazının da konusu olacak.

Kalın’ın bu sözleri, eğer gerçekten Edward Said gibi, oryantalizm eleştirisi yapmayı hak eden bir siyasi özne tarafından dile getirilse benzer bir saygıyı hak edebilirdi. Kaldı ki, Said’in düşüncesinde de, eleştirel katkılarıyla birlikte tezini kurduğu sınıflar üstü bağlam ve bir dizi başka yönü açısından derinlikli tartışılmayı hak eden özellikler var. Ama mevzuumuz Edward Said olmadığı için, biz “kendi hikayemize” dönelim.

AKP Hükümeti, 7 Haziran 2015 seçimleriyle tek başına iktidarını kaybetmesiyle birlikte, bir siyasi hegemonya mücadelesi bağlamında, kendi hikayesini tüm toplumun hikayesi olarak gösterebilme yeteneği açısından ciddi bir yara aldı.  

Kendi bekası ile ülkenin bekası arasında koşutluk ilişkisi kurduğu son yerel seçimlerden de ciddi bir yara alarak çıkmış olması, iktidarın hikaye krizinin giderek derinleştiğini gözler önüne sermişti.Eğer bu hikaye krizi olmasaydı, muhtemelen Ayasofya kartı bile gündeme gelmeyebilirdi. Kasım ayında yapılacak seçimlerde ABD başkan adayı olan Joe Biden’ın 7 ay önce dile getirdiği, Türkiye’deki muhalefet partilerine destek vererek, iktidarı değiştirebileceklerine dair sözlerinin, Türkiye’de iktidar çevrelerince bugün gündem edilme biçimi de yine aynı hikaye krizinden bağımsız değil.

Gazeteci Cansu Çamlıbel’in, önceki gün Twitter hesabından dile getirdiği şu tespit ise tüm bu hegemonya cambazlığı arasında son derece gerçekçi: “Trump da 2016’da adayken Ankara’da İslam karşıtı diye yerden yere vuruluyordu. Trump Towers’ın ismi değişsin falan üst perdeden demeçler gırla gidiyordu. Sonra can ciğer kuzu sarması olundu. Biden seçilirse de biz yine o Beyaz Saray pozları için can atıldığına tanık olacağız.”

1977-81 tarihleri arasında başkanlık yapmış olan Jimmy Carter döneminden itibaren ABD’nin komünizme karşı bir savunma stratejisi olarak İslam’ı kullanmasını ifade eden Yeşil Kuşak Projesi, AKP’nin kurucu kadrolarının siyasi hikayesinin de bir parçasıdır. Bölgesel çıkarlar bakımından ABD ile ilişkilerde yaşanmış olan pürüzler de ABD başkanları ile aynı fotoğraf karesi içinde samimi bir poz vermenin önemine dair tutkuyu hiçbir zaman ortadan kaldırmadı.

Dün Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı ve Başbakan olarak “stratejik derinlik” söylemleriyle hikayesine anlam kazandırmaya çalıştığı iktidar, bugün Ayasofya kartı, İbrahim Kalın’ın bir Tweet'i ya da Joe Biden’in 7 ay önceki bir konuşmasıyla hikayesindeki hegemonya yırtığını yamamaya çalışıyor.

Herkes onun hikayesini konuşsun, herkes kendi özlemlerini onun hikayesinde bulsun ve başkalarının hikayesi ise bir trajediden öteye gidemesin… Ama işte öyle “mükemmel bir dünya” yok. Ben ne yaparsam yapayım dünya hep benim etrafımda dönsün diye düşünebilirsiniz ama işte dünya o kadar küçük değil.

Sizin hikayenizin içinde bizim meslektaşlarımız gazeteciler ya da milyonların oy verdiği siyasetçiler içerideyse, o hikaye bize dramdır, zulümdür. Sizin hikayenizde maden işçileri için iş cinayetleri bir fıtrat, koronavirüs riski altında çalışmak bir ‘milli görev’ ise ya da yoksulun ekmeği sürekli küçülüyorsa, emekçinin kıdem tazminatına bile göz dikiliyorsa, İstanbul Sözleşmesi hedefe konuluyorsa o hikaye sizin elinizde kalır. Belki bugün değilse de yarın.

Kulağımıza küpe olması gereken bir Afrika atasözü ile bağlayalım: Aslanlar kendi hikayelerini yazmadıkça, avcıların hikayelerini dinlemek zorundayız.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa