19 Ağustos 2020 00:39

Âyandan burjuvaziye

Çatlamış toprak

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Yirminci yüzyıldan bakıldığında feodal bir dönemin kalıntıları olarak görülen âyan aslında on altıncı yüzyılda feodal düzenin çözülüşüne neden olan ve sermaye birikimini sağlayan bir toplumsal sınıftı. Feodal Osmanlı düzeni askeri hizmetleri karşılığında sipahilere toprak dağıtılan tımar sistemi temeline dayanmaktaydı. Ancak ateşli silahlarla beraber savaşlarda süvarinin önemini kaybedip, piyadenin önem kazanması ve eş zamanlı olarak savaşların sürelerinin uzaması Osmanlı hazinesinin nakit ihtiyacını arttırmıştı.[1] Bu ihtiyacı karşılayabilmek için hazine vergi toplama hakkını, yani iltizamı, ihaleye çıkarmaya başladı. İhalede iltizamı satın alan mültezim hazineye nakit ödeme yapar, bu yatırımının karşılığını kâr payıyla beraber iltizamın müddeti boyunca köylüden (veya iltizama konu olan başka bir kaynaktan) çıkarırdı. Zaman içinde çiftlik iltizamlarını malikanelere dönüştüren bu toprak sahibi sınıf kentlerde yaşar ve sadece kent havzasındaki köy ve kasabaları değil, imparatorluk taşrasındaki kentleri de kontrol ederdi. On sekizinci yüzyıldan itibaren merkezi imparatorluk idaresinin taşrayla kurduğu ilişkide en önemli rol âyandaydı. Aynı dönemde dünya ticaretiyle köydeki tarım ve hayvancılık üretimi arasındaki aracılık pozisyonu sayesinde sermaye ve iktidar biriktiren bu taşra-kentli sınıf kredi kaynaklarına da hakimdi. Âyan, deyim yerindeyse, Hüseyin İnan’ın saydığı üç sıfatın toplamıydı: “toprak ağası, tefeci, mütegallibe”.

On sekizinci yüzyılda imparatorluğun her eyaletinde beliren bu toprak sahipleri hem İstanbul, Balkanlar ve Anadolu şehirlerinde hem de Ortadoğu’nun tüm şehirlerinde hakim siyasi güce dönüştü. Nitekim, Şefik Hüsnü merceğini köyden kente çevirdiğinde burjuvazinin belkemiğini oluşturan ailelerin de (Yukarıda tarif ettiğim şekliyle) âyandan geldiğini görüyoruz. Ona göre büyük kent burjuvazisi iki çeşit aileden oluşmaktaydı: sermayesi çeşitli çiftlik ve gayrimenkul gelirine dayanan zâdegan (soylu) ve hükümet desteğiyle aşar vergisi iltizamı, bayındırlık hizmetleri, askeri lojistik gibi çeşitli alanlarda ihale vurgunculuğuyla yükselen yeni zenginler. Şefik Hüsnü’ye göre, analizini kaleme aldığı 1921 yılı civarında gayrimenkul servetini sermayeye çevirerek bankerliğe, fabrikatörlüğe atılanların sayısı çoğalmıştır. Kökeni ne olursa olsun bu burjuvazi Batı Avrupa’daki büyük burjuvaziye denktir.[2]

Bu durumu Batı Avrupa’yla karşılaştırdığımızda nasıl bir manzara çıkıyor? Britanyalı Marxist Tarihçi Eric Hobsbawm Devrimler Çağı adını verdiği kitabının ilk bölümünde şöyle diyor: “1789’un dünyası ezici oranda kırsaldı ve bu temel olguyu özümsememiş hiç kimse onu anlayamaz”.[3] İngiltere’de bile kentli nüfus, kırsal nüfusu ancak 1851’de geçti. 1780’lerde Londra 1 milyon, Paris yarım milyon nüfus barındırıyor; Fransa’da ve Almanya’da iki, İspanya’da dört, İtalya’da tahminen beş, Rusya’da iki, Portekiz, Polonya, Hollanda, Avusturya, İrlanda, İskoçya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa topraklarında bir şehrin nüfusu 100 bin kişiye ulaşıyor veya bu sayıyı geçiyordu. Kentli nüfusun çoğunluğu henüz hâlâ kırsala ekonomik ve toplumsal olarak bağımlı olan taşra şehirlerinde yaşıyordu. Ancak bu bağımlılığa rağmen şehir ve kırsal arasında, şehir meslekleriyle çiftlik meslekleri arasındaki çizgi çok belirgindi.

Hobsbawm dönemin Avrupa’sındaki toprak mülkiyeti ilişkilerini üç kategoride inceliyor: 1) Avrupa’nın Amerika kıtalarındaki sömürgelerinde yarı-feodal mülkiyete ve köle mülkiyetine dayanan ilişkiler; 2) Doğu Avrupa’da (Elbe nehrinin doğusu) serflik; 3) Avrupa’nın geri kalanında: Soylular, feodal hakim sınıf olarak statülerini korumakla beraber ekonomik olarak feodal üretim ilişkileri giderek etkisini yitiriyordu. Bu sınıf kâr yarışında soylu olmayan rakiplerini feodal statüsüne dayanarak ezebiliyordu; ancak tarımsal üretim zenginleşen ve ticari tarıma yönelen bir köylü sınıfın ortaya çıkmasına izin verecek kadar sermaye birikimine dayanmaktaydı.[4] 1780’lerde kendilerini aydınlanmacı monarşiler olarak sunmak istemelerine rağmen Avrupa mutlakiyetçilikleri serfliği kaldırmamış/kaldıramamışlardı: 1789’da serflik sadece iki ülkede yukarıdan reformla kaldırılmıştı: Danimarka ve Savoy. [5]

Hobsbawm Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa eyaletlerini Doğu Avrupa kategorisine dahil ediyor:

Toprak birimlerinin miras hakkına sahip olmayan Türk savaşçıları besleyen Türk feodalizm öncesine özgü toprak sistemi çok uzun zamandır Müslüman toprak beyleri tarafından miras hakkına haiz toprak mülkiyetine dönüşmüş olsa da bu beyler nadiren çiftçilikle uğraşıyorlardı. Bunlar sadece köylüden ne koparabilirse koparırdı. Bu nedenle Balkanlar… on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda Türk hakimiyetinden, esas olarak yoğunlaşmış toprak mülkiyeti ülkeleri olarak değil… köylü ülkeleri olarak çıktılar. Yine de, Balkan köylüsü Hristiyan olarak yasal açıdan özgür değildi ve - beylerin ona ulaşabildiği ölçüde - bir köylü olarak da fiilen özgür değildi.” [6]

Hobsbawm’ın Avrupa’yı merkez alarak yaptığı bu değerlendirmeyi genel olarak Osmanlı İmparatorluğu özel olarak Suriye açısından ele almakta fayda var. Buradaki amacım köleci, feodal, yarı-feodal ve kapitalist üretim ilişkilerinin eklemlenmesi üzerine 1960’lar, ’70’ler ve ’80’lerdeki kuramsal tartışmaları tekrarlamak değil. Özellikle Latin Amerika ve Doğu Avrupa üzerine tezlerde karşımıza çıkan bu tartışmalar bence önemli iki noktayı es geçiyor: 1) Kapitalizmin çok farklı çalışma rejimlerini barındırma özelliği (hatta zorunluluğu); 2) Kapitalist üretim biçiminin başından itibaren küresel ölçekte tarif edilebilecek bir olgu olduğu. Bu anlamda Osmanlı’daki toprak rejiminin ve tarımın ticarileşme sürecinin Hobsbawm’ın Avrupa merkezli bakışıyla açıklanamadığını düşünüyorum (Zaten yazarın da derdi bu olguları açıklamak değil). Ancak, yine de Hobsbawm bize 18. yüzyıl Suriyesi’ni küresel ölçekte değerlendirebilmek için önemli ipuçları veriyor: Tarım üreticisinin özgürlüğü, toprak mülkiyeti ve dünya ticareti.

[1] Yavuz Cezar, Osmanlı Maliyesinde Bunalım ve Değişim Dönemi: XVIII. yy’dan Tanzimat’a Mali Tarih, y.y., Alan Yayıncılık, 1986.
[2] Şefik Hüsnü, “Türkiye’de İçtimaî Sınıflar”, Aydınlık, Sayı 1, Haziran 1921, Toplumsal Sınıflar, Türkiye Devrimi ve Sosyalizm içinde, ss. 72-73.
[3] Eric Hobsbawm, The Age of Revolution: Europe 1789-1848, London, Abacus, 1997, s. 23.
[4] Hobsbawm, The Age of Revolution, s. 26-30.
[5] Hobsbawm, The Age of Revolution, s. 36-37.
[6] Hobsbawm, The Age of Revolution, s. 27.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa