29 Ağustos 2020

Kepçede devlet

Görsel, AKP Şanlıurfa Milletvekili Halil Özşavlı'nın Twitter gönderisinden alınmıştır

Reha Muhtar vatandaşın yerine sorardı: “Nerede bu devlet?​” Doğal afet, kurum sorumsuzluğu, yolsuzluk, iltimas ve irtikap gibi durumlarda devlete Hızır Aleyhisselam muamelesinin yapıldığı, iktidarların Fırat kıyısında otlayan koyunlardan kendilerinin sorumlu olduğuna imza atarak oy istedikleri zamanlardı. Onların yoksul köylünün koyununa çok aldırdıkları yoktu gerçi ama adet öyleydi, siyaset görgüsü/gösterisi öyleydi o sıralar.

Şimdi Fırat deyince devletin aklına kırmızı çizginin ötesi berisi, nüfuz alanları; işlemeyen kurumlar deyince bunların hepsinin yerine işleyen tek adam; yolsuzluk, iltimas-irtikap filan deyince ‘Yok öyle bir şey’ geliyor. Vatandaş ise devletle yeni şartlarda yüzleşti; örneğin Soma’daki patlamadan sonra bir madenciye tekme atan müşavir kılığında, çocuğunun cesedini kargoyla alan annenin acısında, en son tecavüzcü Musa Orhan’ın davasına basın yasağı getirildiğinde… Saymakla bitmez bunlar. Çok var.

Çorlu tren kazasında çocuğunu kaybeden Mısra Sel “Anamız, babamız, eşimiz, çocuklarımız, kardeşlerimiz devletin demir yollarında devletin treninin altında kalarak can verdi, yüzlercemiz yaralandı. Elim kaza dediler. On ay boyunca sesimizi çıkarmadan adliyelerde hakimlerden, savcılarından, bilirkişilerden medet umduk acımızı biraz olsun hafifletsinler diye, bir daha böyle katliamlar olmasın diye, suçlular açığa çıkarılsın…” derken devletle münasebeti olanların başına gelenleri özetliyordu kısaca.

Çorlu kazası devletin demir yollarının altındaki iğreti menfezin çökmesi yüzünden olmuştu. İlk yağmurda eriyen dolguyu “Bir şey olmaz ya’ diye yapan yetkililerin Karadeniz’deki benzerleri, iktidarın en çok övündüğü icraatının altını da böyle boşlamışlardı. Sele dayanamayan kara yolunun altındaki menfez de eriyip gitti. Devletin demir yollarından sonra kara yolları da bu ‘fıtrata’ dayanamamıştı belli ki.

Fakat vatandaşa olup bitene dayanmasını söylemek için ayağının çizmesi, başının sarığıyla Giresun’a giden Diyanet İşleri Başkanı halka dua, sabır, tahammül ve isyandan uzak durmasını tavsiye ederken yıkılanların yenisinin yapılacağını da ekledi ki afet ve felaket tarihimiz bu yeniden yapmaların halka maliyetiyle devlet ihalesine abone, yandaş şirketlerin kârları arasında müthiş bir denklik olduğunu daima göstermiştir. Boş menfezlerle beslenen ‘Yıkılsın ki yeniden yapılsın, yansın ki imara açılsın’ mantığı Fırat’ın kıyısındaki koyunlara otlak bırakmamanın bedelini Venezuela’dan peynir, Brezilya’dan et, Bulgaristan’dan saman ithaliyle halka ödetmeye çalışırken Karadeniz’deki derelerin etrafını ve ya da yataklarını imara açmak suretiyle oradaki canlıların yaşam alanlarını çoktan daralttı. Yaylaları turizm, derelerini HES şirketlerine açtı; kırsal dönüşüm tüm hızıyla devam ediyor.  

Bir devlet kurumu olduğu CB tarafından tescil edilmiş olan Diyanetin Başkanı Erbaş yaya olarak ‘incelemelerde’ bulunduğu Giresun’da vatandaşın yangınını söndürmeye çalışırken bir kepçenin içindeki üç süvari Abdülkadir Selvi’nin içini eritmekteydi: Bravo üç bakana. Bize bunu yaşattıkları için… Bana “Özlenen devlet nerede?​” diye sorarlarsa, “Giresun Dereli’de, o kepçenin içinde” diyeceğim. Eski Tüfek Selvi, Fırat’ın kıyısından çoktan gittiği kesin de geri gelsin diye özlenen devleti Giresun’daki bir küçük derenin kenarında bulduğunu yazıyor. Fakat aman şecaat arz ederken cehapeye çark eder insan bazen böyle. Bakan Haseki “İlla bir suçlu arayacaklarsa 2004-2009 arasında Dereliyi yöneten CHP’yi suçlasınlar.”

Kendini hiçbir şeyden sorumlu hissetmeyen, halktan daima isteyen ama  vermeye gelince vatandaşı anasıyla birlikte kovan bir devlet resmi varken bir kepçeye çıkarak piar yapmak tutmuyor. İlk yağmurda eriyip giden gösteriş yıkılan yolun altındaki menfezde de vardı zira. IMF’ye borç para vermekle övünürken pandemide halka IBAN göndermek, Karadeniz’de daha çıkarılmamış gazın hayalini satmak gibi açıkları vermeyen bir devlet olmak gerekir belki. 

Kepçedeki bakanların temize çekmeye çalıştığı devlet algısı tecavüze uğradıktan sonra kendini öldüren İpek’in annesinin beyanında da yankılandı. Acılı anneye tecavüzcü Uzman Çavuş Musa Orhan için ‘Belindeki silaha ve devlete güveniyor’ dedirten vasatın hazırlanmasında o kepçedekilerin vebali büyük çünkü.

Özlenen devlet Türkiye’de hiç olmadı, o sadece özlendi: Nasıl bir şey olduğunu iki yıl önce Samistal Yaylası’ndaki Yeşil Yol projesine karşı direnenlere müdahale eden jandarmaların karşısına çıkan Havva Ana kısaca özetlemişti. ‘Devlet yok halk var. Kimdir devlet? Devlet bizim sayemizde devlet.’  

EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

Antep’in de aralarında olduğu bölge illerinde ortalama işçi ücreti asgari ücretin altında, haftanın 7 günü, pazarları 12 saat çalışma, üretim baskısı! Devletin ve patronların yasaklar, kolluk gücü ve sendikacı tutuklamasıyla devam ettirmek istediği bu düzenin dayanılmaz hale geldiğini söyleyen Çelikaslan işçisi, tüm işçileri BİRTEK-SEN çatısı altında birleşmeye çağırdı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et