29 Ağustos 2020 23:33

Ölümü siyaseten toplumsallaştırmak

Ebru Timtik'in tabutu

Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel

Paylaş

Beni üzerinde en çok düşündürten konulardan biri, insan türünün toplumsal toplumsallaşma sürecinde, ölüm-yaşam ikilemini, kendi kaderini bizzat belirleyebilme yetisiyle öngörüp geliştirdiği toplumsal birlikte yaşama tasarımlarında bireyin yaşamı yerine ‘türün canlılığı’ temelinde anlamlandırmasıdır. ‘Türün canlılığı’ toplumsal yapılanmada ve bu yapının siyasi örgütlenmesinde ‘insanın-toplumun-milletin bekasını’ güvence altına alan en üst değer yargısı, adaletin temel ölçütü, güvenliğin tartışılmaz normu olarak toplumsallaştırıldığında, türün her bir bireyinin ölümü-yaşamı ‘o türün toplumsallaştırılmış canlılığının’ suretinde kabul görüp meşruiyet kazanabilen bir ‘ödül-ödüllendirme/ceza-cezalandırma’ ölçütü, ‘insan hakları kataloğundaki’ ‘ama’ istisnalarıyla saflığı bozulabilir hale sokulmuş bir temel hak konusu olur çıkar.

Sevdiğimiz, kahraman bellediğimiz, unutulsun istemediğimiz kişileri türün canlılığında sonsuzluğuna iman ettiğimiz bir yaşama ulaştırırız: ‘Ölerek ölümsüzleşti’ ifadesi türün canlılığının suretinde tür bireyinin ölüm-yaşam serüvenini kendi yörüngesinden çıkartıp bilinmeyen bir sonsuzluğun var olmayan bir anıt kaidesine yerleştirir. Oysa, ölen bireyin canlılığı ölümle sona ermiştir; bir başka yerde, bir başka zamanda, bir başka bedende tekrar canlanacak olan, şimdilik bedeni toprağa verilip ışıklar içinde yatan ve ileride yeniden dünya mekân gözlerini açacak bir ruh yoktur. ‘….ler/lar ölmez’, ‘…225 yaşında’ ve benzeri ifadeleri de bu açıdan değerlendiririm.

Hiçbir şey -şimdilik- öleni yaşama döndürmüyor, öleni ölmüşlüğüyle ölümsüzleştirmiyor. Bireyin ölüm-yaşam serüvenini türün canlılığının suretinde yüceleştiren, ulviyete eriştiren, kutsallaştıran siyasi ve ideolojik, gerçeklikten uzak sadece imana, inanca dayalı değer yargılarına sempati duyamıyorum.

Benim hayalini kurduğum toplumsal birlikte yaşama kurgusunda bireyin biyolojik yetilerini bireyi kendisine yabancılaştırarak toplumsallaştıran düşünceler yer almıyor. Bireyin ölüm-yaşam serüveni insan türünün canlılığı temelinde kurgulanan bir toplumsallık anlayışında aranmıyor. Bu nedenle ölümü-yaşamı ‘ödül-ödüllendirme/ceza-cezalandırma’ ölçütü olarak meşrulaştıran, ‘temel insan hakkı’ çerçevesinde düzenleyen ve böylece bireyi kendine yabancılaştıran söylemleri benimseyebilmem mümkün değildir. Aynı nedenle, bireyin ölüm-yaşam serüvenini türün canlılığı temelinde toplumsallaştırıp, ölerek ölümsüzleşmeyi ulviyete eriştirerek ölümü siyasi mücadelenin kutsallık mertebesindeki ödülü kabul eden/ettiren siyasi hareketlere yakınlık duymam.

Bireyin ölüm-yaşam serüveni her bireyin kendi tercihleriyle anlamlandırdığı kendi öyküsüdür. Öyküsündeki toplumsal örgüyü ölümünü, ölüm biçimini, ölüm anını ince düşünerek, her yönünü tartarak bizzat, özgürce belirleyenlere derin saygı duyarım, yeri gelir onlara hayranlık duyarım. Dileyen duyduğu acıları daha fazla yaşamamak, görüntüsündeki değişikliği çocuklarının, yakınlarının, sevdiklerinin üzülerek izlemesini sonlandırmak, başkalarının yaşamalarını sağlamak, özgürlüğe giden yolu açmak, kendisi için olmazsa olmazı gerçekleştirebilmek için ölmeye karar verebilir; dileyen öyle veya böyle yaşamaktansa ölmeyi yeğleyebilir. Dileyen kendi özgür iradesiyle yaşamını siyasi mücadelenin eksenine oturtabilir, ölümü siyasi mücadelenin mihenk taşı olarak kullanabilir. Ben ölme eylemini, bu eylem belli koşullarda belli bir yönde kısa vadeli bir başarı sağlayabilse de birlikte yaşamaya yönelik yeni toplum tasarımı etrafında uğrunda her şeyi göze aldıracak dayanılmaz, karşı konulamaz bir cazibe alanı yaratan mücadele biçimi olarak düşünmüyorum. Ben böyle düşünmüyorum ama benim ne düşündüğüm/düşünmediğim, başkalarının ne düşündükleri önemli değildir. Önemli olan, ben nedenini doğru bulayım, bulmayayım gerekçesini haklı göreyim, görmeyeyim yaşamı ile ilgili karar verenin kararı özgür iradesiyle, karşı görüşleri de değerlendirerek vermiş olmasıdır. Ölmeyi hasmını siyasi mücadelede geriletecek ya da suskun, mütevekkil bekleyen kitleleri hasmına karşı harekete geçirecek bir eylem biçimi olarak görebilir. Düşüncesini oturttuğu ‘maddi gerçeği’ bana ya da bize göre yanlış, eksik değerlendiriyor olabilir. Hiç kimseden ‘bana/bize göre maddi gerçek’ temelinde düşünce üretip, karar vermesini isteyemeyiz; özellikle bireyin kendi ölüm-yaşam serüveninin öyküsüne koyacağı son noktayı küçümsemek hiçbirimizin haddi olmamalıdır.

Özellikle iktidar gücünü elinde tutan ve bu gücü hukuken olmasa da belli bir döneme özgü olarak yerli yersiz fiilen kullanabilen siyasetçinin, ölümü adalet mücadelesinin siyasi hamlesi olarak kullanmaya karar vermiş ve bu kararını özgüvenle, kararlılıkla sonuna kadar uygulayabilmiş birini ve onu gözler yaşlı, bakışlar hüzünlü, gönüller üzüntülü sarmalamak isteyenleri aşağılayarak suçlamaya kalkmasını hafızamın derinliklerine yakın tarihimizin en itici ve olumsuz siyasi davranışlarından biri olarak kazıyorum.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa