31 Ağustos 2020

Biraz hilafet, biraz ittihat ve terakki

Fotoğarf: /Murat Cetinmuhurdar/AA

Ahmet Ümit’in ‘Elveda Güzel Vatanım’ adlı romanı, İttihat ve Terakki’nin tarihini merak edenler açısından, bir edebi metnin akıcılığı içinde izlenim kazandırabilecek bir kitap. Kuşkusuz bugüne de etki etmeye devam eden bu tarihi, hakkıyla öğrenebilmek için bu konuda yazılmış çok sayıda kitabı da okumak gerekiyor.

Romanın en dramatik bölümlerinden birisi, büyük bir mücadele sonunda Abdülhamid’i tahttan indiren İttihat ve Terakki’nin, Osmanlı’nın eriyip gittiği tarihin içinde yaşanılan toprak kayıpları karşısındaki çaresizlik duygusudur. Romanın sürükleyici karakterleri olan Cemiyetin silahşorları Selanik’ten Trablus’a kadar yaşanan kayıpların artık kolayca telafi edilemeyeceğinin de farkındadırlar. Her ne kadar iddiaları bakımından kuyruğu dik tutmaya çalışsalar da, bu farkındalık ruh hallerinde yansır.

İçinden geçtiğimiz dönemde iktidarın, belki AKP sonrasına da etkiler bırakabilecek yönelimleri açısından buraya bir virgül koyarak yeniden dönmek üzere devam edelim.

Erdoğan’ın liderliğindeki AKP, AB perspektifine bağlılık ve ‘Kürt açılımı’ gibi politikalar ile yollarını ayırdıktan sonra, kurucu kadrolarının beslendikleri Milli Türk Talebe Birliğinin mirasıyla uyumlu bir hatta yoluna devam etti. AB perspektifi ile siyaset kurulan dönemde girişilen ‘Ergenekon ile mücadele’ stratejisi, yeni dönemde kendisini, Gülen Cemaatine karşı mücadele motivasyonunun da sağladığı zeminde Ergenekon ile belirli bir ittifak içinde yürümeye bıraktı.

Taşların yerinden oynayıp, Ortadoğu haritasının yeniden şekillenmeye başladığı süreçte Suriye sahasında etkide bulunmak, hem içerideki siyasi sıkışmışlığın yol açtığı yıpranma payını ikame etmek, hem de partnerlerinin tarihsel özlemleriyle de yol yürüme imkanı veriyordu. İçeride Kürt sorunu bağlamındaki ezme politikası da bu yol arkadaşlığının önemli motivasyon kaynaklarından biriydi.

Aslında karşımızda süreç içinde çeşitli parçaları bir puzzle gibi birleştirerek kendisini yeniden kuran bir milliyetçilik türü var. Suriye’de ve genel olarak Ortadoğu politikasında ABD ile yaşadığı hedef farklılıkları sonrası, onunla köprüleri atmadan Rusya ile girişilen iş birliği sürecinin sonucu olarak Putin’e öykünmeyi de bu milliyetçilik türünün bir tarafına koyalım. Rusya’yı bölgesinde ve dünyada yeniden etkili bir aktöre dönüştüren Putin’in ülkesinde gördüğü destek ve ifade ettiği anlam, içeride baskı, dışarıda fetih anlayışını döne döne bir ‘millilik’ söylemi ile destekleyen Erdoğan açısından da, en azından yeni rejiminin inşasında faydalanılacak olan bir modeldi.

Ekonomideki sıkışmışlık, her kur dalgalanmasının dış borç sarmalındaki ülke ekonomisini daha da dibe çekmesi ve insanların bunun sonuçlarını doğrudan yaşamlarında görmesi, eski oyun stili ile kolay baş edilebilecek şeylerden değil.

Önce Ayasofya’nın ardından da Kariye’nin yeniden fethine girişmek, Suriye’den Libya’ya, Doğu Akdeniz’den Ege’ye kadar uzanın dış fetih yönelimi ile de uyumludur.

Sadece onunla da değil. AKP’nin bir hilafet hedefi olup olmadığı tartışılırken, aslında içinden geçtiğimiz dönemde harcı karılanın, bir yanı hilafetin idealleri diğer yanı İttihat ve Terakki’nin özlemlerine kadar uzanan bir siyasi kimlik inşası olduğu da söylenebilir. Hem İslam ve milliyetçilik bağlamında, kitle kaybını konsolide etmeye yönelik iç fetihler hem de İttihat ve Terakki’nin silahşorlarının bile özlemi olan, yaşanan toprak kayıplarını gidermeye yönelik dış fetihler.

Biraz hilafet, biraz İttihat ve Terakki ruhuna atıflı hamlelerle ortaya çıkan yeni harç, aslında ikisinden de biraz olan, ama yeni haliyle ikisi de olmayan bir siyasal kimliğe işaret ediyor. Bu özellikleriyle Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarı son bulsa dahi, örneğin CHP liderliğindeki sağın çeşitli aktörleriyle oluşabilecek bir yeni iktidar formülü açısından da bu yeni harcın etkiler bırakabilecek bir kimya taşıdığı da atlanmamalı.

Hem iç hem de dış fetihler konusunda bugün iktidara net bir karşı koyuş göstermeyen hiçbir ‘muhalefet’ yarın kolay kolay ‘Ben Suriye ve Libya’dan çekiliyorum’ da diyemez.

Tam da bu nedenle, ‘tek adam’ rejiminden kurtulmaya yönelik formül arayışlarının, ‘İş görsün de, şöyle olsun, böyle olsun fark etmez’ basitliğini aşan referans noktalarına sahip olması kritik bir önem taşıyor. Sağlam referansların yoksa ve pragmatizm sana yol veriyorsa, rakibini iktidardan indirmiş olmak seni otomatik olarak farklı kılmaz, kılamaz.

Muhtemelen şu soruyu soranlar çıkabilir: ‘Gerçekten, şimdi bu kadar ince eleyip sık dokuyacak noktada mıyız?​’ Evet. Gelecek zamanı tartışmayı geleceğe bırakırsak, o bugünden kaybedilmiş bir geleceğe de dönüşebilir.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et