3 Eylül 2020

Savaşçı politika ve emekçilerin seçeneği

Fotoğraf: MA

Bir Eylül “Dünya Barış Günü“ ile “Yargı Yılı Açılışı“ birbiri ardına geride kaldı. Bölgemizde ve ülkede –ve genel olarak da dünyanın çeşitli bölgelerinde ya doğrudan askeri işgal ve çatışmalar sürüyor ya da uşaklar-taşeronlar kullanılarak ülkeler karıştırılıyor ve burjuva kapitalist sömürü düzeninin sürdürülmesini temel alan politikalar devam ediyor. Dönemsel özellikleriyle birlikte militarizmin güçlendirilmesi önemli bir olgu.

Bu politikanın önemli unsurlarından biri, eski Sovyet ülkelerinin kapitalist sömürü çarkına dahil edilmeleriyle yetinilmeyip bu ülkelerin özellikle de enerji başta olmak üzere hammadde kaynaklarıyla iletim hatları üzerine hakimiyet kavgasının bu ülkeleri Batılı emperyalistlerin tam bir yağma alanı haline getirilmesi hedefiyle sürdürülmesidir. Beyaz Rusya ve Ukrayna örneklerinde olduğu üzere bu ülkelerde meydana gelen olaylar içerideki baskı ve sömürü kaynaklı gelişmelerden güç alsa bile, dış karışma/karıştırma ve provokasyonlar büyük bir rol oynuyor.

İster büyük emperyalist güçler, isterse Türkiye ve İran gibi kendi bölgelerinin daha geniş alanlarında etkin olma politikası izleyen ve bunun için eski imparatorluk ilişkileri ve kültürünü de kullanan-bunun yarattığı nefret hâla belirli bir rol oynamasına rağmen-devletler olsun, güç yoluyla etki alanları politikası izliyor; bunu da “ulusal çıkarlar“ -“uluslararası hukuktan doğan haklar“ vb. gibi gerekçelerle haklı göstermeye çalışıyorlar. Suriye, Irak, Libya, Lübnan, Tunus, Cezayir, Yemen, genel olarak Ortadoğu, Balkanlar ve Kuzey Afrika bu bakımdan hedefe giren bölgeler ve ülkelerin önünde yer alıyorlar. Akdeniz’deki askeri eylemler yoğunluğu, “it dalaş“ları, Fransa başta olmak üzere AB üyesi ülkelerden Mısır ve İsrail’e çok sayıdaki devletin güç gösterileri kapitalist-emperyalist yağma siyasetinin güce bağlı tezahürleridir. Bugünkü biçimiyle kazananı kim olursa olsun halklara kurulan tuzaklar kapsamında ve provokasyonlarla donanlıdırlar. Ve çok açık bir durum olarak Türkiye’yi yönetenlerin izlediği yayılmacı-Osmanlı dönemi topraklarına yeniden sahip olma hayaliyle süslenmiş bir politikadır bu- militarizm en büyük zararı içeride halk kitlelerine, emekçilerin zihnini de yağmalayarak vermektedir. "Yiğitler kan döker, bayrak solmaya / Anadolu başlar, vatan olmaya. Kızılelma‘ya hey, Kızılelma‘ya…“ ajitasyonu, yaşamı değil ölümü ve öldürmeyi kutsamaktadır. Ve onun ardı sıra hizaya dizilenler sadece iktidar destekçileri değillerdir.

Bu durum bile tek başına, en tehdit edici, en tehlikeli, en saldırgan sermaye gücü ve politikalarına karşı alternatifi burjuva muhalefet kulvarında gösteren reformist anlayışlara karşı ileri işçi ve emekçilerin uyanıklığı bir an dahi elden bırakmamaları gereğini önemli hale getirir.

Bize, adil-adaletli, barışçıl, güvenlikli ve huzur sağlayıcı bir kapitalizm ve burjuva demokratik düzen vaadi-güvencesi verilmediği bir tek gün bile yoktur. Olaylar, olgular, gelişmeler ve bunlar arasındaki ilişkilerin seyri nasıl olursa olsun; günde bin türlü farklı sonuçla bu vaad ve güvence yalanlanmış olsa bile, aynı nakarat bu gelişmelerin her biri "münferit“ gösterilerek ya da başkaları suçlanarak yinelenir. 

Yalana dayalı kara propaganda burjuva iktidar gücünün başarı kriterlerinin baş sıralarına yerleşmiş; burjuva iktidarlarının, burjuva parti fraksiyonları ve politikacılarının-ve onların kulvarında sömürü çarkından beslenen sistem savunucularının "ülke ve millet yönetimi" politikasının önemli bir unsuru haline gelmiştir. Bu durum hatta giderek toplumsal karakter ve kabul görür hale bile gelebilmiştir. Türkçe’deki “Gemisini yürüten kaptandır!" sözünün, “amaç için her yol ve araç mübahtır“ anlayışıyla bağı anlaşılır olmalıdır. Dünya kapitalizminin en güçlü ülkesinin başındaki “kişi"nin Beyaz Saray merdivenlerinden seçimlerdeki rakibi ve kendisi gibi emperyalist yağma siyasetinin temsilcisi rakibini "sosyalizmin ajanı“ ilan ederek, ABD’lileri, “sizin kentlerinizi, mallarınızı ellerinizden alacak“ diye korkutarak oy toplamaya çalışması, yalanın çok çarpıcı ve iğrenç olmasına rağmen prim yapabiliyor. Türkiye’de oligarşik bir zümrenin Saray ekibinin, kendilerinin politikalarına itiraz yönelten herkesi “milli güvenlik sorunu" ve “iç düşman"  ilan ederek kitle avcılığını sürdürmede hâla belirli ve önemli bir destek görmesi diğer bir gösterisidir. Destekçilerin sadece azınlık bir burjuva çevre olmadığı; milyonları bulan emekçi kesimleri de kapsadığı kanıt gerektirmez bir durumdur ve bu durumun değişmesinin salt kendiliğindenliğe bağlanan bir kabullenmeyi reddeden devrimci bir çalışmaya ihtiyaç gösterdiği çok açıktır.

Burjuva kapitalist iktidarların “Pandemi dönemi"ni bütün bu politikaların daha da yoğun biçimiyle sürdürülmesi için bir tür fırsat olarak kullanmaları olgusal gerçekliklerin bir diğer gösterenidir. Yılın ikinci çeyreğinde hane halkı tüketiminin yüzde 8.6 oranında gerilemesi, yoksullaşma ve işsizlikteki artışın çıplak göstergesidir. İşçi ve emekçiler, seçimlerini, tercihlerini şu ya da bu burjuva parti ve hükümetleri arasında yaparak, alternatifi mevcut ya da yeni ortaya çıkabilecek sermaye partileri arasında arayarak içinde bulundukları sömürü ve baskı koşullarını ortadan kaldıramazlar. Yüzyılların gösterdiği, kapitalist üretim ilişkileri ve burjuva “demokratik düzen“ sürdüğü sürece, bu baskı, yoksulluk, yoksunluk ve sömürünün devam edeceğidir. Bu da, en faşistine, en zalimine, en kan dökücü sermaye temsilcisine karşı mücadelede ittifak edilecek ya da bazı reformist iyileşmeleri sağlayacak güç birliklerinin dahi bu sömürü ve zulmü olanaklı kılan sistemin ortadan kaldırılması hedefiyle bağlı olması duyarlılığını diri tutmayı gerektirir.

Evrensel'i Takip Et