4 Eylül 2020

Halk sağlığı, fotoğraf ve ölüm oruçları

İnsanın doğuştan bazı hakları vardır. Sağlık hakkı bunların başında gelir. Toplumu oluşturan bireylerin fiziki veya ruhsal sağlık durumları o toplumun sağlıklı/sağlıksız toplumsal gelişimini ortaya koyar. Şüphesiz bu sağlık/sağlıksız hali doğrudan sağlık politikaları ile ilgilidir. Halkın sağlık konusunda bilinçlenmesi, sağlığın bir vatandaşlık hakkı olduğunu bilmesi önemlidir... Çoğu ülkede devletler “halk sağlığı” veya “kamu sağlığı” başlıklarıyla bu kavramı sağlık sisteminin temeline yerleştirmişlerdir.

Genellikle salgın hastalıklar döneminde adını sıkça duymakla birlikte toplumsal yaşamda bırakalım sıradan insanı okumuş yazmış aydın sanatçı kesimi bile ne işe yaradıklarını bildiklerini sanmıyorum. Kavramdan yola çıkarak “halk sağlığı” deyince halkın sağlık sorunlarıyla uğraşan, sağlık politikalarına yön veren/vermesi gereken normatif ve  politik bir bilim alanı olduğunu söyleyebiliyoruz.

Sosyal bir hukuk devletinde eğitim/sağlık/barınma devletin sorumluluğu altındadır. Yani insanların doğuştan haklarıdır ve devlet bunu halka ücretsiz sağlamak zorundadır. Türkiye özelinde bakarsak Anayasa’da teminat altındadır. (Anayasa madde 2: Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir) denmektedir.

Mesele anayasa ve kanunlarda yazmaksa evet idealize edilerek yazılıyor. Olgulardan yola çıkarsak siyasal iktidarların egemenliklerini sürdürme uğruna bildiklerini yapma ve uygulama alanına çevirdiklerini görürüz. Devlet laik deniyor, Diyanet Başkanlığının bütçesi Eğitim Bakanlığından kat kat fazla. Salt güncel gelişmelere baktığımızda eşitlik hukuku açısından incelediğimizde bile adil bir bölüşüm ve paylaşım olmadığını görürüz. Adil bir hukuk sistemi yok, adil bir sağlık sistemi yok, adil bir eğitim sistemi yok, adil bir barınma sistemi yok. Ama varmış gibi gösteriliyor, yazılıyor. Konumuzdan uzaklaşır gibi olduk, dönelim.

Fotoğraf: Özcan Yaman

‘Halk sağlığı’ kurumunun, kavramın adına yakışır olabilmesi iktidarların etki ve vesayeti altında olmamaları gerekir. Bu kurumun halkın fiziki ve ruhsal psikolojik sağlık sorunlarını teşhis ve tedavisiyle bağımsız ilgilenen ve sağlık politikalarına yön veren bir kurum olması gerekir. Mümkün mü? Değil elbette.

Eğer mümkün olsaydı Peş peşe yaşanan katliamlarda, İntihar vakalarında, Tıka basa doldurulmuş hapishane gerçekliğinde, adaletsiz eğitim sisteminin, iş hayatındaki işçi sağlığını tehdit eden durumlarda, ekonomik yetersizliğin yol açtığı ya da yoksulluk sınırının altında yaşayan milyonlarca insanın sağlıksızlığında siyasal otoritenin karşısında olması karşılarında olmaya çalıştıklarında da tutuklanan, işsiz bırakılan hakkında soruşturma açılan hekim örnekleri hiç az değil.  Şebnem Korur Fincancı, Onur Hamzaoğlu ve salgın döneminde Kayıhan Pala vb. liste daha uzar gider. Tabii ki bu saydığım olgular ve gerçeklikler bu kurum tarafından çok iyi biliniyor.

O zaman şu soru ortaya çıkıyor. Nasıl bir sistem? Halkın çıkarlarına hizmet eden bir sistem en kısa cevabımız olabilir. Eğer bir sistem toplumun sömürülerek azınlığın palazlanmasına hizmet ediyorsa kutupsallaşmalar ve adaletsizlikler yaşanır. Bu da toplum sağlığının ‘halk kesimine’ sağlıksızlık olarak yansıması anlamına gelir. Yaşadığımız budur. Üretilen değerlerin maddi karşılığının yüzde 80’i  nüfusun  yüzde 20’sinin geliri oluyorsa, Halk ise yüzde 80’lik nüfusuyla yüzde 20’lik geliri paylaşmak zorunda kalıyorsa bu adaletsiz bölüşüm, tüm hastalıkların (fiziki/ruhsal) kaynağıdır. 

Dolayısıyla halk sağlığı da bir sınıfsallığa sahiptir. Devlet, egemenlerin iktidarı olduğu sürece de ‘halk sağlığı’ onların görece kullandığı bir argüman olarak kalacaktır. Ancak halkın egemen olduğu bir devlette ‘halk sağlığı’ kurumu içeriğine uygun faaliyetlerde bulunabilir. Yoksa pandemi ile kolera ile bit salgınıyla vb. savaş, haydi çocuklar aşıya gibi pratiğe yönelik uygulamalarda da tam bir fonksiyon gösteremeyen bir kurum olmaya hapsolur. 

Fotoğraf işte burada sorumluluk yüklenir.

Fotoğraf, birçok alanda olduğu gibi halk sağlığında yaşanan olguları, çelişkileriyle gösterir. Bir yandan halkın haber alma misyonunu yerine getirirken diğer yandan akademik çalışmalarda kullanılacak görsel malzemeyi sağlar. 1890’larda Jacop Riis, “Öteki yarı nasıl yaşıyor?​” Diyerek sosyolojik/psikolojik sorgulamayı yaptırmıştır. Amerika’daki eşitsizliği göstererek başta dönemin ABD Başkan Adayı Roosvelt’in seçim çalışmalarında kullandığı görseller ve propaganda malzemeleri olmuş, kent sağlık örgütünün dikkatini çekerek gettolara ilgi ve alakaların yönelmesini ve ıslahına gidilmesini sağlamıştır. Kent sağlık örgütünün fotoğrafsız raporlara kayıtsızlığını fotoğraflar bozmuştur. Çünkü insanlar yaşananları görüyor ve tepki gösteriyorlardı. Bu gün hâlâ kullanılan 1910’lar Amerika’sının hayatını belgeleyen Lewis Hine çocuk işçiler, kadın işçiler, göçmenler, maden işçileri, tekstil işçilerinin durumları gibi sosyal adaletsizliği gösteren fotoğraflar sayesinde devlet göreve davet edilmiştir. Sağlık örgütleri sendikaların hak alma mücadeleleri gibi alanlarda görünürlüğü arttırmıştır.

Fotoğraf, halk sağlığının ne durumda olduğunu en iyi gösterme gücü olan araçtır. Evet pandemi dönemindeyiz. İktidarın işine geldiği gibi yönettiği demokratik hakları istediği gibi kısıtladığı antidemokratik davranışları sergilediği günler yaşıyoruz. Fotoğrafçılar bu günleri belgeliyor.

Türkiye’nin toplumsal fotoğrafına büyüterek bakın.

Suruç, Ankara Katliamlarının fotoğraflarına bakın, COVID 19 vakalarının fotoğraflarına bakın, Mültecilerin sınırlarda ve denizlerde can verişlerinin fotoğraflarına bakın, Savaşlarda ölen asker ve sivillerin fotoğraflarına bakın, Ayasofya’nın camii açılış merasimlerinin fotoğraflarına bakın, Kadınları öldüren canilerin fotoğraflarına bakın, taciz tecavüz gören çocukların fotoğraflarına bakın, katledilen hayvanların fotoğraflarına bakın, doğanın talan edilişinin fotoğraflarına bakın. Bütün gün çalıştırılan işçilere verilen ekmek arası küflü yemeklere bakın, Soma madencilerinin fıtratlarını(!) gösteren fotoğraflara bakın, En son Av. Ebru Timtik’in fotoğraflarına bakın ve sonra da sevdiklerinizin o mutlu fotoğraflarına bakın.

Halkın sağlığı ölüm oruçlarının durdurulmasından da geçer

‘Halk sağlığı’ uzman ve kurumları geçen gün ölüm orucunda ‘Adil yargılanma hakkı’ diyerek 238 gün direnip hayatını veren  Av. Ebru Timtik ve halen ölüm orucunu sürdüren Aytaç Ünsal, Özgür Karakaya ve Didem Akman acaba halk sağlığı açısından nasıl değerlendiriyorlar? Toplumun ruhsal travmalarını nasıl açıklıyorlar? diye sormak lazım. Acaba siyasal konulara karışmayız mı diyorlar? O zaman siyasal otorite halk sağlığına karışır vicdan ve akıl sağlığı bozuk bir toplum yaratılır.

Fotoğraflar yaşadıklarımızı hatırlatır. Tarihe not düşer.

Evrensel'i Takip Et