04 Eylül 2020 00:45

Doğu Akdeniz geriliminde hangi tarafta yer alıyoruz?

Fransa'ya ait Charles de Gaulle gemisi Doğu Akdeniz'de

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Türkiye’yi uzunca bir süredir ‘milli’ olduğunu ilan eden ve dış politikada attığı her adımı ‘milli çıkarlar’ için attığını propaganda eden bir iktidar tarafından yönetiliyor. O yüzden iktidar ve medyası, bu politikaları eleştiren herkesi bir çırpıda “gayrı milli” olmakla, “dış güçleri, terör örgütlerini desteklemek”le suçluyorlar. 

Bu politika son günlerde Doğu Akdeniz’deki gerilim üzerinden sahneye konuyor.

Doğu Akdeniz, hem burada son dönemlerde bulunan zengin hidrokarbon kaynakları ve hem de enerji geçiş yollarının belirlenmesi bakımından bir paylaşım ve egemenlik mücadelesine sahne oluyor. Türkiye’deki iktidarın son günlerde Yunanistan ve Fransa ile yaşadığı gerilimin arka planında da bu paylaşım mücadelesi bulunuyor.

Ana hatlarıyla özetlemek gerekirse; Güney Kıbrıs, 2004’te tek taraflı Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan etmiş ve yine 2003’te Mısır, 2007’de Lübnan ve 2010’da İsrail ile MEB anlaşması imzalamış ve ardından da 2011’de Kıbrıs’ın kıta sahanlığı içindeki ‘Afrodit’ bölgesinde zengin enerji kaynakları rezervi bulunmuştu. İşte Güney Kıbrıs’ın tek taraflı attığı adımlar ve Türkiye’nin uluslararası tanınırlığı olmayan Kuzey Kıbrıs üzerinden hak talebi ve burada arama çalışmaları yapması, Yunanistan’ın da taraf olduğu bir gerilimin yaşanmasına neden oluyor. Bu gerilime Fransa’nın da dahil olmasında Güney Kıbrıs’ın Fransa ile bir deniz üssü kurulması konusunda anlaşmasını ve Fransa’nın da özellikle enerji tekeli Total üzerinden buradaki enerji kaynaklarının işletilmesi ve geçiş yollarının güvenliği konusunda öne çıkmak istemesini de eklemek gerekiyor.

Öte yandan buradaki gerilim, Ege denizinde Türkiye ve Yunanistan arasında uzunca bir süredir devam eden ‘karasuları’nın belirlenmesi sorununu yeniden tırmandıran bir rol oynuyor. Uluslararası sözleşmelerde bir ülke 12 deniz miline kadar karasularını belirleyebiliyor ama Yunan adalarının Türkiye sınırına yakınlığı, karasularının belirlenmesi konusunu iki ülke arasında bir tartışma konusu haline getiriyor. Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarmak istemesi, Türkiye’nin bölgeye savaş gemisi (Kemal Reis) göndermesi, Yunanistan, Fransa, Güney Kıbrıs ve İtalya’nın Girit’in güneyinde ortak tatbikat düzenlemesi ve en son Yunanistan’ın Türkiye kıyılarına en yakın ada olan Meis’e asker gönderdiğinin ortaya çıkması bu gerilimi yeni bir boyuta taşımıştı.

Şimdi gelelim bu uzunca girişi niye yaptığımıza…

Akşam gazetesinden Hikmet Genç, önceki gün “CHP Akdeniz’de Hangi Tarafta Yer Alır?..” başlıklı bir yazı yazdı.

CHP MYK’sinin “Sorunun barışçıl yollarla çözülmesini istiyoruz” demesini aklınca eleştirerek “Eh buna da şükür... En azından Guterres’ın (BM Genel Sekreteri) durduğu yerdeler?!” diyor. 

Başta da söyledik, iktidar uyguladığı siyaseti “milli çıkar”ları savunmanın yegâne yolu olarak göstererek CHP ve burjuva muhalefeti kendi arkasında saf tutmaya zorluyor. Hakkını da yemeyelim, bu konuda bugüne kadar önemli oranda başarılı da oldu. 

Bu baskılanma nedeniyle iktidarın politikalarını eleştiren kimi gazeteci-yazar arkadaşlar bile söze “Elbette Türkiye de hakkını aramalı ama…” ile başlıyorlar.

Oysa bütün bu yaklaşımlar önemli bir gerçeği ıskalıyor. Bize öyle gösterilmek istense de tartışma Türkiye’nin, Yunanistan’ın, İsrail ya da Mısır’ın hakları tartışması değil.

Bu yaklaşımların en büyük açmazı, dış siyasete sınıflarüstü, milli bir konu olarak yaklaşmalarıdır.

Bugün Erdoğan iktidarının Doğu Akdeniz ya da başka alanlarda attığı adımlar, temsilcisi olduğu tekelci burjuvazinin yayılmacı emelleri doğrultusunda ve bölgedeki paylaşımdan pay kapma amacına bağlı olarak atılmaktadır. Bu politikadan Türkiye’deki işçi ve emekçi halk kesimlerinin bir çıkarları yoktur. Tıpkı Yunanistan’daki gerici Miçotakis yönetiminin attığı adımlardan Yunanistan işçi ve emekçilerinin bir çıkarı olmadığı gibi.

Türkiyeli ve Yunan işçi ve emekçiler yaşadıkları ekonomik kriz nedeniyle işsizlik ve yoksullukla boğuşurken iktidarları, temsilcileri oldukları sınıfın çıkarları temelinde milyarlarca dolarlık kaynakların paylaşımı için gerilimi tırmandırma ve milliyetçilik üzerinden kendi ülke halklarını bu gerici politikalara yedeklemenin peşinde koşuyorlar.

O yüzden Hikmet Genç’e biz yanıt verelim: Ne Akdeniz’de ne Suriye’de ve ne de Libya’da iktidarın tarafında değiliz. Ama bu durum sizin gibilerin propaganda ettikleri gibi bizi ne Yunan gericiliğinin ve ne de Fransız emperyalizminin taraftarı yapmaz.

Ancak siz ve sizin Yunanistan, Fransa ve başka ülkelerdeki muadilleriniz burjuva gericiliğin çıkarlarını bütün halkın çıkarı gibi göstererek bölgede bu gerici savaş ve çatışmaların, göçlerin, ölümlerin, sömürü ve yoksulluğun devam etmesine hizmet ediyorsunuz. 

Bu nedenle siz ve Yunanistan’daki benzerleriniz ne kadar düşman görünürseniz görünün aslında aynı sınıfın çıkarlarını savunan kardeşlersiniz.

Ama bizim kardeşlerimiz değil!

Bizim kardeşlerimiz bu sömürü çarkından, bu gerici savaşlardan çıkarı olmayanlardır; Yunanistan’ın ve dünyanın başka ülkelerinin işçi-emekçileridir.

Evet, biz sadece Türkiye’deki iktidarın değil; Yunanistan’daki Miçotakis gericiliğinin ve Fransız emperyalizminin de karşısındayız. Fakat bu durum, bizim öncelikli görevimizin kendi ülke gericiliğimize karşı mücadele etmek olduğu gerçeğini de ortadan kaldırmaz. Yoksa Perinçek gibi emperyalizme karşı olmak adına kendi ülke gericiliğinin savaş arabasının arkasına binen gerici şovenler olmaktan kurtulamayız.

Çünkü burjuva gericiliğin milliyetçiliği kışkırtarak halklar arasında ekmeye çalıştığı düşmanlık tohumlarının panzehiri, işçi sınıfı ve halklar arasında birlik, ortak mücadele ve dayanışmadır; enternasyonalizmdir. Çünkü ancak böylesi bir mücadele ile bölgemizdeki ve dünyadaki kaynakların küçük bir azınlığın değil; işçi-emekçi halk kesimlerinin çıkarları temelinde savaşsız ve sömürüsüz bir biçimde paylaşılabileceği bir düzeni kurmak mümkün olacaktır.

Tam bu noktada Türkiye’den Emek Partisi’nin ve Yunanistan’dan Yeni Sol Hareket’in (NAR) son gelişmeler konusunda yayımladıkları ortak deklarasyon, dayatılan burjuva siyasetin karşısında işçi sınıfı ve emekçi halkların çıkış yolunu göstermesi bakımından önem taşıyor:

“Milliyetçilik ve düşmanca söylemler her iki ülkenin yönetici kurumları ve gerici çevreleri tarafından yöntemli ve kasıtlı olarak geliştiriliyor… Türkiye ve Yunan halkları ve bütün bölge ülkelerinin enternasyonalist mücadelesi, savaş kışkırtıcısı ve maceracı burjuva rekabet, emperyalist planlar ve anlaşmalar karşısında barışı geliştirmenin tek yoludur… Bu duruşumuzun hem Türkiye hem de Yunanistan’da emperyalizm ve uluslararası sermayenin halklara, doğal zenginliklere ve çevreye karşı ekonomik ve politik saldırılarına karşı halk hareketinin genişlemesine katkısı olacağını biliyoruz. Herhangi ülkenin burjuva çıkarlarının bayrağı altında emperyalizm ve kapitalizme karşı mücadele edilemez… Yunanistan, Türkiye ve Kıbrıs’ta gerici planlara teslimiyeti reddederek barış, daha iyi bir gelecek adına halk inisiyatifini ve mücadelesini biz güçlendirebiliriz… Sermaye ve emperyalizmin planlarını yenilgiye uğratarak bölgede barış istiyoruz. Mücadelemiz, işçilerin ve halkların çıkarları ve sosyal kurtuluşları içindir."

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa